2 Ekim 2008 Perşembe

Kleptomani ( zorlantılı çalma hastalığı)

Kleptomani ( zorlantılı çalma hastalığı )
İhtiyacı olmadığı, hemen kullanmayacağı halde ve maddi değeri nedeniyle satma düşüncesi olmadan bir takım nesneleri izinsiz olarak alarak, onlara sahip olma şeklinde bir dürtü kontrol bozukluğudur. Kişinin aslında o malı satın alabilecek yeterli maddi birikime sahip olduğu, ancak buna rağmen bu davranışı gerçekleştirdiği gözlenmiştir. Bu davranış daha önceden düşünülmemiş ve planlanmamış olup, aniden gerçekleştirilir. Bu davranış birinden intikam alma amacıyla yapılmamıştır. Birey bu davranışın yanlış ve uygunsuz olduğunun bilincindedir. Kişiler bu davranışı gerçekleştirmek için başkalarından yardım istemezler. Tarihte Fransa kralı 4. Henry ve Sardunya kralı Victor un bu özelliklere sahip olduğu bilinmektedir.
Rahatsızlığın çocukluk yaşlarında başladığı belirlenmiştir. Kişi bu davranışı gerçekleştirmeden önce, yoğun bir gerilim hisseder. Bu davranış akabinde, mutluluk, rahatlama ve büyüklük hissi içine girmektedir.
Rahatsızlık hakkında yapılan çalışmaların azlığı ve bu durumların kişiler tarafından gizlenmesi ve bu durumu gerçekleştiren kişilerin sağlık hizmetlerinden çok, adli makamlara sevk edilmeleri nedeniyle gerçek sıklığı tam olarak bilinemese de bin kişide altı kişide rastlandığı saptanmıştır. Yakalanan dükkan hırsızlarının % 5-25 inde saptanmıştır.

Hastaların genel özellikleri:


Kadınlarda erkeklere göre yaklaşık dört kat daha sık görülmektedir. Cinsiyetler arasındaki oranın bu kadar yüksek olmasının bir nedeni de, erkeklerin böyle bir durumda çoğunlukla hastaneler yerine cezaevlerine gönderilmeleri olabilir. Kadınlarda ortalama olarak 30-35 yaşta; erkeklerde 50-55 yaşta daha sık görülmektedir. Hem erkek hem de kadınlarda diğer dürtü kontrol bozuklukları rahatsızlığa eşlik edebilir. Erkeklerde daha çok piromani (dürtüsel olarak ateş yakıp, yangın çıkarma) ve hastalık derecesinde kumar oynama ve tekrarlayıcı patlayıcı davranım bozukluğu ile bir arada iken; kadınlarda trikotilomani ( dürtüsel olarak saç ve vücut tüylerini yolma hastalığı) ile beraber bulunabilmektedir. Rahatsızlık sosyoekonomik düzey ile doğrudan ilişkili olmayıp, bu durumdaki kişinin sosyokültürel düzeyi yüksek de olabilmektedir.Kişiler bu davranışlarına engel olabilmek için sosyal hayatlarını kısıtlayabilir ve çevrelerinden uzaklaşabilir, alışveriş yapmamaya çalışabilirler.

Hastalığa neden olabilecek etmenler:


Çocukluk döneminde yaşanan olumsuz koşulların sonucu gelişen kayıp yaşantıları önemli etkenler arasındadır. Kleptomanik davranışlar da bunların etkisini gidermeye yöneliktir. Bilinçaltındaki bu anıların kişiyi zorlaması ile oluştuğu düşünülmektedir. Bu kişilerin çocukluklarındaki aile hayatlarının oldukça travmatik ve sorunlu olduğu saptanmıştır. Bu bireylerde narsisistik (kendine olan sevgi,ilgi ve destekler) kırılmaların, özgüven yaralanmalarının sonucu olarak ortaya çıktığı da düşünülmektedir. Kişinin özsaygısı ve değerliliğine yönelik yapılan saldırılar, ilerleyen dönemlerde kişinin olgun bir benlik yapısı geliştirmesine engel olur ve bu tür davranışlara zemin hazırlar.

Kleptomani eylemleri bir kayıp yaşantısını izleyerek de gelişebilmektedir. Bu duruma kadınlarda çocukların evden uzaklaşması; erkeklerde andropoz döneminde rastlanabilir. Kadınlarda gerilimin arttığı adet dönemleri ve hamilelik dönemlerinde bu tür eylemler artmaktadır. Özellikle bizim toplumumuzda hamile kadınlarda başkasının evinde misafir iken, yiyecek maddelerine karşı olan bu davranış ilgi çekicidir.

Bu tür davranışlarda odaklanılan maddeler kişi için cinsel bir anlam da taşımaktadır. Çok etkileyici bir parfüm ya da kişi için cinsel anlam ifade eden bir kitap kolayca çanta ya da elbise içine girebilmektedir.Bu kişilerde sıklıkla cinsellikle ilgili sorunlara da rastlanabilmektedir. Çeşitli psikiyatrlara göre çocukta 3-5 yaş arasında gözlenen ve Freud tarafından “fallik dönem” olarak adlandırılan, çocuğun cinsel organlara yönelik ilgi ve hareketlerinde artışın olduğu dönemlerde karşılaşılan sorunlarla ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Freudun ruhsal yapı modeline göre, kişide doğuştan geldiği düşünülen ve her an istediği herşeyi fütursuzca yaparak haz almayı hedefleyen altbenlik (id) ile; anne-baba ,öğretmen vb gibi otorite konumundaki kişilerin ahlak anlayışlarının etkisi ile oluşturulup,bunun tam tersi bir şekilde “hiçbir yerde ve asla” şeklinde hareket eden kişinin topluma uyumu için kişinin istek ve eylemlerine sınır koyan üstbenlik (superego) ve bunların ikisi arasındaki dengeyi sağlayan asıl uygulayıcı güç olan benlik (ego) arasında düzenli bir danışma ve uzlaşma olmalıdır. Kleptomani davranışları gösteren kişilerde bu düzenli işleyişin bozulduğu ve üstbenliğin etkisini çok arttırarak , acımasızlaştığı ve kişinin kendisini suçlamak, cezalandırmak, küçük durumlara düşürmek için bu tür hırsızlık eylemlerine giriştiği düşünülmektedir.

Kleptomani kişide varolan obsesif kompulsif bozukluk (saplantı-zorlantı bozukluğu) ve depresif bozuklukların farklı bir görünümü olabilir. Kleptomanik davranışlar ile kişi kendisini geçici olarak iyi hissederek, kaygısını ve ruhsal çökkünlüğünü azaltmayı hedefler. Bununla birlikte bu dürtüsel eylemlerin artarak devam etmesi ve oluşturduğu sorunlar bu rahatlamanın , buzdağının üstünü yoketmekle aynı anlama gelmektedir.
Kleptomanin eşlik ettiği psikiyatrik bozukluklar arasında dissosiyatif bozukluklar, duygudurum bozuklukları ve yeme bozuklukları da sayılabilir. Bu rahatsızlık başka vücutsal hastalıkların sonucu da görülebilmektedir. Bunlar arasında epilepsi (sara), beyin atrofisinin görüldüğü durumlar ve demans (bunama), bazı ilaç tedavilerinin yan etkileri ve bazı tümörler sayılabilir.

Tedavi:


Kişinin geçmişi ve şu anı ile ilgili zedeleyici olayların saptanarak, bunlara yönelik uygun düşünce şemaları geliştirilmesi ve toplumsal ilişkilerdeki uygunsuz savunma mekanizmalarının değiştirilmelerini hedefleyen terapiler, dürtüsel hareketleri ve kaygı durumunu azaltmaya yönelik ilaç tedavileri ve gerekirse hipnoz ile başarılı sonuçlar alınmaktadır.

1 Ekim 2008 Çarşamba

Deli kim ? Napolyon mu ? Kredi kartindan nakit çekenler mi ?

Bu günlerde ismi lazım değil baş harfi “F” olan bir banka, reklâmlarında kredi kartından nakit çeken bir kişiyi "delirmiş olmalı" deyip ambulansa paketleyip götürüyor. Bu bankayı tercihin ne kadar akıllıca olduğunu bilemem. Kendileriyle tanışıklığım, sadece teknoloji ürünleri satan bir mağazadan satın alacağım ürünü, o bankaya ait kredi kartı ile almam halinde %15 indirim yapacaklarını söylemeleri ile oldu. Üstelik 8 ay taksitle. "Peşin ödeyeyim, indirim yapın" dedim. Yapmadılar. Alacağım ürünün fiyatı 2000 YTL civarında olduğu için 300 YTL lik bir fark doğuyordu. Kredi kartını hemen mağazadan temin ederek ürünü satın aldım. Ama almaz olaydım. Her gün en az iki kısa mesajla taciz etmeye başladırlar. Kefilsiz 5000 YTL kredimi hemen alabilirmişim. Olur, başka? Şu gün şu kadar alışveriş yapın filanca yerden, ödemelerinizi iki ay sonra başlatalım. Benim yerime ödeyeceklerini söyleseler anlayacağım. Ama onu da demiyorlar!

Neyse tüm bunları bir kenara bırakalım. Kredi kartını çarşıda, pazarda dağıtan bankalar bizden daha akıllı olsalar gerekir ki limitini de kallavi koymayı ihmal etmiyorlar. Aslında yaptıkları bir balıkçının oltasını atıp beklemesinden ibaret. Dertleri balıkları toplamak tek tek. Cebinizde olmayan parayı harcamanızı ve sıkıştığınız yerde kredi kartının asgari ödeme miktarını aşıp faiz çarkına düşmenizi bekliyorlar. Çok akıllılar. Çünkü ödemelerini düzenli yapan kredi kartı kullanıcısının hiçbir cazibesi yok. Asgari ödemeyi yapacaksınız ki faiz işleyecek banka parasına para katacak. Paralar küçük belki ama sizin gibi binlerce, on binlerce kişi olunca rakamlar büyüyor, büyüyor adeta bir kartopunun çığ haline gelmesi gibi. İşte bu yüzden daha çok kredi kartı dağıtıyorlar, alışverişlerinizi kredi kartına yönlendiriyorlar. Yine bu yüzden memleketimde ekonomiyi kayıt altına alacağız bahanesiyle, harcanan her paradan bir miktarı yurt dışına göndermemizi sağlıyorlar. Evet, çok akıllısınız.

Biz de akıllı olalım: Kredi kartı yerine nakit harcayalım. Yaptığımız her alışverişin fişini alalım. Böylece kendi ekonominizi düze çıkarırken memleket ekonomisinin de düze çıkmasına ufak da olsa bir katkıda bulunmuş oluruz. Cebimizde olmayan ya da kazanamayacağınız parayı harcamanın getireceği sıkıntıları yaşamamış oluruz. Birçok kişi cebinde olmayan parayı harcayıp bir süre sonra sıkışıyor. Kişi kendi yaptığından sorumludur elbet. Ancak kredi kartı intiharlarının müsebbibi bankalar olduğu kadar, onları denetlemeyen ve gelişigüzel kredi kartı dağıtılmasına müsaade eden devlet de aynı zamanda sorumludur. Kredi kartı çılgınlığımız bu hızla devam ederse her gün yeni insanlar için deniz bitecek ve karaya vuran bir sürü insan sosyal sorunları da beraberlerinde getirecek.

Şimdi geleceği belli olmayan bir parayı harcayan kişinin ne kadar akıllıca davrandığını sorgulayalım : Psikiyatrik tanılarda sınır koymakta zorlanmanın çok ciddi bir sorun olduğu üzerinde durulur. Bu konuda kişilik bozukluğu olan bir kişi sosyal ilişkilerinde, cinsel yaşamında ve para harcama konusunda zorlanır. Örneğin sınırsız harcar, ilişkilerine sınır koyamaz. Manik bir kişi de yine ilişkilerinde sınır sorunu yaşar ve kazandığından çok harcar. Çoğunlukla da hastalık dönemi bittiğinde ödeyemeyeceği kadar çok harcamış olarak dönemden çıkar. Ödeme zamanı çoğu kere depresyon dönemine denk gelir ve ödeme güçlükleri depressif hali daha da ağırlaştırır. Burada kişinin sorunları bankayı ilgilendirmez o kanunen alacaklıdır ve hakkını almak için bir süre sonra yasal yollara başvurabilir. Böylece ortaya çıkan sorunun boyutu biraz daha büyür. Bu sorunu yaşayanların sayısı arttıkça sosyal patlamaların da yaklaştığını söylemek safdillik olmaz.

Her ne şekilde olursa olsun insanın yaşamına koyması gereken sınırlardan biri de ekonomik sınırlardır şüphesiz. Atasözlerimizin arka planında çoğu kere ciddi psikodinamik süreçler yatmaktadır. “Ayağını yorganına göre uzatmak" bu anlamda psikiyatrinin koymaya çalıştığı sınırları tam olarak ifade eder.

Şimdi gelelim ana konuya; banka kredi kartından nakit çeken adama "deli" demek ne kadar etiktir? Bu bir damgalama mıdır? Bu bir aşağılama ifadesi midir? Deli olmak kişinin kendi elinde olan bir şeydir de ondan mı delirmiştir?

Kişinin şuur ve hareket serbestîsi olmadan yaptığı bir şeyde mesul tutulmadığı ve ceza almadığı da varsayılırsa, hakikaten "delilik" tam bir mazur görülme halidir. Gerçeği değerlendirme yetisinin kaybolduğu ve buna bağlı olarak kendi kafasında ürettiği bir takım değerlerle hayatını idame ettiren ve çoğunluğun değerleri ile örtüşmediği için de farklı algılanan kişiye delilik ithaf edilir. Peki, biz tarihte deliye deli olduğu için zil takıp ortalıkta dolandırmış mıyız? Hayır. O halde deliye bile deli demeyen bir kültürün mirasçıları olarak biz, bir reklam kampanyasının ana sloganı haline getirilmiş delilik damgalamasına sadece gülüp geçecek miyiz ? Görsel reklamlarda banka kartından para çektiği için kendine ya da çevresine zarar vermesi engellenmek için kullanılan gömleği giydirip ambulansın arkasına tıkmak ve Napolyon’un bile “para para” dediği halde eleştirdiği bir adama deli diyerek reklam yapmak ne kadar doğrudur.

Ben “F” harfi ile başlayan bankayı yaptığı reklâmdan ötürü, “deli” damgalama kelimesini bu şekilde kullandığı için kınıyorum.
Kredi kartı çılgınlığına dur demedikleri için yetkilileri de kınıyorum. Soysal patlamaların önüne sadece muhtaçlara ekmek, kömür dağıtmakla olmaz. İnsanların sosyal sorunlarını artıracak yollardan gitmelerini de önlemelisiniz. Kredi kartı çılgınlığında susuzluğu deniz suyu ile gidermek gibi bir durum vardır. Nakit ihtiyacınızı karşılamak için bankadan kredi almak günü birlik ihtiyaçlar için nakit kredi kullanmak susayan bir adamın deniz suyu içmesi ile susuzluğunun biraz daha artmasına benzer. Yandıkça içer, içtikçe yanarsınız. Bunun çaresi az da olsa tatlı su içmektir. Yani zaruri ihtiyaçlar dışında tasarruf etmektir. Zorunlu olmayan harcamalarımızı ise paramız olursa yapmaktır. Yani neymiş, ayağımızı yorganımıza göre uzatmakmış!

Şimdi sorarım size, deli kim? Napolyon mu? Kredi kartından nakit çekenler mi?

Tecavüz ve Cinsel Tacizde Ruhsal Durum

Tecavüz gönülsüz bir kurbanı zorla cinsel bir eğleme katmaktır. Genellikle bu eylem cinsel birleşmedir. Bununla birlikte anal birleşme ve oral sex te tecavüz sayılır.

Tecavüz, kurbanın hemen her zaman fiziksel zarar görmeyle tehdit edildiği yaşamı tehlikeye sokan bir deneyimdir.

Tecavüzleri % 50 sinden fazlasının yetkililere bildirilmediği dikkate alındığında bu insanların da tedavi olmadıklarını düşünmek yanlış olmaz sanırım.

Tecavüz temelde cinsel bir yaklaşma eyleminden çok vahşi bir aşağılanma eylemidir. Tecavüz edenle edilen arasındaki temel etkileşim ise fiziksel egemenlik ve boyun eğme ilişkisidir. Bu durumdaki kurbanın çektiği çaresizlik hissinden cinsel tatmin olma oranı aslında sanılanın ötesinde çok azdır. Bazen tecavüzcü cinsel anlamda yetersiz de olabilir ve bu gibi durumlarda tecavüzcüler şiddet dahi kullanabilirler.

Tecavüzcülerin neredeyse tümü erkek ve mağdurların tümüne yakın bir kısmı kadındır.

Hem tecavüz hem de cinsel taciz kurbanlarının tipik tepkileri utanç,aşağılanma, sıkıntı hissi, şaşkınlık ve öfkedir. Bir çok kurban yaşadıkları durumdan bizzat kendilerinin sorumlu olup olmadığını ve saldırıyı bir şekilde kendilerinin davet edip etmediklerini sorgularlar.

Uzun vadede depresyon , travma sonrası stres bozukluğu ve sıkıntı ile giden bir çok rahatsızlık ortaya çıkabilir. Ancak yerinde psikolojik destek ve yardım bu durumları önlemek için önemlidir. Böyle bir duruma maruz kalan kişide aşağıdaki belirtilere dikkat etmek ve tedbir almakta fayda vardır.

Yaşanılan deneyimin tekrar yaşanıyormuş gibi olması (flashback)

Deneyimle aşırı zihinsel meşguliyet,

Kendini bir türlü temizleyemediği korkusu,

İzlenme yada yalnız kalma korkusu,

Saldırırın olduğu yere geri dönme korkusu,

Kabuslar,

Uykusuzluk,

Yeme alışkanlıklarında değişimler,

Baş ağrıları

Bulantı ve kusmalar,

Hasta cinsel ilişkiye girmekten kaçınabilir veya vajinismus gelişebilir.


Bu durumlar tedavi edilmediği taktirde yaşam boyu silinmeyen izler bırakacak bir ruhsal sorun halini alabilir.

Depresyon İçin Öneriler

ÖNERİLER
İlaçlara ve psikoterapiye ilave olarak düzgün beslenmek, düzenli egzersiz yapmak ve aile çevrenizden destek, tedaviyi olumlu etkileyecektir

Bunlara ek olarak
  • Gereksiz müdahale, tetkik ve reçeteden kaçınmak,
  • Duygu ifadelerinin desteklenmesi,
  • Düşünce dilindeki yanlış genelleştirmeler, negatif yorumlar ele alınmalı,
  • Yeni ilgi ve uğraş, kendini ifade etme alanları sağlanması yararlı olur.
  • Daha aktif olmak,
  • Kendiniz, yaşamınız ve geleceğiniz ile ilgili düşünce biçiminizi gözden geçirmek,
  • Düşünceleri yeniden yapılandırmak ("Başka nasıl düşünebilirim?"),
  • Düşünce hatalarını yakalamaya çalışmak,

    Depresyondan kurtulmak için yapılacak ilk şey günlük faaliyetleri attırmaktır. İkinci adım, yapmak istediğiniz şeyleri kaydedip, bununla ilgili günlük planlar yapmaktır.
  • Her akşam ertesi gün neler yapabileceğinizi düşünün.
  • Yapabileceklerinizin bir listesini hazırlayın.
  • Günün ilk saatleri için nispeten kolay şeyler planlayın.
  • Eğer bütün günü planlamak zor gelirse, günü parçalara bölün.
  • Planladığınız şeyler ne çok kolay, ne de çok zor olsun.
  • Planınızda hem hoşunuza gidecek işlere, hem de yapmak zorunda olduğunuz işlere yer verin. İkisini dengelemeye çalışın.
  • Şu günlerde yapmaktan hoşlandığınız hiçbir şey olmayabilir. Bu durumda eskiden yapmaktan zevk aldığınız işleri düşünün.
  • Sizi çok zorlayacak birden fazla işi aynı gün için planlamayın.
  • Kendinizi yüreklendirin.
  • Esnek olun.
  • Yedek faaliyetler planlayın.
  • Planlarınız uygulanabilir olsun.
  • Yaptıklarınızı gözden geçirin.
  • Sabırlı olun.
    Düşünce biçimini gözden geçirmek önemlidir.

    Olumsuz düşüncelerle mücadelede ilk adım, "nasıl düşündüğünüzü" ve bu düşüncelerin "duygularınızı nasıl etkilediğini" fark edebilmektir. Daha sonraki adım, daha gerçekçi ve alternatif düşünceler üretmeye çalışmaktır.

    Olumsuz düşünceleri sorgulamayı öğrenmek önem taşır.
  • Düşüncenizi destekleyen kanıtlar var mı? Varsa neler?
  • Olaya farklı yönlerden bakmak mümkün mü? Farklı bakış açıları olabilir mi?
  • Düşünceler kendinizi nasıl hissetmenize yol açıyor? Sizi nasıl etkiliyor?
  • Bu düşüncem doğru mu, bunu destekleyen kanıtlar var mı?
  • Bu olaya farklı yönlerden bakmayı ihmal mi ediyorum?
  • Başka biri benzer bir durumda ne düşünürdü?
  • Kendimi iyi hissettiğim zamanlarda bu olaya nasıl bakardım?
  • Bu şekilde düşünmek bana yardımcı mı, yoksa engel mi oluyor?

    Eğer depresyonda iseniz

  • Kişiliğinize, ilgi alanlarınıza yönelik uğraşılarınıza devam edin. Kendiniz için bir hobi geliştirin.
  • Yalnız kalmamaya, diğerleri ile iletişime özen gösterin.
  • Olumsuz düşüncelerinizin farkına varmaya çalışın. Gerçeğe uygunluğunu sınayın.
  • Alternatif düşünce tarzı geliştirmeye çalışın.
  • Kendinizi daha iyi hissetmeye başlayana kadar evlilik, iş ya da para konularında önemli kararlar vermekten kaçının.
  • Depresyonun bir hastalık olduğunu kabul edin, zayıflık ya da utanılacak bir durum olmadığını bilin ve bir uzmana danışın.
  • Hastalıklar ve Depresyon

    Kronik hastalıklar, çok uzun süre davam eden ve tam olarak tedavi edilemeyen hastalıklardır. Şeker hastalığı, böbrek, kalp hastalıkları, AIDS ve multiple sclerosis gibi hastalıklar bu grup içerisindedirler. Bu hastalıklar tam olarak tedavi edilemiyor olsalar bile, ilaç tedavisiyle, özel diyetler ve diğer tedbirlerle kontrol altına alınabilmektedir.
    Kronik hastalık teşhisi konulan kişiler, hastalıklarına ve tedavi programlarına göre yaşamlarını tekrar düzenlemek zorunda kalmaktadırlar. Hastalıkları, bağımsızlıklarını, yaşam biçimlerini, kendilerini ve diğer insanları algılayışlarını etkileyebilmektedir. Bu nedenle, kronik hastalık teşhisi konulan hastalarda üzüntünün ve umutsuzluğun olması bir dereceye kadar normal olarak görülmelidir. Ancak kronik hastalıklar bazı kişilerde depresyona neden olabilmektedir. Yapılan araştırmalara göre kronik hastalık teşhisi konulan her üç kişiden birinde depresyon semptomları görülmektedir. Kronik hastalıklarla bağlantılı olan fiziksel değişimler depresyonu tetikleyebileceği gibi, birey hastalığın beraberinde getirdiği zorluklara karşı psikolojik olarak tepki veriyor da olabilir.

    Herhangi bir kronik hastalık depresyonu tetikleyebilir, ancak ağır bir kronik hastalığın olması ve bu hastalığın bireyin hayatını büyük ölçüde etkiliyor olması depresyon riskini de arttırmaktadır. Kronik hastalığın ağrıya ve yorgunluğa neden olduğu durumlarda, kronik hastalığa bağlı olarak gelişen depresyon, hastalığı ağırlaştırabilir. Depresyon ağrıların şiddetini arttırabilir.

    Kronik hastalıklarda depresyonun görülme oranı bir hayli yüksektir. Kronik hastalıklar ve bu hastalıklardan muzdarip olan bireylerde depresyon semptomlarının görülme oranı aşağıda sıralanmıştır:

    • Kalp krizi: hastaların % 40-65’inde

    • Parkinson hastalığı: hastaların % 18-20’sinde

    • Multiple Sclerosis: hastaların %40’ında

    • Felç: hastaların % 10-27’sinde

    • Kanser: hastaların % 25’inde

    • Şeker hastalığı: hastaların %25’inde

    Hastalar ve hasta yakınları, çoğunlukla depresyon semptomlarını görmezden gelirler ya da bu semptomların kronik bir hastalıkla mücadele eden bir kişide görülmesinin normal olduğunu düşünürler. Ayrıca, bazı durumlarda depresyon semptomları diğer tıbbi durumlar tarafından maskelenebileceği ve başka bir biçimde ele alınabileceği için depresyonun tedavisi de yapılamamaktadır. Her iki hastalığın da tedavisinin yapılması çok önemlidir.

    Kronik hastalıkları olan bireylerde görülen depresyonun tedavisi, diğer kişilerde uygulanan depresyon tedavisine benzerdir. Erken teşhis ve tedavi önemlidir. Böylelikle kişinin yaşadığı duygu durumu değişmekte ve komplikasyon ve intihar riski azalmaktadır. Depresyon tedavisi gören kişilerde genel tıbbi durumun iyiye gittiği, yaşam kalitesinin yükseldiği ve kronik hastalıkları için uygulanan tedaviye daha iyi uyum sağladıkları gözlenmiştir.

    Depresyon tedavisinde, ilaç ve psikoterapi yöntemleri uygulanmaktadır. Kronik hastalığın tedavisini üstlenen doktorun, depresyon tedavisi için yönlendirmesi ve her aşamadan haberdar olması önemlidir.

    Kronik Hastalıklarla Başetmek İçin ip Uçları:
    Hastalığın fiziksel etkileriyle birlikte yaşamayı öğrenin,
    Tedavinizin nasıl yapılacağını ve bu konuda sizin üstünüze düşen sorumlulukları öğrenin,
    Doktorunuzla her konuda açık bir şekilde konuşun,
    Olumsuz duygularla başedebilmek için duygusal dengenizi korumaya çalışın,
    Özgüveninizi ve kendinize dair olumlu fikirlerinizi korumaya çalışın,

    Depresyon semptomları görülür görülmez bir uzmandan yardım alın.

    30 Eylül 2008 Salı

    Bayram tebrigi mesajı

    Tüm müslümanların mübarek ramazan bayramlarını kutlar en içten dileklerimizle sağlıklı, mutlu ve bir arada ramazanlar dileriz...
    Hayatınızdan tad alın depresyona kafayı takmayın...

    29 Eylül 2008 Pazartesi

    Evlilik sorunları

    Özellikle ülkemiz gibi ailesel bağların ve toplumsal yaşantının kişilerin davranışlarında etkili olduğu toplumlarda erişkin yaşlara gelen kişiler evlenerek hayatlarını sürdürmektedirler. Her ne kadar “dışı sizi, içi beni yakar” deseniz de yurt dışında yapılan çalışmalara göre 45-65 yaş grubunda evli erkeklerde, aynı yaş grubundaki bekar ve birlikte yaşayan erkeklere göre , 10 yıl içinde ölüm oranları iki kat daha az bulunmuştur. Evli erkekler daha uzun yaşama şansına sahip bulunmaktadırlar.

    Evlilikte en önemli sorunlar arasında eşler arası iletişim süresi ve kalitesinin eksikliği, kendi aileleri ve eşlerinin aileleri ile olan ilişkileri, toplumsal hayata yönelik davranış ve hissedişleri, ekonomik sorunlarla başa çıkabilmeleri, mesleki durumları sorunlarını çözmede kullandıkları yollar, eğer çocukları varsa onların bakımı ve yetiştirilmesindeki farklı bakış açıları, ve cinsel hayatlarındaki yetersizlikler ve uygunsuzluklar sayılabilir.

    Evliliklerdeki sorunlar hamilelik, düşük ya da kürtajlar, çocuk sahibi olma, ağır hastalıklar, hastanede yatırılma, yoğun ekonomik sıkıntı dönemleri, mesleki konumdaki değişimler, yeni bir yerleşim yerine taşınma (özellikle bizim toplumumuzdaki ataerkil yaşam düzeni, ekonomik sorunlar , evlenen gençler ve ebeveynleri arasındaki sınır sorunları nedeniyle evlendikten sonra gençlerin erkek tarafıyla ya da onlara çok yakın bir yerde yaşamaları şeklinde), emeklilik gibi kişilerin hayatını etkileyebilecek pek çok değişim sonrasında başlayabilmektedir.

    Kişilerin çocuklarının hastalanmaları ya da daha ağırı çocukların kaza ya da hastalık sonucu ölümü sonrasında da boşanmalar artmaktadır.

    Evlilikte sorunlara yol açan cinsel sorunlar: Kadınlarda vaginismus, anorgazmi ; erkeklerde erken boşalma ve erektil (cinsel organda sertleşme)fonksiyon bozuklukları sayılabilir. Bunlar yüksek olasılıkla psikolojik kökenli olup, tedavi edilebilir sorunlar arasındadır. Eğer kişilerde eşcinsel bir yönelim varsa ve buna rağmen toplumsal baskılar yüzünden evlilik yoluna gidilmişse, sorunların çözümü zorlaşmaktadır. Toplumumuzda sıkça karşılaşılan cinsel sorunlar genellikle daha önce, hatta çocukluk döneminde yaşanan tacizlerle ilişkili olabildiği gibi, aile içinde cinsel bilgilerin ebeveyn tarafından doğru bir şekilde öğretilmeyip, kulaktan dolma yanlış bilgilerden edinilmesi, ailede karşı cins ile iletişimin katı bir şekilde sınırlandırılması ve korkutulması ile gelişebilmektedir. Gençler bu nedenlerle genellikle evlendikleri zaman karşı cinsle ilk cinselliklerini yaşamakta, bu da aşırı heyecan, performans kaygıları ve korku ile sorunlu cinsel girişimlere yol açmaktadır. Bazen de gençler arkadaşlarının ya da bazı akrabalarının telkini ile paralı uygunsuz cinsel ilişkilere girip, ilk deneyimlerde olumsuz yaklaşımlarla karşılaşmakta, bu durum kendi performans kaygılarını arttırmaktadır. Bireyler cinsel açıdan sorunlar yaşıyorsa, bunların tedavilerini birlikteliklerinin erken aşamalarda yaptırmalı bugünkü işlerini yarına bırakmamalı ve eşlerini yıpratmamalıdırlar. Cinsellik sıklığı ve şekli her iki kişinin ortak isteği doğrultusunda olmalıdır. Cinsellik sevgi ile birleştirilmeli , mekanik bir eylemden çok, adeta bir güzel sanatlar gösterisi şekline dönüştürülmelidir.

    Farklı sosyokültürel düzeyler: ( farklı dinler, milletler, mezhepler,farklı sosyoekonomik düzeye sahip aile yapıları gibi) birbirlerinden çok farklı sosyokültürel değerlere ve yargılara sahip olduklarından evlilik sorunları yaşayabilirler. Bireyler çevreden gelebilecek baskı ve zorlamalara göğüs gerecek yapıda değiller ve bunun için gerekli maddi ve manevi güçte değillerse ,birbirlerine ve evliliklerine sahip çıkamayabilirler. Ancak her ikisi de çevrelerine gerekli sınırları koyabilmek için yeterli birikime ve kişilik yapılarına sahipse, evlilikleri çok mükemmel de olabilir

    İletişim düzeyleri: Eşlerin birbirleriyle kurdukları sözel ve vücut dili olan iletişim

    (birbirleriyle az konuşmaları, dertlerini paylaşamamaları gibi) yetersiz ve kalitesizse gene evlilik sorunları erken dönemlerde başlayabilmektedir. Eşler birbileri yanında ağlayabilmeli, sevgilerini her şekilde dile getirmelidirler. “Seni seviyorum” demenin sözel olmayan binbir çeşit yolu vardır ( ufak bir hediye, değişik bir yemek, ona yollayacağınız güzel bir yazı ya da resim, eşinizin sevdiği bir demet çiçek, hafta içi ya da sonu birlikte yapacağınız ufak bir gezi vb.) Sabah ayrılırken birbirinizi öperek, başarılar dilemek, eşiniz eve geldiğinde kapıda sevimli bir yüz ifadesi ile , güzel giysiler içinde karşılamak, bunlar arasında sayılabilir. Ayrıca eşler birbirlerine sadece kendilerine ait, birbirlerinin hoşuna giden bir takım güzel hitaplarla seslenmeyi alışkanlık haline getirmelidir ( bir tanem, bebeğim, aşkım vb). Eşler beyinlerini ayakları altına almadıkları sürece bunları bulabilirler. Ancak beyinlerimizi çöpe atmamız,ne yazık ki televizyonla aşırı derecede haşır neşir olmak, anlamsız gururlar şeklinde bunun en çok görülen sebeplerden biri olmaktadır.

    Her evlilik aslında bir konfederasyon modelinde olmalıdır. Eğer çiftleri oluşturan bireylerden biri diğerinin haklarını çiğniyorsa, onun özgürlük alanına müdahale ediyorsa, kararlar sürekli tek tarafın isteği doğrultusunda alınıyorsa, evlilikler çıkmaza girmektedir. Her kurum gibi evlilik de demokratik bir şekilde yürütülmelidir.

    Zamanın paylaşımı:Evliliklerde bireyler sürekli olarak herşeyi birlikte yapmak zorunda olmamalıdır. Mutlaka birlikte vakit geçirecek aktiviteler de olmalıdır ancak bireyler zaman zaman kendi arkadaşları ve çevreleri ile de birbirlerinden ayrı zamanlar geçirebilmelidirler. Bu bazen orkestrayı dinlemek bazen de tek bir enstrümandan oluşan solo albümleri dinlemek gibidir. Kişi kendine tanıdığı hakların aynısını eşlerine de tanımalıdırlar. Aksi halde efendi-köle ilişkisi olur ve bu ilişkilerin temeline dinamit koymak ile eşanlamlı hale gelir.

    İş ve çevrenin aile hayatınıza olumsuz yönde etkilerinin engellenmesi: İnsanların günlük hayatları bir parça sirklerde göstericilerin 4-5 topu bir arada havada döndürmesi davranışı gibidir. Her top belli bir sürede elde tutulmalı yada dokunmalı ve birbirleriyle aynı hız ve doğrultuda atılmalıdır. Toplardan birisi elde fazla tutulur ya da yavaş atılırsa, diğer toplarda düşmektedir. Benzer şekilde eğer kendine, eşine, mesleğine ve çevresine yeterli zamanı ayırmazsa, bunlardan biri bile aksasa diğerleri de zaman içinde zarar görmektedir. Gene benzer şekilde sadece arkadaşlarınızı ön plana alıyor, eve geç geliyor, eğlencenizin tümünü eşiniz olmadan yapıyorsanız gene sorunlar yaşayabilirsiniz. Mutluluğunuz başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulmamalıdır. Herkesin yeri ayrıdır ve hiçbiri diğerlerini yok etmemelidir. Aşırı işle haşır neşir olmak evinizi ihmal etmenize yol açıyorsa, iyi bir eş ve iyi bir anne-baba olamazsınız. Bunun faturasını da uzun erimde çok daha pahalıya ödersiniz. Evlilik sorunları, çocuklarınızla sorunlar, sağlık sorunları ile karşılaşabilirsiniz. İşte yaşanan sorunlar eve, evde yaşananlar işe taşınmamalıdır. Çevrenizden duyduğunuz herşeyi eşinize, eşinizden duyduğunuz herşeyi de çevrenize taşımamalısınız. Aksi halde çözümü çok zor düğümler atarsınız Evin maddi gereksinimlerini karşılamak işin sadece bir yönüdür. Evin manevi, sevgi gereksinimi de karşılanmalıdır. Eş ve çocukların sadece paraya değil sevgiye de gereksinimi vardır.

    Sadece eşe yoğunlaşmak: Bütün hayatınızı da eşinizin üzerine kurmamalısınız, herşeyi ondan beklememelisiniz. Kendiniz de yaptığınız uğraşlar ve çevrenizle ilişkilerinizden doyum sağlayabilmelisiniz. Aksi halde eşinizi kıskanır, onun hayatını kısıtlamaya başlarsanız evliliğiniz tehlikeye girer. Kendi yağınızla kavrulmayı da öğrenmelisiniz.

    Eski konumdan (çocukluk) yeni konuma (erişkinlik) geçişin idraki: Artık siz yeni bir ailede yaşıyorsanız o kurumun sağlığı için ,gelecekte sizden daha kültürlü,sağlıklı ve mutlu yetiştireceğiniz kişiler için mücadele etmelisiniz. Hayatınızın daha yüksek bir olgunluk basamağını aşmış bulunmaktasınız. Buna rağmen hala eski evinizin küçük çocuğu gibi davranırsanız, anne-babanızın sizin hayatınızı istedikleri gibi karışıp yönlendirmesine izin verirseniz, kendi prensipleriniz ve yöntemlerinizle hayatınızı sürdüremezseniz gerekli olgunluğa ulaşamamışsınız demektir, bu da evliliğinizin kalitesizleşmesini sağlayacaktır. Kendini evlilik için yeterli olgunlukta hissetmeyen ya da bu olgunluk düzeyine ulaşamamış kişiler evlenmemelidirler.

    Birbirini tanıyabilmek ve maske takmamak: Özellikle kırsal kesimlerde erişkin döneme gelen kişiler, ailelerinin kararları doğrultusunda birbirlerini yeterince tanımadan evlenmektedirler. Bazı durumlarda ise aile baskısı ile hiç karşı cinsten arkadaşı olmayan kişiler görüşüp tanıştıkları ilk kişi ile evlenmektedirler. Bu durumlarda kişiler kendi gerçek özelliklerini saklamakta ve karşılarındakini maskeler takarak aldatmaktadırlar. Bunlar sonucunda “cicim aylarının bitiminde” sorunlar başlamakta ve fertler “bu benim sevdiğim kişi değildi” diyebilmektedirler. Ya göründüğü gibi olmak, ya da olduğu gibi görünmek en insancıl yaklaşımdır.evlilik öncesi kişiler birbirlerine karşı açık olmalı ve olumsuz taraflarını görebilecek sürede ve kalitede konuşabilmelidirler.

    Sınırlarınızı belirlemek ve korumak:Toplumumuzda gençler genellikle evlenene dek aileleri yanında yaşamaktadır. Bazı durumlarda evlenecek çağa gelen gençler babalarının yanında çalışmaktadırlar. Bu gibi durumlarda gençler yeterli güce sahip olamamakta ve adeta onların eline bakar duruma gelebilmektedirler. Anneler çocuklarını aşırı kollayıcı olmakta ve onlarda bağımlı bir kişilik oluşturarak, kendi başlarına yaşayabilme becerilerini ellerinden almaktadırlar. Bu gibi durumlarda aileler gençlerle aynı dairede ya da apartmanda yaşamakta, gençlere sık sık müdahale etmektedirler. Bu gibi hallerde sınır sorunları yaşanır ve baba-oğul, gelin-görümce, gelin-kaynana çekişmeleri, damat- kayınpeder ya da eltiler arası geçimsizlikler yaşanabilmektedir.

    Evlilik dışı cinsel ilişki: Evliliklerde çiftlerden herbiri kendini yenileyebilmeli, hayatlarını tekdüzelikten koruyabilmelidir. Birbirlerini onore etmeli, birbirlerinin zevklerini küçümsememeli, fikirlerine saygı duymalı, bakımlı olmalı ve ortak plan ve hedefleri olmalıdır. Kişiler kendilerine değer vermez ve bakımlı olmazlarsa, ev içinde sevimli , anlayışlı bir ortam oluşturamazlarsa ya da kendilerinde doyumsuzluklar varsa , evlilikdışı cinsel birlikteliklere girişebilirler. Kimse kimsenin başkasından kaptığı mikropları paylaşmak zorunda değildir. Bu durumda kişiler kuruma ihanet ediyor demektir Aldatmanın özrü yoktur ancak, sebepsiz sonuç da olmaz. Her iki tarafta istiyorsa, sorunların altyapısına inecek derinlikte terapiler yapılmalıdır. Ancak elemanlardan biri buna isteksizse , boşanmaya kararlı ise, zorla güzellik olmaz.

    Uygunsuz beklenti düzeyleri: Fertler birbirlerinden çok büyük beklentiler içinde de olamamalıdır. En mükemmel aşk, sürekli olarak eğlence içinde kahkahalar içinde yaşama beklenmemelidir. Bu şekildeki ayağı yere basmayan aşırı romantik beklentiler sizi hayal kırıklıklarına uğratabilir. Histrionik kişilik özellikleri olan kişiler sürekli olarak aranılmak, aşırı düzeylerde desteklenmek ve eşlerinin yanında sürekli olarak bir numara olmak isterler. Oysa evlilik bir çocuk oyunu değildir, kişi çevresine , işine de zaman ayırmalıdır. Evlenerek başkasının özgürlüğünü tamamen satın alamazsınız. Özellikle kızlar ailelerinin içinde bulundukları gergin ilişkilerden ve zor ekonomik durumlar nedeniyle erkenden evlenebilmekte ve gerçekçi olmayan beklentileri nedeniyle “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” gibi daha olumsuz durumlar içine düşebilmektedirler. Sadece duyguları ile hareket edenler hüsrana uğrarlar duygular ve mantık elele yürümelidir.

    Otorite mücadeleleri: Evlilik bir güç mücadelesi, meydan savaşı değildir. Herkes kendi alanını korumalı ve birbirine yaptırımlarda bulunmamalıdır. Tabii ki, bunun olabilmesi için fertlerin kişilik sorunlarının olmaması gerekir. “Hep ben haklıyım, o haksız, en doğruyu ben bilirim, benim sözüm kanun” şeklindeki yaklaşımların olabildiği narsisistik ve aşırı düzen ve katı prensiplerle donatılmış olan obsesif kişilikler bir diğerinin üzerinde otorite kurmaya çalışabilir. Bu da sürekli olarak sürtüşmelere yol açar. Evlilik bir meydan savaşı değildir. Bu şekilde elde edilebilecek bir zafer de ancak Pirus savaşı zaferi gibidir. İki tarafta mücadeleden kırılır. Kazanan olsa bile sağ kalan çok az olduğundan zaferin anlamı kalmamıştır.

    Kadınların biyolojik ve ruhsal olarak zayıfladığı dönemlerin anlayışla karşılanması: Hamilelik ve emzirme dönemi kadınların en fazla zorlandıkları dönemler arasındadır. Ayrıca kadınların ayda bir yaşadıkları mensturasyon (adet) dönemleri kendileri için hem kan kaybının getirdiği halsizlik. Hem de o dönemde yaşadıkları hormonel fırtına da demeyelim,kasırgalar onları strese karşı çok zayıf hale getirir.Bu zamanlarda erkeğin eşini daha anlayışla karşılaması, evle ilişkisini daha da çok arttırması, yükleri omuzlaması gerekir. Eğer babalık ya da anneliği kaldıramayacak olgunlukta hissediyorsanız, çocuk sahibi olmamanız gerekir. Gene zor ekonomik dönemler yaşanıyorken birbirinizi mutsuz edecekseniz, evlenmemeniz gerekir. Sinirlenince öfkenize hakim olamıyorsanız ( ki ileri dönemde kalp-damar sorunlarınız olacak demektir), eşinize ya da çocuklarınıza şiddet uyguluyorsanız, sıkıntılar sonrası içki ya da bağımlılık oluşturan maddelere boyun eğiyorsanız gene evliliği hak etmiyorsunuz demektir. Elbette ki eşinizde görüp hoşlanmadığınız bazı özellikleri, içinizde patlama yapmasını beklemeden söylemelisiniz. Ancak bunu yaparken ifadeleriniz ve vücut dilinizi sakin tutmanız, mantığı rafa kaldırmayıp, aşırı duygusal olmadan hareket etmelisiniz. Eğer züccaciyeci dükkanına giren bir fil gibi davranırsanız, bu davranışınız amacından uzaklaşır ve haklıyken haksız duruma düşersiniz, evliliğinize zarar verirsiniz. Unutmayın ki, tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır. Çocuklarınız yaptıklarınızı görüyor, bugün başkasına yaptıklarınız yarın size uygulanabilir, rüzgar eken fırtına biçer.

    Sorumluluklarını bilmek:Ev işleri, çocuk bakımı, alışveriş vb. tek kişinin sorumluluğu değildir. Eğer kadın da çalışıyorsa, ev işlerinin yapılmasına erkek de katılmalıdır.çocuğun bakımı sadece anneye yüklenmemelidir. Eşiniz ve çocuğunuzla gelecekte kurmayı düşlediğiniz güzel günlerin temelini çok erkenden atmazsanız, gelecekteki güzel günleri sadece hayalinizde yaşatacaksınız demektir. Evli çifti oluşturan her bir eleman bu sorumluluklara katılmalı, görevini ihmal etmemelidir. Ne ekerseniz onu biçersiniz.

    Kendinizi feda ederek, çocuklarınız için evliliği hasbelkader sürdürmek: Sadece “çocuklarım annesiz ya da babasız büyümesin” diye evliliğinizi sevgi olmadan sürdürüyorsanız, sorunlu bir evlilik yaşadığınızdan dolayı da çocuklarınız ruhsal olarak olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Anne,babanın maddi olarak aralarında olup, manevi olarak yanlarında olmaması çocuklar için daha da örseleyici olabilir ve onların da kendi evliliklerinde mutsuz olmalarına yol açabilirsiniz. Bazen ayrı ama mutlu ebeveynler, birarada hergün mutsuz çiftlerden daha iyi çocuklar yetiştirebilirler. Çocuğunuz için her türlü olumsuzluğa rağmen evliliğinizi sürdürmek erken yaşta tükenmenize yol açabilir ve aslında çocuklarınıza daha az yardım etmiş olursunuz.

    Alkol, uyuşturucu madde ve kumar gibi alışkanlıklar: Eğer eşlerden birisi bu tür bir alışkanlık içinde ise bunlar maddi, manevi, sosyal ve ailesel iletişim sorunlarına yol açabildiğinden evliliğin güzelliğini bozmaktadırlar. Bu durumların varlığı çoğunlukla boşanmalara yol açabilmektedir. Geçmişten gelen birikmiş sorunlarınızın ve günlük mutsuzluklarınızın çözümünü bu tür zararlı alışkanlıklar yerine bir psikiyatra terapiye giderek sağlamalısınız.

    Kendi mutluluğunuzun anahtarı sizdedir:Evlilik akıllı,duygulu,dürüst ve adil insanların işidir. Eğer kişiler kendilerini karşılarındaki yerine koyamıyorsa yani empati yapamıyorsa, hep ben haklıyım, eşim haksız diyorsa, suçu karşısındakilere atıyorsa ( ki bu kişilik bozukluklarının bir kriteridir), kendine düşen sorumlulukları yapmıyor, çözmek için çaba sarfetmiyorsa, evlilik için yeterli olgunlukta değilsiniz demektir ve evliliğiniz yıkılmaya mahkumdur. Sıklıkla çiftlerden biri daha çokça da kadınlar vücutsal yakınmalarla , bayılma ve sinir krizleri ile hastane acil birimlerine taşınır, doktor doktor dolaştırılırlar. Bu dönemlerde sedece onun değil,sizin de vücutsal ya da ruhsal sorunlar yaşamanız doğaldır. Keskin sirke küpüne zarar verir bu davranışlarınız sizin mide-barsak sistemi, cilt sorunları, cinsel sorunlar, kalp-damar sistemi sorunları gibi psikosomatik sorunlar yaşamanıza yolaçacaktır.Bazen de bu gibi durumlarda kadınlar bir yere dek sineye çekebilir, eşlerinin yaşı emeklilik yaşına gelinceye dek bekler ve sonrasında işler tersine döner. Bu kez kadınlar erkeklerden evin egemenliğini alabilir ve “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” atasözündeki gibi yılların intikamını alabilirler.

    Son söz olarak ölümden başka herşeyin çözümü vardır. Hayatta en kötü şey ileride geçmişte yaptıklarınız ya da yapmadıklarınız için “keşke” ile başlayan sözler söylemenizdir. O yüzden ne yaparsanız yapın, geleceğinizi akıllıca düşünüp, iyice emin olduğunuzda yapmanız gerekir. Herşeye uzun erimli olarak bakın, ufak şeylere odaklanmayın. Ayrılmadan önce de birbirinize değişmek için son bir şans verin, öğrenmenin yaşı ve mekanı yoktur,insan gelişen bir varlıktır, bir psikiyatr ile evlilik terapilerine başlayın. Hepinize daha kaliteli birliktelikler ve bizden daha uygar çocuklar yetiştirebilmeniz dileklerimle.