3 Ekim 2008 Cuma

Psikosomatikf Bozukluk ( sindirim - yeme )

Sindirim sistemini ilgilendiren hastalıkların stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı:

a- Irritabl bağırsak sendromu ( spastik kolit, membranoz kolit):

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre nüfusun ortalama olarak % 15 inde görülmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla üç kat daha fazla görülmektedir. Daha çok 45-64 yasları arasında görülmekteyse de yakınmalar erişkinliğe geçiş ya da erken erişkinlik döneminde başlamaktadır.

Belirtiler:

1-Disk ilama ile rahatlayan karın ağrıları ya da dışkının kıvam ve miktarında değişiklikler.

2- Aşağıdakilerden en az 2 sinin varlığı ile birlikte olan dışkıda bozulma

a- Dışkılama aralıklarında değişme ( haftada üçten az ya da günde üçten çok)

b- Dışkı seklinde değişme ( gecen zamanın % 25 inden fazlasında ya çok sulu ya da çok katı yoğunlukta diski olması)

c- Dışkının bağırsaktan geçişinde değişiklik (Gecen surenin % 25 inde varolan acele disk ilama isteği ya da tam olarak dışkılama ihtiyacını giderememe hissi.)

d- Dışkı ile birlikte mukus ( sümüksü sıvı) gelmesi.

3- Aşırı bir gaz hissi ya da karında gerginlik hissinin olması.

Rahatsızlık fazla miktarda işgünü kayıplarına yol açmaktadır.Hastalarda ayrıca baş, sırt, kas, alt karın ağrıları ve boğazda yanma, cilt döküntüleri, aşırı adet sancıları, çarpıntılar,derin nefes alıp verme, kaygılar, sersemlik hissi, idrar yaparken sancı, halsizlik, terleme, yineleyen idrar yapma ihtiyacı ,avuç terlemeleri hissedebilmektedirler.

Rahatsızlıkta bağırsağın hareket sistemine ait işlev bozukluğu on planda düşünülmektedir. Bu durumda normalde dakikada 6 olan bağırsak ritmi 3 e inmiştir.

Vakaların yarısından çoğunda çevresel stres etkenlerinin mide- bağırsak belirtilerini tetiklediği bildirilmiştir.

Bu stres etkenlerinin de erkeklerde mesleki ; kadınlarda ailesel kökenli olduğu belirlenmiştir. Bu kişilerde küçük yasta anne-baba kaybı, cinsel-fiziksel taciz gibi travma tik olaylara daha çok rastlanmıştır. Bu kişilere verilen değerlendirme ölçeklerine göre depresyon, kaygı, kisilerarasi duyarlılık, somatizasyon ve düşmanlık puanları yüksek çıkmış, başka bir ölçekte de histeri, hipokondriazis ve depresyon puanları yüksek çıkmıştır.

Araştırma sonuçlarına göre rahatsızlıktan etkilenen bireylerin % 22 sinde hayatları boyunca bir duygu-durum bozukluğuna (depresif bozukluklar , mani gibi) rastlanmıştır. Hastalığın aktif döneminde % 15 oranında majör depresyon saptanmıştır.

Rahatsızlığın seyri:

5-8 yıl sure aralığı ile yapılan bir değerlendirmede hastaların % 85 inin kısa surede belirgin olarak daha iyileştiği, % 67 sinin ise uzun bir sure şikayetsiz kaldığı gösterilmiştir. Tedavide iyi gidisi gösteren işaretler arasında erkek cinsiyet, hastalığın başlangıç suresinin çok uzun olmaması, kabızlığın önde gelen yakınma olması, şikayetlerin ani bir mide-bağırsak düzensizliği ile başlaması sayılabilir.

Tedavi:

Bu rahatsızlıkta psikiyatrik sorunların da ( depresif bozukluklar gibi) daha fazla görülmesi nedeniyle uygulanan tedaviler sadece duygusal duruma değil, sindirim yakınmalarına da olumlu etki yapmaktadır. Gevşeme eğitiminin verilmesi ve bilişsel tedaviler ile genel gerilim düzeyinin azaltılması da sindirim sistemine ait yakınmaların tedavisine yardımcı olmaktadır. Stresle uygun bahsetme yollarının sağlanması ana hedeflerdendir.

b- Pektik ülser:

Mide ve on iki parmak bağırsağının besinlerle temas eden, iç yüzlerinde meydana gelen harabiyetlerdir. Bu zedelenmelerin boyutları genellikle 1 cm.den ufaktır.

Rahatsızlığın sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu kesimlerde daha çok gözlendiği saptanmıştır. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla ve kentsel yerleşim alanlarında daha çok görüldüğü gözlenmiştir. Orta yas üzerinde (45 yas sonrası) daha çok görülmektedir.

Oluş sebepleri:

Mide asidi ve sindirim enzimlerinin zararlı etkilerinden, mide duvarının korunmasını sağlayan sistemin bozulması, bikarbonat ve mu kus denen koruyucu sıvıların azalması veya ölen mide iç yüzeyi hücrelerinin sürekli yenilenmesine dayanan sistemin yetersiz çalışması gibi vücudun kendine ait sebepler rahatsızlığa yol açan etkenlerdir. Olaydan sorumlu diş etkenler arasında ise Helicobacter pylori denen bir mikroorganizma, ayrıca çeşitli ağrı kesici-romatizma ilaçları gibi mideye zararlı ilaçlar, büyük yanıklar ve stres on planda gelmektedir.

Mide ülserinde midenin salgıladığı asit miktarı normalden az iken; on iki parmak bağırsağı ülserlerinde asit üretimi artmıştır.

Stresli hayat koşulları ile peptik ülser arasında yakın ilişki saptanmıştır. Bu durum hem hastalığın erken , hem tekrarlayarak uzamış evrelerinde ve karin boşluğuna yırtılıp açılma hallerinde görülmektedir. Savaşlar ve çatışmalar esnasında askerlerde yoğunluk kazanmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre stresler ile mide asit salgılanması ve mide hareketleri artmakta,bikarbonat salgısı ise azalmakta, hastalığa zemin hazırlamaktadır. Kişinin hedeflerini gerçekleştirmek konusunda uzun sureli olarak yasadığı hayal kırıklıkları yine de ülser başlangıcı ve tekrarlamasında etkili olduğu görülmüştür.

Peptik ülser yakınmaları:

Karin bölgesinde yanma seklinde keskin ağrı, genellikle yemeklerden 1-3 saat sonra başlamaktadır. Ağrı besin ya da antiasit denilen ilaçlarla azalmaktadır. Bu yakınmalar nedeniyle uykusuzluk , zayıflama, bulantı, hazımsızlık, şişkinlik görülebilmektedir. Bazen kanama görülebilmekte, bu dışkıda belirlenebilmekte, ileri dönemlerde kansızlığa yol açabilmektedir. Teşhis endoskopi ve rontgen tahlilleri ile konabilmektedir. Tedavi edilmeyen vakalarda mide- oniki parmak bağırsağı delinmeleri oluşup, acil cerrahi girişim gerekmekte, bu evrede de ameliyat edilmezse peritonit (karin zari iltihabi) ile olum görülebilmektedir.

Tedavi:

Mide ic yuzune zararli etkenlerin kesilmesi ( ağrı kesici-romatizma ilaçları,sigara gibi) ,psikososyal sorunlarin giderilmesi, varsa baska vucutsal hastaliklarin tedavisi ve H. pylori adli mikroorganizmaya karsı tedavi uygulanmaktadır.Psikoterapi ile hastanın kendini, çevresini ve hayatı algılayışı olumlu bir yöne çevrilmekte, streslere karsı savunmaları güçlendirilmekte ve dengeli ortamı oluşturulması hedeflenmektedir.

c- İltihabı bağırsak hastalıkları:


Bu gruba Crohn hastalığı ve ulseratif kolit girmektedir. Amerika'da yapılan araştırmalara göre Crohn hastalığı yüz bin kişide 3-7; ulseratif kolit ise yüz bin kişide 3-15 arasında görülmektedir. Rahatsızlıklar kadınlarda ve genç erişkinlerde daha çok görülmektedir.

Crohn hastalığı ağızdan anüse dek sindirim sisteminin herhangi bir bölümünü tutabilmekte , iç yüzeyde ülserler, diş yüzeyden Apseler , delinmeler, diğer organlara yapışmalar yapabilmektedir. Ulserztif kolit ise başlıca bağırsağın iç yüzeyinde görülmektedir. Her iki rahatsızlık ta da ishal, karnin sağ alt kısmında kramp seklinde ağrı, kilo kaybı ile seyretmektedir. Ulseratif kolitte makattan kanama görülebilmektedir.

Hastaların % 10 kadarında ayrıca bağırsak dişi organlarda da belirtiler ( ateş, kansızlık, eklem sertlikleri- arterit,karaciğer hastalıkları, deride iltihabı döküntüler) gelişebilmektedir.Ulseratif kolitlilerde ileri donemde bağırsak kanseri gelişebilmektedir.

Hastaların daha çok obsesif- kompulsif , bağımlı, narsistik tipte kişilik yapıları vardır. Kişiler duygusal acıdan olgun olmayıp.ayrılmalara çok duyarlı ve belirgin bağımlılık gereksinimleri olan , sürekli çevreden istekleri olan,çevrelerinden gelen mesajları reddedilme olarak algılayıp, duyarlılık gösteren kişilerdir. Bu kişilerdeki önemli ayrılıklar hastalığın şiddetini arttırabilir.

Hastalıkta depresyon ve kaygı artmıştır.Bu artış hastalığın şiddeti ile doğru orantılı olarak artmaktadır.

Hastaların 2/3 ünde en az bir kez operasyon gerekmektedir.Ulseratif kolitlilerin 1/5 inde tüm kalın bağırsağın çıkarılması ameliyatına gidildiği gözlenmiştir.

Tedavi:

Hastada gerekli cerrahi girişimlerin yapılması, damardan beslenme, iltihabı durumla mücadele için uygun ilaç tedavileri yanında psikiyatrik tedavi ( gelişebilecek depresyon , psikoz ve su-yüz denge bozuklukları nedeniyle delirium denen durum nedeniyle) uygulamak gerekmektedir.

Psikosomatikf Bozukluk

Kalp-damar hastalıklarının stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı


Psikiyatrik hastalıklar dolaylı yoldan etkili olarak kalp hastalıklarına yol acarlar ( sigara içmek, yüksek yağ oranlı diyetler,fazla alkol tüketimi gibi ), ayrıca doğrudan etki ile de kalp hastalıkları gelişebilmektedir. Bu vücutsal şikayetlerin daha fazla şiddette hissedilmesi ya da hastalığın oluş mekanizmasını hızlandırmak seklinde olabilmektedir.

Kalp hastalığından ani olum vakalarının , kişilerin gerilimli donemler yasadığı , depresif yakınmaların olduğu dönemlerle paralellik gösterdiği gözlenmiştir. Bazı kişilerde de kalp hastalığı olmadan göğüs ağrısı ve çarpıntı yakınmaları depresif bozukluklar ya da kaygı bozukluklarında görülebilmektedir. Stres damar daralmaları ile kalp dokusunda kanlanmada azalmalara, enfarktüslere, kalp yetmezlikleri, kalp atımlarında düzensizliklere, yüksek tansiyon, düşük tansiyon, kalp kapak hastalıkları ve beyin-damar hastalıklarına yol açmaktadır.Kalp- damar hastalıklarının oluşumunda ruhsal sorunların önemli bir yeri vardır. Bu çerçevede iki hastalıktan bahsedelim.

Korner kalp hastalığı:

Stresle birlikte sempatik sinir sistemi çalışmasında artış olmakta , böbreküstü bezinden fazla miktarda adrenalin salgılanmaktadır. Bunun salgılanması da kan basıncı, kalp atim ve solunum şayisini arttırmakta, kan seker düzeyini yükseltmektedir.

1959 yılında önerilen bir modele göre "A tipi" kişiliğe sahip bireylerde ( hırslı, sabırsız, saldırgan, rekabetçi tavırları olan,sürekli zaman darlığı yasayanlarda korner damar hastalığının daha yoğun görüldüğü belirtilmiştir. Son çalışmalara göre ise bu tur tutumların , davranış özelliklerinin psikiyatrik tedavi sonucu değiştirilmesi ile hastalıkta yinelemeler ve olum hızı azaltılmıştır. Enfarktüs geçirip hastanede yatmış kişilerde majör depresyonun varlığı , 6 aylık bir izlen döneminde olum riskini arttırmıştır.

Ani ölümlerle , rahatsız edici ani çevresel olayların arasında belirgin ilişki gözlenmiştir. Kalp ritim bozuklukları nedeniyle tedaviye alınan kişilerin % 21 inde , bu bozukluğun başlangıcında duygusal olaylara rastlanmıştır. Sosyal destek eksikliğinin de korner hastalık riskini arttırdığı belirlenmiştir

Hastalarda mevcut yakınmalar nedeniyle, kalbi besleyen korner damarlarda darlık ya da tıkanma varlığını araştırmak amaliyle yapılan anjiografilerde , kişilerin % 10-30 unda korner arterlerde bir sorun olmadığı gözlenmiştir. Bu bulguya rağmen kişilerde göğüs ağrısı ve mesleki-sosyal sorunlar psikiyatrik durum nedeniyle devam etmektedir. Bu kişilerin % 40-50 sinin panik bozukluk hastalığı olduğu belirlenmiştir. Başka bir çalışmada ise bu kişilerin % 35 inde majör depresyona rastlanmıştır.

Göğüs ağrısı olan panik bozukluk hastalarında , korner hastalıklı kişilere göre daha çok belirtiye rastlanmıştır. Bu kişiler sonuçta , kalabalık, toplu tasım ve lokantalarda yemek yeme vs. gibi durumlara karsı kaçınma davranışları geliştirmekte ve eve bağımlı hale gelebilmektedirler.

Bazı kişilerde de hem panik bozukluğu, hem de kalp hastalığı bulunmaktadır. Bu durumda bir panik atağı ile birlikte kişide kan basıncı ve kalp atışlarında artış olmaktadır. Bu kalp kaslarında kullanılacak oksijeni bitirmekte, kalp kaslarına giden kani azaltmaktadır. Sonuçta kalp spazmı da denen "angına " şikayetlerine yol acmaktadır. Bu durum da bir kısır döngü seklinde kaygı turu yakınmaları arttırmaktadır.Birlikte bulunan panik bozukluğu olum riskini arttırmaktadır.

Korner damar hastalığı gelişiminde etkili risk faktörleri arasında sigara, kanda yüksek kolesterol düzeyleri ve yüksek tansiyon gelmektedir. Uzun suredir varolan depresyon bu etkenlerin her birinin gelişiminde etkilidir. Depresyonlularda görülebilen yoğun kilo alim ya da kayıpları da korner damarlara zararlı olmaktadır. Sigara içimi de çoğunlukla psikiyatrik hastalıklarda görülen bir durumdur.

Orta ya da yüksek düzeyde ümitsizlik düzeyleri olanlarda kalp-damar hastalıklarından olum riski 1,5- 2,5 kat daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca çevresel desteğin yetersiz olusu, düşük gelir düzeyi, es-aile kaybı da olum riskini arttırmaktadır. Daha önce enfarktüs ( kalp krizi) geçirip, yalnız yasayanlarda da olum riski yüksektir.

Toplumdan uzak bir yasam ve günlük yoğun stres enfarktüsten olum riskini arttırmaktadır.

Bir duygu-durum bozukluğu olan 55 yas ve üzeri yas grubundakilerde 4 kat daha çok doğal ölüme rastlanmıştır. Enfarktüs geçiren ve majör depresyon gelişen kişilerde, bu durumun gelişmediği kişilere göre 5 kat daha çok oranda altı ay içinde ölüme rastlanmıştır. Psikolojik streslerin kanda pıhtılaşmayı sağlayan trombositlerin de işlevlerinde artışa yola cip, korner damarlarda tıkanma ve ölümlere neden olduğu saptanmıştır.

Enfarktüsü izleyen iki ay içinde, kalp atim düzensizliği olan ve yüksek oranda depresif yakınmaları bulunanlarda bir yıl içinde olum riskinin daha yüksek olduğu görülmüştür

Enfarktüs sonrası donem:

Korner bakim biriminde geçirilen birkaç günün sonunda psikolojik gerilimin azalmaya başladığı belirlenmiştir. Kalpteki olayın öneminin farkına varılması ve yeni durumda uyulması gereken kurallar nedeni ile depresyon, bazen de öfkeli, zarar verici davranışlar başlayabilmektedir. Hastalığı yok sayma, kabul etmeme seklinde davranışlar yaşanabilmekte, bu da mesleki, cinsel, fiziksel aktivitelerde uygunsuz ve ölüme götürebilecek durumlara yol açmaktadır.

Enfarktüslülerin ortalama yarısında depresif şikayetler görülebilmekte , ancak % 20 sinde majör depresyona rastlanmaktadır. Sadece depresif şikayetleri olanlarda yakınmalar 3-4 ayda düzelirken, majör depresyonda bu sure uzamaktadır.


Enfarktüs sonrası donemde esin önemi çok büyük olup, duygusal yakınlık ve destek verilmesi, yeni hayat düzenine uyum, bazı uygunsuz davranışların terki, cevre ile ilişkiler gibi konularda psikiyatristin yardımcısı konumuna gelmektedirler. Bu durumun olamadığı ailelerde, hastanın algıladığı ağrı daha yüksek olmakta, tekrarlayan hastane yatışları görülebilmekte, kişi kendini daha ağır hasta gibi hissetmektedir.

Hipertansiyon ( yüksek tansiyon ):

Kan basıncının 160/90 mm Hg düzeyinin ( halk arasında bilinen sekli ile büyük tansiyonun 16 , küçük tansiyonun 9 olması) üstüne çıkması durumunda yüksek tansiyondan bahsedilir.

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre yetişkinlerin % 20 sinde yüksek tansiyona rastlanmaktadır. Yüksek tansiyon kalp korner damar ve beyin damar hastalıklarına yol açan en önemli etkenlerden biridir. Yurt dışında yapılan araştırmalarda erişkin nüfusun % 30 kadarında yüksek tansiyona rastlanmıştır. Bu duruma yol açan en önde gelen nedenlerden biri % 85 vakada rastlanabilen esansiyel hipertansiyondur ki, tam bir kaynağı gösterilememektedir.

Yapılan çalışmalara göre bu grupta yüksek tansiyon ile kişilik yapıları ve olaylarla bahsetme yöntemleri arasında ilişki saptanmıştır. Boyun eğici ve öfkesini ifade etmede sorun yasayan kişilerde hipertansiyona rastlanmıştır.
Başka bir çalışmada ise hem öfke ifadesinin bastırılması hem de aşırı öfke ifadesi hipertansiyonda anlamlı ölçüde birliktelik göstermiştir. Hipertansiyonda ilaçlı tedavi yanında gevşeme eğitimi ve psikoterapicin etkili olduğu saptanmıştır.

Yüksek tansiyon ya hastaların % 10-15 inde bir böbrek, vücut iç salgı sistemine ait, gebelik,, nörolojik ya da kalp hastalığına bağlı olarak gelişmekte; ya da hastaların çok büyük bir kısmında olduğu gibi "esansiyel" denen tiptir.Esansiyel hipertansiyon etkenleri arasında kalıtım, beslenme, toplumsal ilişkiler ve psikolojik özellikleri sayabiliriz.

Kimlerde daha çok görülmektedir?

Bir araştırmaya göre yüksek tansiyonluların kisilerarasi çatışmaları ve iddiacılıkları yüksek kişiler olduğu görülmüştür. Bu kişilerde öfke daha yüksek düzeylerde olup ,daha çok öfkelenme ile seyreden yaşantılar görülmektedir. Geçmiş donem yaşantılarında fiziksel, duygusal ya da cinsel tacizler, anne-baba ayrılığı, yokluğu, ailede ağır bir hastalık varlığı gibi çocukluk cağı travmalarına rastlanmıştır.

Daha düşük gelir ve eğitim düzeyi, daha az sayıda kardeşe ve A tipi davranış yapısına sahip oldukları gözlenmiştir.

A tipi davranış yapısının özellikleri :

-Yüz ifadesinde gerilim

-Konuşma esnasında her iki yana doğru hızlı göz hareketleri

-Hızlı ve çok sayıda istemsiz göz kırpma hareketleri ( dakikada 40 tan çok saniyede )

-Diz sallama veya parmakları bir yere hızla tıklatma hareketleri

-Hızlı ve cümle sonundaki heceleri yutarak konuşma

-konuşma esnasında dudak saplatma seslerinin varlığı

-tik benzeri hızlı bir şekilde kasları alnı kırıştırarak yukarıya kaldırma

-konuşurken bası sallama,bas hareketleri

-konuşurken hava yutma

-mırıldanma,acele konuşma

-gergin bir duruş sekli

-iç çekmeler

-hızlı vücut hareketleri

- göz çukuru etrafında koyu renk değişimi

-alin bölgesi ve üst dudakta terlemeler

-Bu tur bir yapıya sahip olduğu bilincinin kişide olması

-Bir isi yaparken ,ayni zamanda başka bir aktivite veya düşünce ile de meşgul olmak ( yemek yerken gazete okumak, araç kullanırken telefonla is görüşmesi yapmak gibi)

-Hızlı yemek,hızlı yürümek, herseli acele yapmak

-Zamanla yarışarak, tam vaktinde bitirmeye yönelik aşırı caba hali

-Çalışma ve ev hayatındaki temponun yavaşlatılması konusunda kişinin esinden gelen öneriler

- Oturup,birsek yapmadan dinlenmek konusunda zorluk çekme

-Tik seklinde dişleri meydana çıkaracak kadar dudak kenarlarını geriye doğru çekme

-Sinirli, gergin bir gülüş tarzı

-Elleri yumruk haline getirme, parmaklarla masaya vurma , el ve parmaklarla oynayıp, fazla kullanma

-Patlayıcı, kesik, kuvvetli , genelde kulağa hös gelmeyen bir ses tonuyla konuşmak

-Genellikle küfürlü ve acık-saçık sözlerle konuşmak


Bu tip özelliklerin olduğu kişilerde yetersizlik duyguları ile birlikte kendine verdiği değer ve özgüven azlığının da bulunduğu gözlenmiştir.

Bu tip yapının psikiyatrik acıdan tedavisi ile olumlu sonuçlar alınmakta olup, konu ile ilgili çalışmalar halen sürmektedir.

Hiç yorum yok: