28 Eylül 2008 Pazar

Karşılık beklemeden yapılan iyilikler ( Philemon ve Baucis in öyküsü )

Günlerden bir gün Zeus, oğlu Hermes ile kılık değiştirip, Olimpostan aşağı inerek, ülkemiz topraklarında yer alan eski Frigya bölgesinde( Ege bölgemizin iç kısımları,Güney Marmara ile İç Anadolu Bölgemizin batısı arasında kalan eski yerleşim alanı) dolaşmaya çıkmışlar. Amaçları insanları sınamak, birbirlerine karşı yaklaşımlarını ve sahip oldukları zenginlikleri nasıl değerlendirdiklerini daha yakından görmekmiş. Bu iki yolcuya kimse gereken ilgiyi göstermemiş, güleryüzle davranmamış, misafir olarak kabul etmemiş, selam bile vermemişler. Sadece yaşlı Philemon ve karısı Baucis kıt kanaat geçinmelerine karşın onları evlerine davet ederek, dostça karşılamışlar. Kim olduklarını bilmeden, bu değerli misafirlerin önlerine sıcak çorbalarını getirmişler, sofralarını paylaşmışlar. İki misafir zengin komşularının soğuk ve umursamaz davranışlarına karşın, parasal açıdan yoksul, ancak sevgice varsıl bu iki güzel insanın içten ve şirin davranışları karşısında çok etkilenmişler. Zeus ve Hermes “ bizler ölümsüzlerdeniz, siz ölümlülerin arasına girerek sizleri sınavdan geçirmek istemiştik. Bu sınavı sadece siz kazandınız. Diğerleri ise bencillikleri, taşkalplilikleri ve saygısızlıkları nedeniyle bu sınavı kaybettiler. Tabii ki sapla samanı ayıracağız. Biz şimdi gidiyoruz , siz ikiniz de bizim ardımızdan gelin” demişler. İki yaşlı insan bu sözler karşısında şaşkına dönmelerine rağmen, bu iki yabancıyı izleyerek, düşe kalka dağ yolundan yukarıya çıkmaya başlamışlar. Bir parça soluklanmak için durdukları anda,büyük bir gürültü ile yerlerinden sıçramışlar. Sesin geldiği yöne baktıklarında daha önce evlerinin bulunduğu toprakların su altında kaldığını, evlerin yıkıldığını, insanların ne olduğunu anlayamadan boğulduğunu üzüntü içinde görmüşler. Bir süre sonra baraka şeklindeki kendi evlerinin, mükemmel bir yapı haline geldiğini görmüşler. Zeus bu yardımsever insanlara dileklerini sormuş. Onlar da doğup büyüdükleri topraklardan uzaklaşmak istemediklerini, bu kutsal yapının koruyuculuğundan başka bir şey istemediklerini ifade etmişler. Zeus da bu dileklerini kabul etmiş. Aradan geçen yıllar boyunca birbirine sevgi ile davranmaya devam eden bu iki insan doğal olarak daha da yaşlanmış. Philemon gençliklerinden bu yana yaşadıkları tatlı anılardan bahsederken, karısı Baucis’in yüzü, elleri ve tüm vücudunun değişerek, saçlarından yaprakların, parmaklarından dalların, ayaklarından da köklerin çıktığını görerek hayrete düşmüş. Aynı görüntüyü Baucis de sevgiyle bağlandığı kocası Philemon da görmüş. Birbirlerine gülümseyerek, veda etmişler aynı anda , birbirlerinden ayrı kalmadan tam bir ağaca dönüşmüşler. Baucis sıcak kış günlerinde içimizi ısıtan ıhlamura; Philemon ise gölgesinde sıcaktan korunduğumuz meşe ağacına dönüşmüş. Ve insanlara faydalı olmaya devam etmişler.

Sevgili dostlar, atalar “iyilik yap, denize at, balık bilmezse, halik bilir” demişler. Aslına bakacak olursanız insanlar zayıf yaratıklardır. Hepimiz bir başkasına çeşitli nedenlerle gereksinim duyarız. Her din insanlara yardımlaşmayı ve sevgiyle yaklaşmayı öğütlemiştir. Başkalarına yardım ederek kendinizle gurur duyabilir , onların gözlerindeki sevgi ışıltılarını kendi gözlerinize de kopyalayarak, dünyaya daha farklı bakmaya başlayabilirsiniz. Bu şekilde çevrenize yaydığınız pozitif enerji ile hem daha çok sevilecek, hem de negatif enerji yükünden uzaklaştığınız için daha genç kalacak ve sağlıklı olacaksınız.

Empati kişinin kendisini başkaları yerine koyabilmesi, onların neler hissettiklerini anlayabilmesi ve ona uygun bir şekilde davranabilmesidir. Kişilik bozuklukları durumunda empati sorunu yaşanmaktadır. Kişiler ne olursa olsun, kendilerinin haklı olduklarını düşünür ve karşılarındakini suçlu ya da hatalı bulurlar. Bu nedenlerle çevrelerindekileri incitir ya da hoşgörü ile yaklaşamazlar. Çevrelerindeki maddi ve manevi her şey, sadece kendileri içindir. Bu davranışlar aile içinde öğrenilerek, nesilden nesile aşılanır. Arkadaşlar arasında benzer şekilde yerleşerek, ortak bir bakış açısı halini alır. Sonuçta toplum kirlenir, çürümeye başlar. Çocuklarınızın ve torunlarınızın daha sorunsuz yaşaması, mutlu ve onurlu olması için herkes kendini düzeltsin, yarın artık bugündür. Hepimizin empatimizi günden güne geliştirerek , daha sempatik bir toplum haline gelebilmemiz dileklerimle, sevgiyle kalın

Mitolojide narsisizm

Eski Yunan mitolojisine göre, dünya üzerinde birçok tanrı bulunmaktaydı. Bunlar çeşitli doğa olaylarından ya da canlı-cansız varlıkların kontrolünden , davranışlarından sorumluydular. İnanışa göre bu tanrılar insan şeklindeydi ve insanlarla ilişki içine de girerlerdi.

Size narsisizm sözcüğünün köken aldığı narkissos'un mitolojik öyküsünü aktaracağız.

Kendine aşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür . Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda 'eko' dediğimiz yankılara dönüşür.

Olimpos dağında oturan tanrılar bu duruma çok kızarlar ve Narkissosu cezalandırmaya karar verirler. Gene günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce farkedemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, ayni Ekho gibi Narkissos ta günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür. İşte narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler de bu şekilde kendilerine aşık, hep önde olmak, en gözde olmak isteyen, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler.

Hiç bir şey göründüğü gibi değildir ( Europa ile Zeus un kavuşmasi )

Günümüzde olduğu gibi, o zamanlarda da bütün kadınlar güzel,duygusal ve hassasmış. Hepsi bir yana, bunlardan bambaşka sevimlilikte bir Europa adlı kız varmış. Ancak bu sevimliliğinin çevresindekileri etkileyip, boş yere ümit vermemesi için erkeklerle arasına kabul edilebilir ölçüde mesafe koyarak kendi dostları arasında mutlu bir şekilde yaşarmış. Zeus bu sevimli kıza gönlünü kaptırmış. Gelin görün ki, mitolojik bir tanrı da olsa Europa’nın yanına yaklaşması ile, Europa onun yanından uzaklaşırmış. Fakat mitolojide çareler tükenmez. Zeus keskin zekasını konuşturarak, kendini herkesin seveceği uysal bir boğa şekline sokmuş. Doğruca Europa’nın yaşadığı yemyeşil kırlara gitmiş. Europa ve birbirinden sevimli kız arkadaşlarının yanına yumuşakbaşlı bir şekilde yaklaşmış. Boğa görünümündeki Zeus Europa’nın yanına gelince durmuş ve ona adeta beni sev diye bakmış. Boğa şeklindeki Zeus adeta bir kedi gibi davranarak, kuyruğunu neşe ile sallayıp, yere çökmüş. Europa da arkadaşlarına “ haydi gelin, bu tatlı hayvanın sırtına binerek kırlarda gezelim, o kadar uysal ki, sanki bir kuzu gibi , üstüne üstlük hepimizi sırtına alabilecek kadar da güçlü” diyerek eğilmiş olan hayvanın sırtına binmiş. Arkadaşlarının yanına gelmesini beklerken, az önceki o yumuşak boğa bir anda yerinden fırlayarak, müthiş bir hızla koşmaya başlamış. Arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında, bir anda Europa korku ve hayret içinde boğanın sırtında ne yapacağını şaşırmış, adeta dili tutulmuş. Kımıldayamaz halde, ne bir şey söyleyebilmiş ne de ağlayabilmiş. İşin ilginç yanı boğa, karanın bittiği yerde deniz üzerinde de koşmaya başlamış. Bir süre sonra boğa görünümündeki Zeus ve güzel Europa tekrar bir adadan karaya çıkmışlar. O zaman Zeus gerçek görünümüne bürünmüş. Europa’ya sevgisini açıklamış. Birlikte güzel günler yaşamışlar. Akıllı ve güzel çocuklar dünyaya getirmişler.

Başlangıçta bize soğuk gelen, ilginç gelmeyen nesneler, kişiler ve olaylar eğer onlara farklı bir gözle bakarsanız güzel ve zevkli hale gelebilir. Bu şekilde hayatımızı daha mutlu bir hale getirebiliriz. Tam tersi bazen de olayların içine sonunu düşünmeden dalarız. Bize çok uygun ve karlı görünür. Oysa bazen gerçekler göründüğünden farklıdır, gerçeklikten uzak , romantik, ayakları yere basmayan duygusal ya da maddi yatırımlar pahalıya malolabilir. O yüzden önyargı ile hareket etmek ne denli uygunsuzsa, aşırı beklentili olmak ve sınırsız davranışlar da o derece zarar verici olabilir. Yani görünüşe aldanmamak gerekir. Bu nedenle hiçbir durum ya da kişi hali ya da tavrı nedeniyle küçümsenmemelidir.

Bir de tabii ki, Zeus gibi eğer bir hedefe kilitlenmişseniz o işi başarırsınız. Karar verip başlamak, o işi yapmanın yarısıdır. Belli bir süre bir işi yaptıktan sonra motivasyonunuz azalabilir. Motivasyonunuzu yenileyip,kuvvetlendirmek için sık sık geleceğe yönelik hayaller kurmalısınız. Kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapmalısınız. Tekdüzeliği kıracak farklılıklar oluşturmalısınız kendinizde ve çevrenizde. Tabii gene Zeus gibi ne yaparsanız yapın aktif olacaksınız, oyuncu olmaya çalışacaksınız olabildiğince, seyirci değil. Direksiyon sizde olacak. Ne yaparsanız yapın sorumlusu siz olacaksınız. Kurda sormuşlar boynun niye kalın diye, kendi işimi kendim görürüm demiş. Siz de hayatınızın dümencisi olun ve kendinizi olayların akışına bırakmayın ki, hayatı onurla yaşayın.

Son söz olarak Europa’sına yani Avrupa’ya Zeus aklını kullanarak kavuşuyor. Zeus kendisi ile barışık, çalışıyor, üretiyor, kendine güveniyor. Biz de önce kendimizin daha insancıl, mutlu ve adaletli bir toplum olmamız için kendimize çekidüzen vererek, kendimizden başlayarak daha sağduyulu, ince, kendimizi başkalarının yerine koyabilir , kendimize, çevremizdekilere, yasalara ve doğaya saygılı davranırsak, daha çok üretirsek Zeus haline gelebiliriz. Sadece kendimizin daha iyi ve üretken bir toplum olmamız bizi doğrudan Avrupa’ya sokacaktır.. Tanzimat fermanından beri peşinde koştuğumuz sevgiliye.

Mantık ve sevgi birlikteliği- Psyche ve Eros:

Öykümüz şu anda Aydın ilimiz sınırlarında bulunan Milet antik kenti krallığında geçmektedir. Milet kralının bir kızı o kadar güzeldir ki, Afrodit onu çok kıskanarak, yok etmek istemiş. Oğlu Eros'a « benim gibi bir tanrıça ile ölümlü bir kızın güzelliğini kıyaslıyorlar. Git ve o kızı bir canavarla evlendir, öyle zorluklar çekip, yıpransın ki bana rakip olamasın» demiş.

Eros annesinin yanından Olimpos'tan inerken Psyche'nin kalbine atacağı ok ile onu bu canavara aşık etme düşüncesindeymiş. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış. Eros Psyche'ye aşık olmuş. Ancak Eros bir tanrı imiş ve tanrılara göre ( Zeus hariç) ölümlüler ile ilişki kurmamalıymış. Buna çare olarak Eros kimsenin bilmediği , ıssız bir yerdeki mükemmel bir şatoda aşığı ile buluşmaya başlamış. Kanatlı bir tanrı olduğundan , Psyche'nin fark etmemesi için geceleri karanlıkta buluşup , Psyche'nin onun vücudunu görmemesini sağlamaya çalışıyormuş. Ondan da kendisini görmemesini istiyormuş. Bu arada Psyche'nin kardeşleri aslında onun aşığının çok çirkin olduğu için böyle davrandığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine Psyche, eline aldığı bir kandille gece yarısı uyumakta olan Eros'u görmeye çalışmış. Onun yakışıklılığından çok etkilenen Psyche onu öpmek üzere eğildiğinde kandildeki kızgın yağ Eros'un omzunu yakmış. Bir anda uyanan Eros kanatlanarak oradan uzaklaşmış.

Eros gidince aşk dolu günlerin bitişi ile Psyche’nin kendisi gibi şato da yıkılmış. Psyche dualar ve yakarmalar sonrasında Afrodit’in karşısına çıkıp, ondan kendisini Eros ile bir araya getirmesini istemiş. Afrodit ise ona karşı duyduğu kin nedeniyle ona kötü davranarak 'can sıkıntısı ve hüzün' duygularını ona bağlamış. Ayrılıkları çok uzun sürmüş. Ancak sonuçta her ikisinin de gayretleri ile kimine göre Afrodit’in yumuşaması, kimine göre ise Zeus’un yardımı ile bir araya gelerek, mutluluk, başarı ve incelik içinde yaşamışlar.

Bu mitolojik öyküden aslında birden çok sonuç çıkarılabilir. Bir tanesi el elden üstündür. Her şeyin mutlaka daha iyisi vardır. Kişilerin kendilerini devaynasında görmeleri kişilik sorunlarından ötürüdür. Bunu ancak aşağılık duyguları olan insanlar yapar ve bu durum tedavi edilmezse kişilerin başına olmadık işler açar ( kraliçenin çevresini küçümsemesi gibi). Bir ikinci ders alınması gereken nokta kişilerin kendi sınırlarını belirlemesidir. Eğer insanlarla aranızda belli bir takım sınırlar olmazsa o ilişkilerden zarar görebilir ve sorunlarla karşılaşabilirsiniz (izin verilmemesine rağmen Psyche’nin Eros’u görmek istemesi gibi). Bir de tabii unutmamak gerek, ailenizin evlendiğinizde ya da birlikteliklerinizde müdahale etmemelerini sağlamalısınız. Bir benzetme yapacak olursak kanserli hücrelerin temelinde var olan sorun, bu hücrelerin birbiri ile olan belirli sınırlarının dikkate alınmayıp, sanki hiç sınırları yokmuş gibi birbirlerine aşırı derecede yaslanıp, çoğalmalarıdır. O yüzden siz siz olun kendi yağınızla kavrulun, evinize müdahale ettirmeyin. Ne kendinizi, ne eşinizi ne de büyüklerinizi ezdirmeyin. Gelecek sizin geleceğinizdir. Geleceğinizi kendiniz inşa etmelisiniz. Herkesin yeri ayrıdır, annenin, eşin , çocukların vb. Sınırlarınız net olmalıdır.

En son olarak da yapacağınız her işte mantık ve duygunuz birlikte hareket etmelidir. Sadece mantığınızın sesi ya da sadece duygularınızın sesi ile hareket etmeniz sizi sorunlarla baş başa bırakacaktır. Bu durum kurulacak birliktelikler ve yapacağınız her iş için de geçerlidir.İkisinin birlikteliğinde sonuçlar olumlu olacaktır (Psyche ve Eros’un birlikteliği gibi).

Hepinize mantık ve duygularınızın bir arada olduğu, çevrenizle iyi ilişkiler içinde olduğunuz nice mutlu günler dilerim.

Mitolojide kadının yaratılışı

Mitolojide ölümlüler ( yani insanlar) ve ölümsüzler ( yani tanrılar) birarada yaşamaktaymış. Ancak insanlar o dönemde sadece erkeklerden oluşmakta imiş. Tanrılarla o denli laubali olup, sınırsız olmuşlar ki Zeus bu şımarık, ters, ahlaksız , kaba , kendini akıllı ve güçlü sanan aptallar ordusuna, kendilerini hale yola soksun ve incelsinler diye az çok vücutça kendilerine benzeyen ama aslında kendilerinden çok farklı, bir varlık gönderdi"kadınlar".

Zeus sanatkar bir tanrı olan ve dahice eşyalar yapan bir tanrı olan oğlu Hephaistos 'a bu işi havale etti. O da toprak ve suyu çamur haline getirerek, kadın şeklini oluşturdu. Kalbine başkalarına uzaktan hoş , parıltılı, göz alıcı , büyüleyici romantik ; yakınına gidince ise "dışı seni, içi beni yakar" türünden kor halinde ateş yerleştirmiş. Tüm tanrı ve periler ona o kadar çok özellik, güzellik ve hediyeler vermişler ki adı Pandora ( tümüyle armağan) olmuş. Afrodit ona vücut modelini ve güzelliklerini , Athena ince ve süslü elbiseler ve bunları giyme hevesini, Hermes ise onun kalbine ihanet , kıskançlık ve aldatıcılık tohumlarını atmış. Zeus ise onu insanlar arasına göndermeden önce bir kutu vererek, bu kutuyu kendisi izin vermeden açmamasını söylemiş. O yeryüzüne gönderilirken ,ateşi dolayısı ile aklı tanrılardan çalarak, insanlara kazandıran Prometheus'un kardeşine yollanmış. Bu sırada Prometheus kardeşini uyararak, Zeus'un göndereceği hediyeyi almamasını, aksi takdirde bu varlıklara uygun davranılmadığında ,yeryüzünde bu varlıkların intiharlar, katliamlar ve savaşlara yol açacağını söylemiş. Ama Prometheus' un kardeşi gördüğü güzellik karşısında her şeyi unutarak, onu erkeklerin dünyasına götürmüş.

Bu güzellik abidesi de yeryüzüne indiğinde içindeki merağı yenememiş. Açılması yasak olan kutuyu açıvermiş. Kutu açılır açılmaz içinden acı, şehvet, yalan, ihanet vb. her türden dert bir anda tüm dünyaya dağılıvermiş. Bu sırada olayın korkunç şokundan kurtulabilen Pandora hemen kutunun kapağını kapatabilmiş , ancak kutunun içinde sadece ümit hissi kalabilmiş.

Güzellikler kişiler kendi sınırlarını bilip, sevgi karşılıklı hissedilerek olgunluk ve güven ile süslenirse , ayakları yere basar , gerçeklerle bağdaşırsa anlam kazanır. Ancak bu güzelliklerin ardında başka olumlu özellikler ve iç güzelliğin varlığına bakmadan dışsal görünümün büyüsüne kapılmak kişinin kendi ve çevresi için sorunlara yol açabilir. Nice beraberlik ve evlilikler kişilerin birbirlerini gerçek anlamda tanımadan ya da birbirlerine gerçek yüzlerini göstermemeleri, maskeler taşımaları nedeni ile çökmektedir. Kişiler gerçek yüzler ortaya çıktığında aldatıldıklarını ve kullanıldıklarını düşünerek depresyonlara, intiharlara, cinayetlere, evlilik dışı ilişkilere ya da alkolizme yönelebilmektedirler.Önemli olan dıştaki cilaya aldanmayıp, içte durmakta olan umudu, sevecenliği, manevi güzellikleri yakalayıp rezil olmadan vezirliğin tadına varabilmektir.

Mitolojide Hypnos ve günümüzde hipnozun kullanımı

Hypnos uyku tanrısı olarak tanınmıştır. Kardeşi ölüm tanrısı olan Thanatos’tur. Anneleri gece (nyx) dir. Uyku tanrısı çok eski dönemlerde Anadolu'da da yaşadıkları düşünülen Kimmerler’in ( beyazperdede ve çizgi romanlarda canlandırılan Conan'ın kavmi) yaşadıkları yerlerde ulu bir dağ eteğindeki büyük bir mağarada yaşarmış. Burası loş, gürültüden uzak, dinlendirici bir yermiş. Mağara çevresindeki bazı doğal bitkilerden yayılan gevşetici, rahatlatıcı ve uyku getirici kokular geceleri buradan tüm dünyaya yayılarak insanların uykusunu getirirmiş. İnsanlar da bu durumun sonucunda, günlük stres ve yorgunluklarının vücutları üzerindeki olumsuz etkisini gideren , vücut hücrelerini yenileyen , kendilerini güzel diyarlara götüren rüyalara dalarlarmış. Bu mağaranın içinden akan bir yer altı suyunun sesi de uyku tanrısını uyuturmuş. Mitolojiye göre tanrıça Hera Zeus ile Çanakkale ili sınırlarımızda yer alan Kazdağı ( mitolojideki İda dağı)nda aşk yapmak istemiş. Ancak Zeus Hera’ya karşı çok yakınlık göstermemiş. Tanrılar arasında en kıdemlisi olup, sürekli olarak çalışma temposu içinde olan Zeus ise Hera'yı pek dikkate almıyormuş. Bunun üzerine Hera Hypnos'tan yardım istemiş. Hera Hypnos’a rüşvet vererek ( rüşvetin ne olduğunu sormayın !) onu ikna etmiş. Hypnos Zeus'u uyutmuş ve uykulu iken de Hera Zeusu ikna etmiş. O gün gönülsüz olarak Hera'yla birlikte olan Zeus sonraları şiddetli geçimsizlik sonucu evini ihmal etmiş, mutluluğu evi dışında aramaya başlamış. Sıkça yaşadıkları tartışmalar çevrelerinin de huzurunu kaçırmış, Zeus başka kadınlarla zaman geçirmiş, Ares adlı ( savaş tanrısı) şiddet yanlısı bir çocukları olmuş ve dünya şiddetten, savaştan kurtulamamış.

Hera zoraki ve hile ile istediğini elde etmiş etmesine ama mutsuzluk peşini bırakmamış. Tanrıça da olsa mutsuzluk sonucu sinir krizleri geçirip, çevresinde sorunlar çıkararak yaşayıp, sevgiden nasibini alamamış, eşini hep başkaları ile paylaşmak zorunda kalmış. Zeus ise bu davranışlarının sonucunu savaşlar, rüşvetler, ihanetler içinde yüzen bir dünyanın sorumlusu olarak ödemiş. Sizin mutluluğunuzun başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulmamış olmasına dikkat edin. Rüşvet , yalan dolan, hile hurda ile yapılan işler elbet bir gün sahibini açığa çıkartır. Yanlış hesap Bağdat’tan döner demişler. Rüşvet toplumu çürütür. Alınan çorba paraları bir gün çocuklarının ilaç parası haline gelir. Kıssadan hisse, sonuçta zorla güzellik olmaz, yaptığınız küçük gibi görünen hileler büyük sorunlara yol açabilir.

Hipnozun psikiyatride kullanımına gelince aslında her toplumda çok eski çağlardan beri bilinmektedir. Dinsel ayin ve törenlerde grup hipnozu seklinde şaman törenlerinden , kızılderili büyücülerinin törenlerine dek kullanılmıştır. Çizgi romanlarda (Mandrake) da hipnoz konu edilmiştir. Hipnoz ile kişinin bilinçaltında bulunup, kişiyi rahatsız eden pek çok sorun giderilebilmektedir. Kişi bu esnada yaptıklarının farkında olabilmekte ve isteği dışında bir şey yaptırılamamaktadır. Psikiyatride kullanım alanları dissosiyatif kimlik bozukluğu ( çoğul kişilik) , dissoyatif amneziler (büyük unutkanlıklar), fobiler , panik bozukluk, bazı beğenilmeyen alışkanlıkların (sigara, aşırı yemek yeme gibi) bırakılmasında kullanılmaktadır. Herkes hipnoz olamayabilir. Özellikle geçmişlerinde fiziksel, duygusal ya da cinsel travmaların olduğu kişilerde hipnoz kolay gerçekleşmektedir. Hipnoz modern tıbbi anlamda ilk kez Jean M. Charcot tarafından 1882 ‘de Fransız Bilimler Akademisinde yaptığı bilimsel bir sunum ile dünyaya tanıtılmıştır. Onun öğrencisi olan Pierre Janet ise, hipnoz ile çoğul kişilik vakalarının tedavisindeki başarısı ile psikiyatri dünyasına adını altın harflerle yazdırmıştır.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Saplantı zorlantı bozukluğu (SZB)

Kişinin önemli sayılabilecek sure vaktini oyalayan (günde 1 saatten daha uzun sure tutan) , belirgin sıkıntıya veya işlevselliğinde önemli ölçüde bozulmaya yol açan tekrarlayıcı obsesyon ya da kompulsiyonlarla suren bir psikiyatri bozukluğudur

Obsesyon Saplantı - Nedir?

Kişinin isteği dışında gelen Kişinin kabul etmek istemediği uygunsuz olarak düşünülen , belirgin sıkıntıya neden olan sürekli düşünceler , dürtüler ya da göz önüne getirilen görüntü seklinde düşlemlerdir.Bunlar Kişinin kendi denetiminde değildir

Kompulsiyon zorlantı Nedir?

tekrarlayıcı davranışlar ( el yıkama , sıraya koyma , kontrol etme gibi ) yada zihinsel ( dua etme , sayma , sözcükleri sesiz bir biçimde yineleme gibi )eylemlerdir.
Kompulsiyonlar sıkıntıyı gidermek amacı ile yapılmaktadır , bunları yapmaya adeta zorlanmış gibi hissetmektedir.Sıkıntıyı gidermek yada önlemek , korku yaratan bir olayı , durumu etkisizleştirmek yada önlemek üzere tasarlanır

En sik görülen depresyonlar pislik ve bulaşma korkularıdır (dokunulan yere mikrop , hastalık bulaşacağı seklinde ) , yineleyen kuşkular ( elektriği acık bırakılıp bırakılmadığı gibi bir eylemi yerine getirip getirmediği konusunda tereddüt etmek gibi ) , bazı şeylerin belirli bir düzen içinde olmasına gerek duyma , saldırgan korkunç dürtüler ( kendine veya çevresine zarar verme , yaralama düşünceleri , çevresindekilerin basına bir kaza geleceği çevresindekilere kotu , uygunsuz şeyler söylenebileceği düşünceleri gibi ) ve cinsel düşüncelerdir ( gözünün önüne tekrarlayarak gelen cinsel görüntülerdir).

Kişi mikrop bulaşmasın diye sık sık el yıkayabilir , ellerini , vücudunun diğer bölgelerini deterjanlarla yıkayıp , cildine zarar verebilir , her gün temizlik yapıp , herkesi kendi kurallarına uymaya zorlayabilir, ibadetlerini tam olmuyor veya yanlış yapılıyor diyerek tekrar tekrar yapabilir , belli yerlere basmadan yürümeye çalışıp , yolunu uzatabilir , yakınlarının veya kendisinin basına kotu bir şey geleceğini düşünerek , ilgisiz bir takım şeyleri yapmaya kendisini zorlayabilir ( terlikler düz durmaz ise esinin öleceği , kapıdan dışarı çıkmadan 7 kez duvara dokunmaz ise evde bir terslik olabileceği gibi ) , bir şeyi yapıp yapmadığını , olup olmadığını defalarca başkasına sorma gibi , kendini üzen bir düşüncenin etkisini gidermek için ısrarla dua etme veya başka bir şey düşünme ihtiyacı gibi durumlar gözlenebilir.

Ne sıklıkta görülür?

%1-1,8 arasında görüldüğü saptanmıştır.Hafif şekilleri de dahil olmak üzere hayat boyu rastlanma orani %5,9 olarak bulunmuştur.

Obsesif kompulsif bozuklukta başlangıç yaşı

Genellikle ergenliğin başlangıç yaslarında baslarken çocukluk yaslarında da başlayabilmektedir. Hastaların üçte ikisinde belirtiler 25 yasinden önce baslar.% 15 ten az vakanın ise 35 yas sonrasında başladığı saptanmıştır. Ortalama başlangıç yası 20 olup, erkeklerde ortalama 19, kadınlarda ise ortalama başlangıç yaşı 22 olarak saptanmıştır

Kalıtımın rolü var mıdır ?

Bu kişilerin birinci derece yakınlarında % 35 oranında benzer bir rahatsızlığa rastlanmıştır.

Hastalık nasıl başlamakta ve sürmektedir ?

Yarıdan fazla kişide belirtilerin aniden başladığı gözlenmiştir. % 50-70 hastada yakınmaların gebelik, ev değiştirme, cinsel sorun, yakın bir akrabanın kaybı gibi stresli olaylar sonrasında başladığı gözlenmiştir. Zaman zaman artıp, azalmalar seklinde dalgalanmalar gösterdiği gözlenmiştir. Alevlenmelerde stresin etkisinin olabildiğinden bahsedilmektedir

Bu rahatsızlıga ait örnekler

Temizleme seklinde zorlantılar kadınlarda, kontrol etme seklinde olan zorlantılar erkeklerde daha çoğunluktadır. Kişiler hastalıklarını gizlemeye, mantıklı açıklamalar yaparak önemsememeye eğilimlidirler. Ancak temizlik zorlantları sebebiyle temizlik maddesi harcamaları yüklü bir tutar oluşturmakta ,ayrıca komşuları ile hali silkeleme, gece yarısı temizlik nedeni ile gurultu yapmaları sonrasında tartışmalara neden olmaktadırlar.

Emin olamadığı için çok uzak yerlerden evine donup,kapısını, elektriğini, tüpünü kontrol eden kişiler bulunmaktadır.
Zarar verme zorlantısı olanlar çatal, makas, kibrit, bıçak,ip, hatta tırnak makası gibi kesici ve cinayet filmlerinde rastlanabilecek sahneleri anımsatacak araçlara dokunamazlar,bakamazlar. Çocuklar ve karşıt cinsiyetteki kişilerle ayni ortamda kalamayabilirler.

Bir diğer görünüm de istifleme ve zorlantılı satın almadır. Kişi çok ucuz olduğu için ,elinde fazla olsa da ,gereksinimi olmasa da gördüğü bir mali almadan edemez. Ev bir hurdacı dükkanına dönebilir. Kişiler tatile giderken bir araba dolusu tamir malzemesini de beraber götürebilirler öyle ki giyeceklere zor yer bulunur. Otomobili olmayan bir kişi otomobil lastikleri alıp, bir kenara koyabilir, bir gün gelip araba alırsam, lastiği patlarsa diye düşünebilir. Çok eski tarihe ait faturaları biriktirir, bir gün gelir de bana milyarlık borç çıkarırlar diye 20 yıllık senetleri atamazlar.

İçinden dine yönelik küfürler geçmesi seklinde zorlantıları olan kişiler toplu olarak dinsel ibadetlerden kaçınabilirler. Tekrar tekrar abdest alma,namaz kılma ,tövbe etme gibi girişimlerde bulunabilirler.

Günlük hayatta nasıl adlandırılmaktadır?

Halk arasında vesvese olarak bilinmektedir. Dinle ve temizlikle aşırı uğraşıların olduğu ve sözcüğün kökenini Kuran dan aldığı waswasa (beynin şeytani düşünce ve kararsızlıklarla haşir nesir olup, ibadetleri yapamamak) tan gelmektedir.

SZB (OKB) neden oluşmaktadır ?

Beyinde bazı bölgelerden salgılanan serotonin ve dopamin denen kimyasal maddelerin rol aldığı sistemlerin aşırı çalışması ile ilişkili bulunsa da başka maddelerin de etkili olduğu düşünülmektedir. Gene bu kişilerin beyinlerinin bazı bölgelerinde kan akimi ve metabolizmada artışların olduğu görülmüştür

SZB olan hastaların kişilik yapıları

Bu hastaların % 25 inde obsesif kompulsif kişilik bozukluğu özellikleri bulunmaktadır. Bu kişiler çevreleri üzerinde denetim oluşturmaya eğilimlidirler. Daima olculu,tedbirli olup dışarıdan soğuk ve sert olarak nitelenebilirler. Temizliğe düşkün,dakik ve düzenlidirler. Çok tutumludurlar ve başkalarına hediye vermeleri, paylaşmaları çok kısıtlıdır. Kendi istedikleri yapılmayıp, karsı çıkıldığında inatçı ve sinirli olabilmektedirler. Konuşmalarını uzatmaya bazen de gereksiz ayrıntılara dalmaya ve dinleyen Kişinin rahatsız olmasına yol açabilirler



Bu rahatsızlıga ait örnekler

Hastalığın gidisini kotu etkileyen belirleyiciler

zorlanıların ileri derecede anlamsız olması

beraberinde majör depresyonun bulunması

eslik eden bir kişilik bozukluğunun bulunması.
hastalığın çocuklukta başlaması

Saplantılara direnememe (bir zorlantıya yol açması)

Hastalığın gidisini iyi etkileyen belirleyiciler

bir stres sonrası başlaması

Kişinin çevresi ile sağlam ,iyi ilişkiler içinde olması

yakınmalarında artıp,azalma ve yoklamalar seklinde dalgalanmaların olması

SZB ve diğer psikiyatrik rahatsızlıklar

Hastalık en çok depresyon ile bir arada bulunmaktadır. Yaklaşık üçte bir hastada SZB ile birlikte majör depresyon bulunmaktadır

SZB niçin önemlidir

Aşırı temizlik nedeniyle ciltlerinde bozukluklar,yaralar açılabilir.

depresyondaki gibi SZB da da intihar riski vardır

ileri dönemlerde çevreleri ile iletişimleri bozulur,eve kapanıp, çevreden uzaklaşabilirler, evde de hep ayni şeylerle vakit geçirmekten başka is yapamayabilirler.

cinsel ilişkiden kaçınabilir, olabilecekse bile bunu bir kurallar silsilesi haline getirip, ayrılık ve boşanmalara zemin hazırlayabilirler.

islerini çok yavaş yaptığından ve belirli kalıpların dışına çıkamadığından is verimi düşüp,mesleki sorunlar yasayabilir çevrelerini etkileyip ,çocukları ve esinin hayatlarını kısıtlayabilir.

SZB tedavisi :

1-)İlaç tedavisi: Depresyonda da kullanılan ve antidepresan denen ve serotonin sistemine etkili ilaçlarla tedavi,psikiyatrist kontrolünde yapılmalıdır. İlaçların bağımlılık potansiyeli yoktur.

2-)Davranışçı tedavi: Kişiye saplantılarının miktar ve şiddetine göre verilen ödevlerle zorlantılarını yerine getirmeleri engellenir. % 60-75 hastada basarili sonuçlar vermektedir


26 Eylül 2008 Cuma

Otizm ve çocuk ( otistik )

Sosyal ilişki, iletişim kurma ve davranış tarzı anormalliklerinin 3 yaş öncesinde başlamış olması gerekmektedir.

Toplumdaki yaygınlığı :

On bin kişide 4 oranında görülmektedir. Erkeklerde kızlara oranla 4 kat daha çok rastlanmaktadır.Rahatsızlık kızlarda erkeklere göre daha ağır seyretmekte, zeka testleri daha düşük bir değeri göstermektedir.

Otistik bozukluk ölçütleri:

A-Aşağıdaki dört belirtiden en az ikisinin varolması gerekmektedir.

1- Konuşma dışı iletişim (göz göze gelme, yüz ifadesi ile anlatım, mimikler ve vücut dili ile kendini ifade gibi ) ile karşılıklı ilişkiyi sağlamada belirgin bozukluğun olması.

2- Kendi yaş dönemi ile uyumlu olacak şekilde, yaşıtları ile arkadaşlık ilişkisi kuramamak.

3- Diğer insanlarla birlikte kendiliğinden , doğal bir şekilde hoşlanılabilecek, ilgi alanları ya da beceri ve başarıları paylaşamama durumu ( ilgisini çeken nesneleri başkalarına gösterememe, onları işaret edememe , onları çevresindekilere verememe gibi davranışlar) .

4- Toplumsal ya da duygusal yanıt vermede eksiklik.

B-Aşağıdakilerden en az birinin varolması gerekmektedir:

1- Konuşulan anadilin ya hiç becerilememesi ya da bunun gecikmesi durumu.

2- Yeterli konuşmanın varolduğu durumlarda, başkaları ile konuşmayı başlatmak ya da sürdürmekte belirgin bozukluk.

3- Sözcük ya da cümleleri arka arkaya tekrarlayarak ya da anlamsız şekilde kullanarak konuşma durumu.

4- Doğaçlama bir şekilde , yaş ve gelişim düzeyine uyan evcilik, hırsız-polis, doktor-hasta vb. oyunları oynayamama durumu.

C- Aşağıdaki tekrarlayıcı ilgi, aktivite ve davranışlardan en az birinin varolması durumu:

1- Hem miktar olarak sıklık, hem de yoğunluk açısından belli bir nesne ya da konu ile tekrarlayıcı bir şekilde uğraşarak, kısıtlı kalmış ilgi odaklarının bulunması.

2- İşlevsel olmayıp, belli bir amaca hizmet etmeyen birbirini izleyen , sıradan belli bir aktiviteyle durdurulamaz derecede uğraşı durumu.

3- Herhangi bir hareketi tekrarlayıcı ya da başkasının yaptığı bir hareketin aynısını yapar bir şekilde vücut hareketleri ( parmak şıklatma , parmakları açıp-kapama, omuz oynatma ya da tüm gövdeyi bükme, yumak gibi olma seklinde davranışlar).

4- Tekrarlayıcı bir şekilde bazı nesnelerin belirli parçaları ile aşırı uğraşı durumu.

Bu yukarıdaki yazılmış olan tüm maddelerden toplam olarak en az altı adedinin varolması gerekmektedir.

Sosyal ilişki ya da dil becerisi konularından en az birisinin, çocuk 3 yaş başlangıcına dek gecikmesi veya normal dışı bir şekilde olması durumu.

Rahatsızlığın başka bir hastalığa bağlı olmaması gerekmektedir.

Otistik Çocukların Özellikleri:

Görünümleri yaşıtlarından daha ve kardeşlerinden daha kısa boylu olup, çok sevimli bir görünümleri vardır.

Bu çocukların bebekliklerinde bakımı kolay , bırakıldıklarında yerinde duran, çok fazla ağlamayan çocuklar oldukları gözlenmiştir. Bazı hallerde çocukların konuşma ve davranışları normalken, bunların birden bire sonradan sosyal ilişkiden kopup, dil becerilerini kaybettikleri gözlenmiştir. Aileler çocuklarının seslenince yanıt vermemeleri nedeniyle, sağır olduklarını düşünebilmektedirler. Çocuklar gelişimleri esnasında belirli davranış ya da sesleri taklit edemez, nesneleri başkalarına gösteremez, kucaklanmak istendiklerinde kollarını kucaklamayı karşılamak için kaldıramazlar. Tek başlarına oynamayı yeğlerler.

Bu çocuklar insanlara cansız varlıklar gibi tepki verirler. Toplumsal durumlarda garip yüz ifadeleri ve uygun olmayan hareketlerle karşılık verebilirler. Sosyal ilişkilerden çok memnun olmazlar. Arkadaş edinemezler.dil gelişimlerinde gecikme olabilir. Konuşabiliyorlarsa konuşmaları tekrarlamalar ya da ses melodisindeki bozukluklar ( tekdüze , mekanik tonlama bozuklukları şeklinde) ile birliktedir. Uygunsuz fiil ya da sözcük kullanımları olabilir. Olmayan sözcükleri uydurabilirler, kendi kendilerine konuşabilir, kendilerinden kendi isimlerini söyleyerek ya da başkası gibi bahsedebilirler. Belirli davranış ( el çırpma, dönen nesneler gibi)ya da bilgilere (çok gerekli olmasa da) eğilimleri vardır ( hava durumu, tv. Program zamanları ve reklamlar gibi). Yeni oyuncakları kolay kabul edip, oynayamazlar, ortam değişikliklerine aşırı duyarlıdırlar, değişikliklerde aşırı tepkisel olabilirler. Bazı nesnelere aşırı bağımlı olup, onları kullanmasalar da onlar olmadan dışarı çıkamayabilirler. Sese aşırı tepki vererek, kulaklarını kaparlar. Ağrıya karşı duyarsız olabilirlerken dokunmaya karşı aşırı tepki gösterebilirler. Zaman zaman aşırı hareketli zaman zaman da aşırı hareketsiz olabilirler. Sebepsiz gülme ve ağlamaları olabilmektedir. Ailelerinin yanlarından uzaklaşmalarına aşırı tepki gösterebilmektedirler. Sadece belirli besinleri yemeye eğilimlidirler. Kendi ellerini ısırabilir, başlarını duvara vurabilir, saçlarını çekebilir ve kendilerine zarar verebilirler.

Oluş Sebepleri:

Otistik çocukların % 75’inde zekada gerilik gözlenmektedir. % 25 kadar bir kısmında ileri dönemlerde havaleler görülmektedir. Otizm ile birlikte görülebilen nörolojik bozukluklar arasında tuberoz skleroz, frajil X sendromu, doğumsal kızamıktır.

-Duygusal açıdan çocuğa uzak duran ya da obsesif kişilik yapıları nedeniyle aşırı titiz ve kısıtlayıcı bir şekilde eğitim veren ailelerin çocuklarında bu durumun varolduğu ileri sürülmektedir.

- Rahatsızlığın genetik temeline yönelik çalışmalar devam etmektedir.Bazı kişilerde bu rahatsızlıkla birlikte epileptik bozukluklar, doğumsal rubella ve fenilketonüri gibi rahatsızlıkların bulunması bu olasılığı düşündürmektedir. Rahatsızlığın X kromozomuna bağlı olarak ya da otozomal resesif geçiş ile aktarıldığı düşünülmektedir. Etkilenen çocuğun kardeşlerinde de rahatsızlığın görülme riski toplum ortalamasına göre çok daha yüksek olup, % 3 e dek çıkabilmektedir. Bu kişilerin ailelerinde duygu durum ve kaygı bozuklukları daha yüksek oranda saptanmış olup, toplumsal ilişki sorunlarının daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Doğum öncesi ya da doğum sırasında yaşanan tıbbi sorunlar olası nedenler arasındadır. Özellikle annenin hamileliğinin ilk üç ayında genital kanama yaşaması, bebeğin içinde bulunduğu amnios sıvısının çocuk dışkısı ile boyanması, annenin hamileliğinde bazı ilaçları kullanımı önemli sebepler arasında sayılmaktadır.

Beyin yapısında çeşitli bozukluklar bulunmaktadır. Serotonin düzeyleri hastaların 1/3 ünde gözlenmektedir. Otistik çocukların çoğunda gözlenen bahar aylarındaki doğum oranları, annenin kış aylarında doğum öncesi kızamık geçirmesi ile bağlantılı bulunmuştur.

Tedavi:

Tedavide ailenin eğitimi önemlidir. Saldırgan ve kendine zarar verme davranışlarına karşı ilaç tedavisi kullanılabilir. Davranış tedavisi kullanılmaktadır.

Psikiyatrist ve Psikolog Arasındaki Farklar

Ülkemizde insanlar genelde ruhsal sorunlarla uğraşan insanların tanımlamasını yaparken psikolog yada psikiyatristi aynı anlamda kullanmaktalar. Bu kullanım aslında aldıkları eğitim olarak çok farklı olan iki grubu birbirine karıştırmaktır.

Psikiyatrist tıp fakültesinden mezun olmuş ve ondan sonra 4 yıl psikiyatri ihtisası yapmış hekimlere denir. Böylece aldığı eğitimle insanın hem genel hastalıkları hakkında bilgi sahibi olan hem de ruhsal yapısını tanımlama ve gerektiğinde tedavi etme yetki ve bilgisine sahip bir insan ortaya çıkmaktadır. Hem hekim hem de üstüne ruh sağlığı uzmanı.

Oysa psikologlar edebiyat fakültesinin psikoloji bölümünden mezun insanlardır. Normalde psikiyatristler ile birlikte çalışırlar gerekli testleri hastalara uygularlar ve sonuçta psikiyatristin tanı koymasına ve tedavi etmesine yardımcı olurlar. Bazı özel eğitimlerden sonra psikoterapi yapmaya hak kazanırlar Bu işlev küçümsenemez. Hatta çok faydalı olduğunu da inkar edemeyiz. Ancak psikologların tek başlarına tanı koyma ve tedavi etme yetkisi yoktur. Hele ilaç yazma yetkileri hiç yoktur. Bu yapılmaya başladığı andan itibaren hastaya zarar verme başlamış olur. Bu yüzden müracaat ettiğiniz insan bir psikiyatrist mi yoksa bir psikolog mu iyi ayırım yapın. Hatta mümkünse diplomasını görün. Ve bir sorununuz varsa güvendiğiniz başka bir hekimden referansla gidin.

25 Eylül 2008 Perşembe

Panik Atak ve Panik

Panik atağı nedir?

Yoğun korku ve huzursuzluk durumunun olduğu, aniden başlayıp, rahatsızlığın en geç 10 dakika içinde en üst düzeye ulaştığı ve 13 adet vücutsal ve düşüncesel belirtiden, en az 4 unun varolduğu bir kaygı nöbetidir. Bu 13 belirti şunlardan oluşmaktadır:

1- çarpıntı,kalp hızında artış,kalp seslerini duyuyor gibi hissetme
2- terleme
3- titreme ve ya sarsılma hissi
4- boğulma ya da nefes alamama, nefesinin yetmediği hisleri
5- tıkanma ,soluğun kesilmesi hisleri
6- göğüste ağrı veya göğüste bir rahatsızlık hissi
7- bulantı ya da karında ağrı ya da karında bir rahatsızlık hissi
8- bas dönmesi, dengesizlik , basta sersemlik hissi ,bayılma hissi ,yere düşecek gibi olma
9- çevreyi olduğundan farklı ,sanki gerçek değil gibi hissetme ya da kendini çevredekilerden ayrılmış,olağandışı ,farklı bir şekilde algılama hali
10- kontrolünü kaybetme, delireceğini düşünme seklinde bir korku

11- o anda ,kalp krizi geçireceği ya da öleceği korkusu

12- uyuşma, hissizlik,yanma, karıncalanma hisleri

13- üşüme, ürperme ,soğuk ya da sıcak basmaları, basından aşağı kaynar su dökülmüş veya hamama girmiş gibi olma

Panik atak hangi bozukluklarda görülebilir ?

Panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal fobi ve diğer fobiler, saplantı-zorlantı bozukluğu, madde kullanımına ya da vücutsal bir hastalığa bağlı kaygı bozukluklarında görülebilir.

Bir panik atak sebepsiz olarak aniden başlayabileceği gibi, belli bazı durum ya da ortamlarla ilişkili de olabilir. Örnek olarak korkulan bir hayvan (örümcek, kedi,köpek,fare,yılan görmek gibi), kalabalık bir ortamda bir faaliyet (konuşma, yemek yeme gibi) bir durumu takiben de başlayabilir.

Panik bozukluğu :

Yukarıda belirtilmiş olan panik ataklarının aniden,beklenmedik zamanlarda ve tekrarlayarak oluşması ve en az 1 ay sureyle bu atakların tekrarlayacağı yönünde sürekli bir kaygı, atağın sonunda olabileceğini düşündüğü şeyler (ölmek, delirmek, kalp krizi geçirmek seklinde ) ile ilgili kaygı duyma ya da bu ataklarla ilgili olarak bazı davranışlarında değişiklikler yapma seklindeki bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlık başka bir madde kullanımı ya da başka bir vücut ya da psikiyatrik bir rahatsızlığa bağlı değildir.

Agorafobi:

Panik bozukluğu agorafobili ya da agorafobisiz olabilmektedir. Agorafobi sözcüğü eski Yunanca dan köken almaktadır. Agora pazar yeri, toplantı yeri ,geniş meydan anlamına ,fobi ise korku anlamına gelmektedir. Kişi yalnız kalmaktan, kaçmanın ,o ortamdan uzaklaşmanın kolay olmayacağı ya da her hangi bir rahatsızlık hissetme anında yardim alamayacağı topluma acık yerlerde olmaktan korku duymaktadır.

Bu kişilerde gördüğümüz bazı ortak özellikler arasında, tek başına dışarıya çıkamama ve yanlarına başka bir kişiyi de alma , kalabalık caddelerden geçememe,kalabalık mağaza,marketlere girememe, kapalı ortamlar (tünel, köprü ve asansörler gibi) ve kapalı araçlar (metro,otobüs, uçak gibi) dan kaçınma sayılabilir. İleri aşamalarda kişiler evlerinden çıkmayı reddedip, çevrelerindekileri de kendileri gibi evde tutmaya zorlayabilirler. Sosyal ilişkiler bozulup, boşanmalara yol açabilir.

Panik Bozukluğu , Toplum ve Tedavi

Toplumda hastalığın hayat boyu görülme yaygınlığı % 1.5-3 arasında değişmekte olup, hastaların ¾ ‘unu kadınlar oluşturmaktadır. Kadınlarda % 2.1 ,erkeklerde % 0.6 oranında görülmektedir. Kişilerin 1/10’u hayatları boyunca en az bir kez panik atak geçirmekte ve bunların yaklaşık olarak 1/6’si panik bozukluğa dönüşmektedir.

Kalıtımın etkisi var midir ?

Panik bozukluğu vakalarının birinci derece yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı ,diğer kişilere göre 4-7 kat daha çoktur (normsalda 2-4 iken ,panik bozukluklu kişilerin yakınlarında % 2-21 oranında ). Bu hastalığı olanların yaklaşık % 50 ‘sinin, yakınlarında bu hastalık gözlenmekte olup, %15 vakada bu yakınlık birinci derecedendir.

Panik bozukluğunun oluşumunda gelişimsel ve çevresel faktörler:

Çocuklukta yaşanan “seperasyon (çocukluk döneminde anne-baba sevgisinin kaybı,yaptıklarının anne ve babanın kalıpları ile uygunluk göstermemesi halinde terkedilecegi korkusu) anksiyetesi”nin panik bozukluk ve agorafobi ile ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. Panik bozukluğu hastaları ailelerinin“kendilerine düşük derecede bakim verdikleri ancak çok fazla koruyucu olduklarını “ söylemektedirler. Boşanma, olum sebebiyle daha çocukken anne-babadan ayrılma yaşantıları olanlarda da panik atakları fazla görülmektedir.
Yapılan bazı araştırmalara göre, panik bozukluğu başlamadan yaklaşık iki ay kadar önce, kişi için önemli bir takım olaylar belirtilmiştir (önemli bir kişinin kaybı gibi

Panik bozukluğunda beyindeki değişimler:

“Hipokampal girus” denen bölgede metabolik asimetri gözlenmiş olup, ‘her an olacak’ seklindeki beklenti anında beyin temposal bölgesinde kan akımında artış saptanmıştır. Karbon di okside aşırı duyarlılık,noradrenerjik sistemin aşırı aktivitesi ve serotonin yapımındaki bozuklukların hastalıkta rol aldığı düşünülmektedir.

Panik bozukluğu ile karışabilen diğer hastalıklar:

Kansızlık, kalp krizi (angina pectoris ve myokard enfarktüsü), kalp yetmezliği, yüksek tansiyon, astım, akciğer ambolisi, beyin-damar hastalıkları (enfarktlar-beyin kanamaları), epilepsi (sara hastalığı), migren, multipl skleroz, beyin tümörleri, diabet (seker hastalığı), hipertiroidi (tiroid bezlerinin çok çalışması), hipoglisemi (kan sekeri düşüklüğü),hipoparatiroidi (paratiroid bezlerinin az çalışması), bazı maddelerle zehirlenme (amfetamin, kokain, marihuana, nikotin, teofilin,antikolinerjik dediğimiz maddeler), bazı maddelerin kullanımının aniden kesilmesi ( alkol, tansiyon tedavisinde kullanılan ilaçlar, uyku getirici ilaçlar),üremi,vücut su-tuz dengesi bozuklukları, yaygın enfeksiyonlar, lupus hastalığı panik bozukluk tabloları ile karışabilmektedir.

Hastalığın gidisi nasıldır?

Genellikle yetişkinliğe geçiş ya da erken yetişkinlik dönemlerinde başlamakta ancak çocukluk cağında da başlayabilmektedir. Hastalığın görülme olasılığı, ek olarak otuzlu yasların ortalarında gene artmaktadır.

Tedavi yöntemleri :

1-İlaç tedavisi: En az 2-3 ay olmak üzere ,doz yavaşça yükseltilmek üzere kullanılmalıdır. 2- Bilişsel-davranışçı tedavi: Kişiye panik atakları ile ilgili olan yanlış bilgileri ve inançları gösterilir. Vücudundaki yanlış anlayıp,algıladığı ufak hislerin kendini ölüme götürmediği ,bunların kısa sureli olduğu belirlenir. Böyle bir şey olduğunda durumu geçirmek için yapacağı şeyler gösterilir.

Hastalığın tedavisi neden önemlidir?


Vakaların % 40-80’inde majör depresyon dediğimiz tablo hastalığa eklenip,durumu ağırlaştırmaktadır. Kişilerin bahsetmemesine karsın intihar riski yüksektir. Hastaların % 20-40’inda alkol ve madde bağımlılığı görülmektedir. Kişi ilerleyen donemde eve bağımlı hale gelebilmekte ya da hastane,eczane gibi yerlere yakın olmayı yeğlemektedir. Hasta bu konuya yakın olmayan doktorları bir dolaşıp,gereksiz ya da yanlış tedaviler almaktadır. Çevresi ile iletişimi bozulan kişinin mesleki,sosyal,ailesel işlevselliği azalmaktadır.

Ne oranda görülmektedir?

Toplumda görülme oranı %3 olup, hayat boyu rastlanabilme oranı % 5 civarında saptanabilmiştir. Tüm kaygı bozuklukluklarının %12 sini oluşturduğu belirlenmiştir

Kimlerde daha çok görülmektedir ?

Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha yaygın görülmektedir. Vakaların yarısından çoğu çocukluk ve erişkinliğe geçiş döneminde başlamaktadır ancak yirmili yaslardan sonra da başlayabilmektedir. Yaslılıkta en çok görülen kaygı bozukluğudur ( yaşlılıkta görülen kaygı bozukluklarının % 60’ini oluşturur).

Nasıl bir kişilik yapısına sahiptirler ?


Çekingen ve bağımlı bir yapıları olup, kendilerine güvenleri azdır. Çoğu vakada toplusal ili?kilerinde arka planda durmak yeğleyip, aşırı kırılgan, utangaç, eleştiriye çok duyarlı, çabuk yıkılan kişiler oldukları görülmüştür

Hastalıkta rolü olabileceği düşünülen ortak ailesel ,gelişimsel özellikler

Annenin sureciden gerilim ve kaygısının önemli olduğu düşünülmektedir. Ana-babanın çocuğu aşırı derecede koruyup, kollaması seklinde bir ortamın rolü olabildiği gibi bunun tam tersi çocuğun bakımının ihmal edilmesi ve ilgi gösterilmemesi de etken olabilmektedir. Hastalarımızın çocukluklarında yüksek bir oranda anne baba ayrılığı (ya da vefatı) olduğu belirlenmiştir. Fırtınalı bir çocukluk donemi geçirmişlerdir.

Kalıtımın rolü var midir ?

Hastalığın birinci derece akrabalarda görülme oranı, normallere kıyasla 5 kat daha yüksek bulunmuştur.

Stresli olayların hastalığa etkileri


Yapılan bir çalışmaya göre hastaların % 30’unda, hastalığın stresli bir olayla başladığı belirlenmiştir. Hastalığın stresli olaylarla alevlenebilecegi unutulmamalıdır

Tedavi

En az 1 yıl sure ile ilaç tedavisi yanında , kişinin beklentileri, düşünüş biçimini değiştirme, gevşeme eğitimi, belli durumlardan kaçınma gelişmiş ise kaygıya yol açan etkenlerle yüzleştirme gibi yaklaşımların olduğu bilişsel tedavi uygulanmalıdır

Yaygın anksiyete bozukluğu neden önemlidir ?

Hastalık yüksek bir oranda alkol ve uyuşturucu madde kullanımı ile gitmektedir. Kişiler başlangıçta kaygılarını azaltmak için bu maddeleri kullanmakta, ancak sonra bunlar hastalığın gidisini daha kotu bir şekilde etkilemektedir.
Başka ruhsal hastalıklarla birlikte bulunma oranı yüksektir (saplantı-zorlantı bozukluğu, depresyon,sosyal fobi,panik bozukluk gibi). Bu hastalıklara ilerleyen dönemlerde dönüşebilme olasılığı bulunmaktadır.
Stresle bağlantılı başka hastalıklar (gastrit, irritabl kolon, gerilim tipi bas ağrıları gibi) da buhastalığa eslik edebilmektedir.
Kişinin endişeleri nedeniyle çevresindekileri kısıtlaması sonrasında ailesel ve mesleki sorunlar oluşabilmekte ,kişi sosyal ortamlardan uzaklaşabilmekte ve ayrılıklar,boşanmalar ,erişkin-çocuk uyuşmazlıkları oluşabilmektedir.
İntihar riski her zaman akılda tutulmalıdır. Bu depresyon gelişimi ile ilgili olabileceği gibi, çıkabilecek ailesel sorunlar nedeniyle ve kişinin kendini güçsüz ve çaresiz hissetmesi ile ilgili olabilmektedir.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Travma Stres Bozukluğu ( yeme bozukluğu )

Anoreksiya Nervosa:

Aşağıdakilerin varlığı halinde bu rahatsızlıktan bahsedilmektedir.

1-Bulunduğu yas grubu ve boy uzunluğu acısından normal kabul edilen en az kilo ya da bu ağırlığın üzerindeki bir kiloyu kendisi için uygun bulmayıp,kabul etmeme.

2-Yas ve boy göz önüne alındığında beklenenden daha düşük bir kilosu olmasına rağmen kilo almak veya şişmanlamaktan aşırı derecede korkma.

3-Kişinin kilosu ya da vücut şeklini algılayışında bozukluk vardır. Kişinin kendini değerlendirişinde kilo ya da vücut seklinin ,olağandan çok daha fazla ve anlamsız ölçüde bir yer kaplaması veya o anki kilosunun düşük olmasının öneminin farkına varmama.

4-Bayanlarda birbirini izlemesi gereken en az 3 adet döneminin olmaması

Bu rahatsızlığın kısıtlı ( bu durum yaşanırken kişide bir anda "patlayıncaya dek" yeme ya da kendini kusmaya ya da lavman- idrar söktürücüler ile yediklerini çıkarma davranışının olmadığı) tip ya da bu sayılan davranışların olduğu tiksinircesine yeme/ çıkartma tipi olarak 2 şekli vardır.

Hastaların çoğunun düşünce içeriği yemek ile ilişkilidir. Kimileri kalan, artan, yiyemedikleri yiyecekleri bırakamayıp, biriktirir, bazıları da hiç yapamayacağı yemek tariflerini edinmeye çalışabilir. Topluluk içinde yemek yeme konusunda isteksiz davranabilirler. Başlangıç ta çevrelerinden ilgi ve beğeni görmek için , kendileri üzerinde kontrol sağladıklarını görmek amacıyla alınan besinleri kısıtlamaya başlarlar. Eski kilolarına ya da çevrelerinde görünüm olarak beğeni kazanan kişilerin kilosuna inmek için hedef belirler. Kendileri gün içinde farklı zamanlarda tekrar tekrar tartar
Tıkınırcasına yeme-çıkartma tipine ait grubun alkol-madde kötüye kullanımı, daha çok duygusal durumda dalgalanmalar ve cinsel aktivitelere sahip olup, dürtülerini kontrollerinin daha zor olduğu gözlenmiştir.

Kişiler kilo kayıplarını arttırmak için fiziksel egzersizler yapar ya da yorucu fiziksel uğraşılar içine girerler. Öyle ki kişi daha çok enerji harcayıp, kilo verebilmek için oturmayıp, ayakta durmayı yeğleyebilir ya da durduğu yerde el ve ayaklarını hareket ettirebilir. Kişinin toplumsal ilişkileri azalabilir. Sadece is, fiziksel egzersiz ve kilo düşünceleri ile ilgilidir. Bir deri bir kemik kalsa bile kilolu olduğu düşüncesindedir. Kişiler kendilerine listeler hazırlayarak kendilerine yasakladıkları yiyecekleri belirterek, bunları yemeyeceklerine yeminler ederler. Yarim kilo bile almaları onları zayıflıktan şişmanlığa geçtikleri seklinde düşündürür. Uzun sure bir konuya dikkatlerini veremezler . Kendilerine güvensizlik yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir. Gitgide sosyal çevrelerini kısıtlarlar.

Çocuk gelişiminin erken evrelerinde, anne-çocuk iletişiminde çocuğun kendi başına,özgür davranışları üzerine yapılan müdahalelerin önemine dikkat çekilmektedir.

Anoreksia başlangıcı sonrasında genellikle obsesif- kompulsif davranışlar başlayabilir. Özellikle temizlik saplantıları ( ev temizliğine yönelik aşırı aktiviteler gibi) ve ders çalışma ile ilgili saplantılara rastlanabilir. Cinsel gelişimlerinde sorun olduğu gibi , cinsel isteksizlik ve diğer cinsel sorunlar da beraberindedir.

Bu kişilerde hastalığın yol açtığı vücutsal değişimler:

Hastalarda kansızlık, vücut su- tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda ostrojen dediğimiz kadınlık hormonu ,erkeklerde testesteron denen erkeklik hormonu düzeylerinde düşme sonucu cinsel işlevlerde azalma, kalp atımında azalma ve düzensizlikler, beyin boşluklarının beyin dokusuna oranla kapladığı hacmin artışı oluşabilmektedir.

Kimlerde görülmektedir:

Bu rahatsızlık düzenli ve bol çeşitli yemek yeme olanaklarının olup, göze hoş görünmenin zayıf bir vücut yapısı ile paralel düşünüldüğü bati toplumlarında, kentsel alanlarda daha çok gözlenmektedir. Hastaların % 90-95 i kadındır. Anoreksia nervosa genç kızlarda % 0,5 oranında saptanmakta, genellikle 12-25 yas arasında rastlanmaktadır.

Son yıllarda yurt dışında yapılan çalışmalara göre hastalığın yüz bin kişide 15-20 arasında görüldüğü saptanmıştır.

Rahatsızlığın oluşumunda etkili risk faktörleri:

- Yaşanılan sosyo-kültürel çevrenin etkisi ile zayıflığın kesin güzellik ölçütü olması durumu yaygınlaştırmaktadır. Bazı mesleki alanlar ( hosteslik, modellik, dans ve müzikle uğraşanlarda) bu yüzden özellikle risk altındadır.

-Bu rahatsızlığı olanların ailelerinde depresyon, alkolizm, şişmanlık ve gene bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanmaktadır. Bu kişilerin annelerinin daha çok diyet yapıp,yeme bozukluğunun olduğu, sürekli diyet yapma düşünceleri ile haşır nesir oldukları, kızlarının da diyetleri konusunda yoğun düşünceler içinde olabildikleri gözlenmiştir.

- Aile yapıları itibariyle, bağımsız hareket serbestisinin verilmediği ve aile işleyişi açısından yeterli keyif alınmayan doyum sağlanamayan ilişkilerin varlığı.

-Öncesinde var olan aşırı şişman beden yapısı

-Çocukluk cağı başlangıçlı diabet ( seker hastalığı) varlığı

- Geçmişte yaşanan cinsel, fiziksel tacizler.

Rahatsızlıktaki kişisel düşünce yapıları:

- Kişisel açıdan kendilerini yardıma muhtaç ama yardim edilemez görürler

- Kendi ve çevreleri üzerindeki denetimi kaybetme korkuları vardır.

- Aşırı bir şekilde başkalarının görüşlerine bağımlı olarak özgüvenlerini koruyabilen, onların yeterli ya da olumlu desteği olmadığında kendilerini bir hiç olarak görürler

- Bir şey ya tam olmalı ya da hiç olmamalı seklinde bir düşünce yapısı olan kişilerdir.

Hastalığın seyri:

Hastaların yarısının ilerleyen donemde iyileştiği, dörtte bir oranında hastanın kısmen iyileştiği, ancak bir miktar yakınmalarının sürdüğü belirlenmiştir. Hastalık sonucu olum oranının % 5 civarında olduğu gözlenmiştir.

Hastalığın gidisine olumsuz etki yapan faktörler:

-Ailede aşırı geçimsizlik, tartışmalı ortam

-bulimianın hastalığa eslik etmesi

-Kusma, dışkılamayı arttırıcı ilaç kullanımları

-Obsesif-kompulsif, histerik, depresif, nörotik davranış yapıları, zeminde bulunan psikiyatrik sorunlar nedeniyle, kişide vücutsal yakınmaların fazlaca gündeme gelmesi (gastrit, kolit vb.)

-Hastalığı inkar eden davranışlar içine girilmesi.

Hastalığın gidisini olumlu etkileyen etmenler arasında ise erken başlangıç yaşı, hastalığı kabul etmek ve kendine güvenen bir kişilik yapısının bulunması sayılmaktadır.

Tedavi:

Psikoterapide hastanın kendi duygularını uygun bir şekilde ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip, çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.Tedavide davranışçı terapi, aile terapisi ve grup terapisi kullanılabilir.


Bulimia Nervosa:

Aşırı ölçüde , adeta " aksırıncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya dek" krizler halinde tekrarlayan yemek yeme nöbetlerinin olduğu bir rahatsızlıktır. Aşağıdaki iki belirti bu duruma eslik etmektedir.

1-Belirli bir sure içinde , benzer durumdaki pek çok kişinin yiyebileceği besin miktarının çok daha fazlasının tüketilmesi

2- Bu durum yaşanırken yemek yeme üzerine kişide kontrolün kaybı hissi olur (yemeği sonlandıramayacağı , miktarında aşırıya kaçıp, kontrol sağlayamayacağı hissi).

Kişi kilo almamak için isteyerek kusma, dışkılamayı arttırıcı ya da idrar sokturucu ,yan etki olarak zayıflama yapabilecek ilaçları kullanır. Yemek yemeyi kendine yasaklayıcı tutumlar ya da normalden daha çok fiziksel aktivite ya da yoğun kültür fizik hareketleri gibi uygun olmayan telafi edici, kompanse edici davranışlar içine girer.

Tıkınırcasına yemek yeme ve uygun olmayan telafi davranışları en az 3 ay sure ile en az haftada 2 kez görülmektedir.Kişinin kendine bakışında vücut sekli ve kilosu önemli bir yer işgal edip, sahip olunan özellikler normalden çok daha fazla etkili olmaktadır.

Rahatsızlığın 2 tipi vardır. Birincisinde düzenli olarak kusma, idrar sokturucu ve dışkılamayı arttırıcı ilaçlar kullanılmaktadır. İkinci şekilde ise kişide bunun yerine yemek yememe ya da anormal derecede fiziksel aktivite ya da vücut egzersizleri gibi alınan kalorileri telafi edici davranışlar görülmektedir.

Patlarcasına yeme süreçleri çoğunlukla 2 saatten kısa sure içinde olmaktadır. Bu arada daha çok karbonhidrat içeriği fazla olan tatlılar, pastalar gibi kalorice zengin besinler tüketilmektedir. Kişiler bu davranışlarını gizlemeye çalışır ve bu davranışlarını kıyıda, köşede sergilerler. Bu yeme davranışları planlı olabileceği gibi, aniden bir anda da başlayabilir. Yeme davranışı çok hızlıdır. Bu durum çevresel stres etkenleri ile tetiklenir. Atıştırma atakları alışılan aralıklarda ya da öfke, gerilim, yalnızlık ya da depresif duygulanımın olduğu dönemlerde tetiklenebilir. Yemek yenirken geçici bir sure gerilim duserse de sonrasında bunu cokkunluk ve pişmanlık düşünceleri izler. Ya kendisi kusar ya da kusmaya veya dışkılamaya yardımcı olabilecek ilaçlara yönelir.

Bu kişilerde ilerleyen dönemlerde alkol-madde bozuklukları , depresif durumlar görülebilmektedir. Bu kişilerin daha çok kişilik bozukluklarına sahip olduğu ( daha çok sınırda kişilik bozukluğu) gözlenmiştir.

Toplumda kadınlar arasında % 1-3 oranında görülmekte, daha çok erişkinliğe geçiş döneminde başlamaktadır. Ailelerinde de bu rahatsızlığa ya da madde kötüye kullanımı ya da depresif rahatsızlıklara daha yüksek oranda rastlanmaktadır.

Bulimia çoklukla önceden şişman olan kişilerde görülse de madde kullanımı ya da anoreksiayi takiben de gelişebilmektedir. Kişinin vücuduna yönelik olumsuz değerlendirmeleri anoreksiaya göre daha fazladır. Bazı durumlarda kişi yiyecek maddeleri çalar ya da para çalarak gıda maddelerini bu amaçla elde etmeye çalışır.

Depresyon genellikle hastalığa eşlik eder. Bu kişilerde madde kullanımları özellikle yoğun alkol kullanımı da görülebilmektedir. Kadınlarda çoğunlukla adet düzensizlikleri oluşmakta, bazı hastalarda tansiyon düşüklüğü ve kalp atım sayısında azalmaya rastlanmaktadır.

Kusmalar nedeniyle hastanın su-tuz dengesi bozulabilir. Yemek borusu hasarları, tükürük bezlerinde büyüme ve diş çürümeleri görülebilir.

Tedavi:

Hastalarda ilaç tedavisi yanında psikoterapi de etkilidir. Psikoterapide hedeflenenler anoreksiada bahsedilenler gibidir


Orthoreksia Nervosa:

Son zamanlarda doğal hayatın bozulması, hava kirliliği,artan kanser vakaları, kalp hastalıkları vb. nedenlerle herkes yedikleri,içtikleri besinler üzerinde daha titizlikle durmaya başlamış durumdadır. Ailesi Istanbul dışından gelmiş olanlar kendi yörelerinin ürünlerini bulmaya çalışmakta, konuşmalarında o günlerin meyva, sebze yada etlerinden nostaljik bir tad alarak bahsetmektedirler. Bu durum tabii ki ailesi İstanbul kökenli olanlar içinde geçerlidir. Onlar da Çengelköy salatalıkları, Yalova elmaları, Kanlıca yoğurtlarından benzer bir şekilde bahsetmektedirler. O dönemlerde yapay gübreler yoktu, toprağın özelliği de doğal olarak farklıydı. O koşulları aynı şekilde tekrar oluşturamayız. Fakat bir an için düşünün ki, sadece en katkısız, en doğal, en temiz , en taze besini almak için seferber olmuşsunuz. Hatta tazelik öyle bir düzeydeki sizin için topraktan çıkartılan sebze 15 dakika geçmeden sizce yenilmeli, hiç buzdolabına girmemeli, hiçbir şekilde endüstri ortamından geçmemeli . Bunun için her defasında üreticinin bulunduğu ortama bile gitmeniz gerekebilir. Belli miktarda suyla haşlamanız ya da belli sürede haşlamanız, kızartmamanız gerektiğine inanıyorsunuz ve bunu ancak evinizde sağlayabilirsiniz, çünkü diğer insanlar sizin gibi yemek yemiyorlar. Ne kadar zor bir durum değil mi?

Henüz tüm dünya psikiyatristlerinin ortaklaşa bir şekilde oluşturdukları geçerli tanısal sınıflandırmalarına girmemiş olsa da günümüz dünyasında sık olarak bu durumdaki kişilerle karşılaşmaktayız.Rahatsızlık ismini Eski Yunancada saf, doğru ve gerçek anlamındaki ‘ortho’ sözcüğü ile besinlerini kısıtlama ile karakterize bir yeme bozukluğu olan ‘anoreksia nervosa’ adlı rahatsızlığın bileşiminden almaktadır.

Bu kişiler sadece doğadan geldiği gibi saf besinlerle beslenmeyi hedefleyip, onun haricindekilerden kaçınan kişilerdir. Bu gıdalardan ne kadar yiyecekleri, bunların nereden ,ne koşullarda geldiği ile aşırı ilgilidirler. Bu turden gıdaları hangi mekanlarda bulabileceklerini araştırıp, buralara yönelirler. Hayatları neredeyse tükettikleri besinlerin sağlıklılığı üzerine kurulmuştur. Besinleri bozan nedenler ya da bozulmayı önleyecek katkı maddeleri üzerine yoğun bir şekilde odaklanmışlardır. Kişiler uzun süreli olarak mükemmel ,en saf diyet peşindedirler. Genellikle vegeteryan bir beslenme düzenine sahiptirler.

Orthoreksia , anoreksia nervosa’ya ( kişinin kendine göre aşırı kilolu olduğu düşüncesiyle, bazen çok zayıf olmasına rağmen yemek yemeyi kesmesi durumudur) besinlerin kısıtlanması yönünden benzemektedir. Ancak anoreksiada alınan besin miktarı ve tipi kısıtlanırken, ortorekside besinin kalitesi üzerine odaklanılmaktadır. Ayrıca alınan besinlerden en iyi şekilde yararlanmak için uzun süre,aşırı bir şekilde ağız içinde çiğneme gibi davranışlar gözlenmektedir. Katkı maddeli gıdalardan , şeker ve tuzdan kaçınılır, sadece çiğ sebze ve meyve ya da sadece pişirilmiş gıdaların tüketimine yönelinmektedir. Bunun sonucunda kişinin alması gereken protein,vitamin, mineral ve yağlar alınamadığından kişide kansızlık, kemik erimesi, hatta ileri durumlarda ölümlerle karşılaşılabilmektedir.

Kişi bu durum nedeniyle hayatını olduğu gibi ,dolu dolu ve rahat bir şekilde yaşayamamaktadır. Bireyler aşırı kaygılı bir duruma gelmekte, etraflarındaki kişilerin de beslenmesine bu şekilde yön vermeye çalışmaktadırlar.Kişinin geçmişinde yaşadığı ağır sorunlar nedeniyle , çevresi ve dış dünya ile olan sorunları ile aktif bir şekilde başaçıkamaması ya da gereken tepkileri verememesi nedeniyle, varolan kaygısını yenebilmek için bilinçaltı bir savunma mekanizmalarıyla düşüncelerini başka bir konuya odaklaması sonucunda gerçekleşmektedir.

Burada önemli olan nokta normal ve anormali ayırmaktır.Kısa süreli olarak kişilerin doğal besinlere önem vermesi, bazı besinleri geçici olarak terketmesi bu rahatsızlığın kapsamına girmemektedir. Rahatsızlığı olan kişiler normalden farklı olarak sosyal,mesleki işlevselliklerinde bozulmalar gösterirler. Günlük hayatları besinlerin niteliğini düşünmekle geçmektedir. Bunun altında günlük yaşam olayları ile başedemeyip,günlük streslerden kaçınma çabaları yatabilmektedir. Kişilerin çevreye ve kendileri dışındakilerin hazırladıkları gıdalara olan güvensizliklerinin temelinde kendilerine olan güvensizlikler, yetersizlik duyguları yatabilmektedir. Bu şekildeki davranışları ile çevrelerin karşı kendilerini daha güçlü, çevrelerini etkileyebilecek, doğruyu gösterecek bir öğretmen gibi hissedebilirler. Yaşanan çaresizlikleri ya da sorunları zihinlerinden bu şekilde uzaklaştırarak, tutunacakları, söz sahibi olacakları bir durum oluşturmuş olurlar. Bu durumdaki bireyler genel olarak dış dünya hakkında olumsuz düşünmekte, ancak bu düşüncelerden kaçabilmek için bu duygularını sadece besinlerin olumsuz bir şekilde hazırlandıkları yönünde bir düşünceye çevirmektedirler. Sürekli olarak mükemmellik peşinde koştukları için , bunu gerçekleştirememeleri kendilerinden, çevrelerinden memnun olmamaları bu alana yansımış ve mükemmel gıdalara yönelerek, bu amaçlarını dolaylı olarak gerçekleştirmelerine hizmet etmiştir.

Bu kişilerde sıklıkla evlilik , cinsellik, mesleki ortam, ailesel ilişkiler ve kendilerini algılayışları ile ilgili sorunlara rastlanmaktadır. Daha çok 20-40 yaş grubu arasında ,genellikle kadınlarda, sosyoekonomik ve kültürel düzeyi yüksek kişiler arasında görülmektedir. Bu durumdaki kişilerin daha çok kentsel alanlarda yaşadıkları düşünülmektedir.

Bu durumdaki kişiler günde en az 3 saatlerini besinleri düşünerek geçirmektedirler. Ertesi gün yiyecekleri besinleri bugünden planlamaktadırlar. Yediklerinden zevk almak yerine ,bunu bir erdem olarak görürler. Bu konuda çok katıdırlar, bu alışkanlıklarından taviz vermezler. Bu şekilde yediklerinden dolayı kendilerine verdikleri değeri artmış hissederler,özgüvenlerini arttırırlar. Bu şekilde beslenemeyenleri küçümserler. Bu kişilerin bu şekilde besinleri bulma ve hazırlamaları kendi evleri dışında mümkün olmadığından dışarıda bir şey yemez ve içmezler, başka şehirlere ya da misafirliğe gitmemeye ya da gitseler bile orada yememeye özen gösterirler. Genellikle bu sebeplerden yalnız yemek yemeyi yeğlerler, zaman içinde toplumdan uzaklaşmaya başlarlar. Nadiren bu tür besinler dışında yemek zorunda kaldıklarında , bundan dolayı büyük bir suçluluk, pişmanlık içine girerek üzüntü duyarlar. Bu şekilde beslendiklerinde kendi üzerlerinde kontrol sağladıklarını hissederek daha rahat olduklarını varsayarlar.

Tedavilerinin psikiyatristlerce bireysel ya da grup terapileri ile yapılmaları uygundur. Bireysel terapilerde kişinin geçmiş yaşantı öyküsü alınarak, yaşadıkları zorluklar karşısında kullandıkları uygunsuz başetme mekanizmalarının gösterilerek, uygun savunma mekanizmaları geliştirilmesi, kendilerine, çevrelerindekilere ve dış dünyaya karşı olan olumsuz bakış açılarının düzeltilmesi sonucunda bunların uzantısı olan bu tür davranış ve düşünce yapılarının düzeltilmesi amaçlanır. Tedavi edilmediği takdirde kansızlık, kemik erimesi gibi vücutsal rahatsızlıkların görülmesi yanında, genelleşmiş kaygı bozukluğu, panik ataklar ve depresyon gibi ruhsal hastalıklara da yol açabilmektedir

Bu durumda olan kişilerin tedavi için psikiyatristlere yönelmesi gerekmektedir. Çünkü sadece bu rahatsızlık bir buzdağının su yüzünde görülen kısmını oluşturmaktadır. Daha derinlerde kişilik sorunları, kaygı bozuklukları, saplantı-zorlantı bozukluğu bulunabilmektedir. Unutulmaması gerekli olan gıdalarımızı en uygun ve faydalı bir şekilde almaya çalışırken, ruhsal dünyamızı uygunsuz, sağlıksız duruma getirmemektir.

Cinsel İşlev Bozuklukları

Cinsel aktivite aşamalarındaki ( isteğin başlaması, uyarılma, orgazm ve rezolusyon ) sorunlar veya cinsel ilişki ile birlikte ağrı yakınmaları bu bozukluğun konusudur. Bu durumlar cinsel olgunlaşmanın başlamasından beri varolabilir ya da cinsel hayatin belli bir sure sonrasında başlayabilir. Belli bir takım durumlar ve cinsel ilişkideki eslere bağlı (durumsal tip) olan ya da bağlı olmayan (yaygın tip) şekillerde görülebileceği gibi; bozukluğun başlamasında asal etkenin psikolojik etkenlere bağlı ya da psikolojik etkenlerin de rol oynadığı ama asal rol almadığı, başka bir tıbbi durum ya da madde kullanımının da rol aldığı şekiller de söz konusu olabilir.

Kişinin maruz kaldığı cinsel uyarının kaynağı, uyarının şiddeti ya da uyarı süresi yetersizse bir cinsel işlev bozukluğu tanısı uygun değildir.

Bu teşhisi koymadan önce kişinin istek, hedefler ve davranım şekillerini yönlendirebilecek dinsel ve diğer sosyokültürel zeminler dikkate alınır ( Örneğin kişilerde cinsellik sadece çocuk sahibi olmak olarak gözlenebilir, sadece karşı tarafın rahatlamasına hizmet amacını güdüyor olabilir ya da belli bir yastan sonra kabul edilemez olarak düşünülebilir gibi düşünce tarzları) .

1-Cinsel Ağrı Bozukluğu
a-) Disparoni:

Kadın ya da erkekte cinsel ilişki esnasında devamlı ya da tekrarlayıcı bir şekilde cinsel organ bölgelerinde ağrının olması durumudur. Bu durum kişide önemli bir gerilime ve karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açar. Bu sorun başka bir psikiyatrik, vücutsal hastalık ya da maddenin etkilerine bağlı olarak gelişmemiş olmalıdır.

Bu sorun daha çok ilişki sırasında olsa da bazı kişilerde ilişki öncesi ya da sonrasında da görülebilmektedir. Ağrının derecesi ve niteliği kişiden kişiye değişebilmektedir. Bu durum nedeniyle kişiler cinsel ilişkilerini kısıtlayabilir, içe kapanabilir, evlilik yaşantılarında sorunlarla karşılaşabilirler.

Disparoniye yol açan psikolojik etkenler:
Cinsel tecavüz travması ya da çocukluk çağında cinsel tacizler yaşayanlarda devamlı suretle cinsel bölgede ağrı daha çok gözlenmiştir. Kişide cinsel ilişki ile ilgili gerilim ve endişe var ise bu da vajina kaslarında kasılmaya neden olarak ağrıya yol açmaktadır. Ağrı oluştuğunda esin cinsel aktiviteye ısrarla devam etmesi ya da esin cinsel ilişkiye hazır olmadığı durumlarda cinsel ilişki için ısrar durumlarında ağrı durumu artma göstermektedir.

Disparoniye yol açan vücutsal hastalıklar:

Kadınlarda cinsel bölge çevresine yönelik ameliyatlar sonrasında % 30 oranında ,geçici bir sure için bu sorunun oluşabildiği gözlenmiştir. İltihaplanmış ya da zarar görmüş kızlık zarı artıkları, doğum kesikleri izleri, cinsel bölgeye salgı yapan bezlerin hastalıkları, vajina ve civarı dokuların enfeksiyonları, endometriozis ve pelvis (alt karin bölgesi) bozuklukları sayılabilir. Ayrıca menapoz sonrasında da vajina yüzey dokusunun incelmesi ve ıslanmanın azalması nedeniyle disparoni oluşmaktadır. Erkeklerde ise daha nadir olup, prostat bezi iltihapları, peyroni hastalığı, gonore ya da herpes hastalıkları sonrasında oluşabilmektedir.

Vaginismus:

Vajinanın kas dokusunun 1/3 dış kısmına ait kas grubunun cinsel birleşmeyi önleyecek düzeyde devamlı olarak ya da belli aralıklarla tekrarlayarak , kişinin isteği dışında kasılması durumudur. Bu durum kişide önemli bir gerilime ya da karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açar. Bu durumun başka bir psikiyatrik ya da vücutsal hastalığa bağlı olmaması gerekmektedir.

Bazı kişilerde cinsel birleşme olmadan, cinsel aktivite olacağı düşüncesi bile bu durumu oluşturabilmektedir. Kişide cinsel birleşme olmadan cinsel istek ve orgazm yetileri normal durumda devam edebilir. Bu durumda bazı kişilerde cinsel ilişkiden kaçınma ve evlilik sorunları gözlenebilmektedir.

Kimlerde görülür?

Daha çok genç kadınlarda görülmektedir. Cinsel taciz yaşantısı olanlarda , cinsellik konusunun tabu olarak kabul edildiği ailelerden gelenlerde gözlenmektedir. Evlilik öncesi, ilk gece hakkında çevreden duyulan abartılı korkutucu sözlerin etkisi olduğu düşünülmektedir. Daha çok eğitimli ve sosyoekonomik düzeyi yüksek kişilerde görüldüğü yolunda yayınlar bulunmaktadır. Daha önce herhangi bir sebeple ameliyat edilenlerde ya da vücutsal travma geçirip, yaralananlarda daha sonraları cinsel ilişki ile bu durumun oluşabildiği gözlenmiştir. Ayrıca kişi duygusal olarak karşısındaki kişi tarafından baskılandığını, kötü davranıldığını düşünüyorsa bu da bir şekilde vücudun kendini savunması seklinde kendini gösterebilmektedir.

Tedavi:

Davranışçı tedavi ve psikoterapi ile rahatsızlık normale dönmektedir. Başlangıçta kişinin kendi başına yapacağı ev ödevleri , daha sonra eşi birlikteliğinde devam ederek, eşler arasında karşılıklı güven ortamının sağlanması ile düzelmektedir.

2-Azalmış Cinsel İşlev Bozukluğu
Bireyde devamlı olarak ya da ara ara tekrarlayan dönemler halinde cinsel fantezi kurmak ve cinsel eylemde bulunmak yolunda isteğin az ya da hiç olmaması halidir. Bu durum kişide önemli bir miktarda gerilim, sorun ya da kişiler arası ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu sorun başka bir psikiyatrik hastalığın etkisine bağlı olmayıp, asal olarak bir madde, ilaç ya da başka bir vücutsal hastalığın doğal etkilerine bağlı olmamalıdır.

Bu durumdan etkilenen kişiler genellikle cinsel aktiviteyi kendileri başlatmazlar, karşı tarafın başlatması halinde ise isteksizce eşlik edebilirler. Eşlerinin baskısı ile cinsel eylemin miktarını , başka nedenlerle ( eslerinin kendilerini terk etmemesi, hediyeler alınması, kendilerine değer verilmesi gibi amaçlarla) arttırabilirler. Bu kişilerin düzenli cinsel aktivitelere isteksizlikleri nedeniyle evlilik ya da arkadaşlıklarında bozulmalar, boşanmalar görülebilmektedir. Bu bireylerde eşini görünüm ve duygusal olarak itici olarak algılama da görülebilmektedir .

Cinsel istekteki azalma uyarılma ya da orgazm sorunları tarafından oluşturulmuş da olabilir. Bazı kişilerde istek aşamasında bozukluk varken, diğer aşamalar normal de olabilir.

Bu durumu olan erkeklerde bir araştırma sonucuna göre daha düşük testesteron düzeylerine rastlanmıştır. Araştırmalara göre beş kişiden birinde bu durum mevcut olup, kadınlarda daha çok rastlanmaktadır.

İstek azlığı kişinin cinsellik hakkındaki bilinç dışı korkularından kendini korumak üzere geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır. Bu durum uzun suren stres, kaygı ve depresyona başka vücutsal hastalıklara bağlı olarak ta gelişebilmektedir. Uzun sure cinsel aktivitenin olmaması da cinsel istek bozukluğuna yol açabilir. Ayrıca bozulan bir ilişkiye karşılık olarak ve bir öfke- düşmanlık ifadesi olarak ta karşılaşılabilir.

Cinsel istek azlığının gelişmesine yol açabilecek etkenler arasında biyolojik dürtünün olmaması, yeterli özgüvenin yokluğu, cinsel acıdan geçmişteki kötü deneyimler, tacizlerin varlığı,uygun bir esin olmaması, es ile cinsellik dişi alanlarda iyi bir iletişimin olmaması sayılabilir.

Rahatsızlık genellikle erişkinliğe geçiş döneminde başlar

Tedavide bilişsel, davranışçı tedavi ve aile terapisi kullanılır.


Cinsel Tiksinti Nedir?

Devamlı olarak veya tekrarlayıcı olarak cinsel birleşmeden çok fazla miktarda tiksinti duyarak, cinsel ilişkiden kaçınma halidir. Bu durum kişide yoğun bir gerilim ya da sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu teşhisin konması için bu durumun başka bir psikiyatrik bozuklukla net bir ilişkişinin olmaması gerekir.

Kişi cinsel ilişki söz konusu olduğunda kaygılanır, tiksinir ya da korku duyar. Bu iğrenme hali cinsel birleşmenin herhangi bir anına ilişkin olabilir. Bunlar sperma ( cinsel birleşme sırasında boşalan sıvı materyal ) ile ilgili ya da cinsel kasılmalar ve cinsel organların temas etmesi gibi farklı durumlara yönelik olabilir. Bazı vakalarda öpüşmek ve ten teması dahi bu durumu oluşturabilir.

Bu rahatsızlığı olan kişiler o anda bas dönmesi, mide bulantısı, sıcak basması, terleme, çarpıntı, nefes darlığı, baygınlık gibi yakınmalarla panik nöbetleri yaşayabilirler. Bu durumdaki kişiler durumdan kaçınmak için eslerinden çeşitli bahanelerle uzak durarak, erken yatabilir, aşırı bir çalışma temposu içine girebilir, evde kalma surelerini kısıtlayabilir ya da alkol-madde kullanımına başlayabilirler.

Tedavide başlangıçta imajinasyon yöntemleri ve bazen ilaç tedavileri ile kaygının azaltılması ile psikoterapi sürdürülür.

3-Cinsel Orgazm Bozukluğu

Cinsel uyarılma sonrası orgazmın devamlı bir şekilde ya da tekrarlayıcı olarak çok geç olması veya hiç olmaması halidir. Her kadın için cinsel uyaranın turu ve yoğunluğu farklıdır. Bunun için cinsel uyarının iyi tetkik edilmesi gereklidir. Bu durum kişide belirgin bir gerilime ve sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu sorun asal olarak başka bir psikiyatrik bozukluk, ilaç,madde ya da başka bir hastalık nedeniyle oluşmamalıdır.

Hekimin kişide yas, cinsel deneyimlerin öyküsü ve gelen cinsel uyarının yeterli düzeyde olup olmamasını değerlendirerek bu tanıyı koyması gerekmektedir.

Kadınlarda orgazma ulaşma durumu yasin ilerlemesi ile artmaktadır. Daha çok genç yasta rastlanmaktadır. Eğer kişide bu durumun nasıl yaşanabileceği öğrenilirse , cinsel travmatik yaşantılar, evlilik sorunları, depresif durumlar ya da başka vücutsal hastalıklarla karşılaşılmadığı surece bu halin uzun sureli olarak kaybolması nadirdir. Beraberinde cinsel istek ve uyarılma bozukluğu da bulunabilir. Kadınlar kendi bedenlerin, haz noktalarını ve özelliklerini daha iyi tanıyıp, eslerine tanıttıkça bu durumu daha yoğun yaşayabilirler. Yurt dışında yapılan bir çalışmaya göre (Kinsey) 35 yas üzerinde evli kadınlar arasında hiç orgazm yaşamayanlar % 5 oranında bulunmuştur. Başka bir çalışmada ise kadınların % 46 si orgazma ulaşmakta güçlük çekerken, % 15 oranında orgazm olamamaya rastlanmıştır.

Bu duruma yol açabilecek diğer faktörler arasında hamile kalma korkusu, esi tarafından reddedilme korkuları, vaginaya zarar gelebileceği endişesi, erkeklere karşı düşmanca tavırlar, cinsel dürtülere karşı kendini suçlu hissetme sayılabilir. Bu durumdaki bazı kadınlarda karin alt bölgelerinde ağrı, cinsel bölgelerde kaşınma ve akıntı, gerginlik, bitkinlik yakınmaları bulunabilir.

Orgazm bozukluğu (erkeklerde):
Orgazm bozukluğunun kadınlar için belirtilen şartlari erkekler için de geçerlidir. Erkeklerde en yaygın olarak görülen şekli eşin el ya da oral uyarısı ile cinsel boşalma sağlanabilmesine karşın , cinsel ilişki sırasında orgazmın olmaması durumudur. Bazı durumlarda sadece mastürbasyon ya da sadece cinsel düşlemler ile orgazma ulaşılabilmekte, ilişki sırasında bu gerçekleşmeyebilmektedir. Orgazmın sağlanması için yeterli düzeyde cinsel uyarının olması ve yaş artışı ile uyarı yoğunluğunun artması gerekmektedir.

Neden olabilecek vücutsal hastalıklar:

Prostat operasyonları sonrası, “Parkinson” hastalığı, omurilik kanalında bozukluklara yol açan nörolojik hastalıklar, bazı tansiyon ilaçları, bazı anti psikotik ilaçlar da bu durumu oluşturabilmektedir. Geçici olarak yoğun alkol alimi , kandaki seker düzeyinin çok yükselmesi , bazı hipofiz bezi tümörleri varlığında da görülebilmektedir.

Psikiyatrik kökenli olan şekil kimlerde görülmektedir:

Etkilenen kişilerin daha çok Bu rahatsızlığın “obsesif-kompulsif” bozukluğu olanlarda daha çok görüldüğüne dair araştırmalar bulunmaktadır. Baskı altında ve katı kuralların olduğu ailelerden gelen kişilerde , cinsel konuların tabu olduğu ailelerde bu duruma daha çok rastlanmaktadır. Bazı kişilerde de kadınlara veya ilişki kurulan kişiye yönelik düşmanlık hislerinin sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Karşısın da kinin kendi gözünde cinsel çekiciliğinin kalmaması durumunda böyle bir sonuç ile karşılaşılabilmektedir

Tedavi:


Eşle birlikte yapılan cinsel tedaviler başarılı sonuçlar vermektedir.

Erkek cinsel organı sertleşme (ereksiyon ) bozukluğu:
Devamlı olarak ya da tekrarlayan bir şekilde , erkek cinsel organında (penis) cinsel ilişki için gereken düzeyde sertleşmenin elde edilememesi ya da cinsel ilişki sonuna dek bu düzeyin korunamaması durumudur. Bu durum kişide önemli derecede gerilime ya da sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu teşhisin konması için başka bir psikiyatrik hastalık, bir ilaç,madde ya da bir vücutsal hastalığa bağlı olmaması gerekmektedir.

Bazı durumlarda cinsel yaşantının hiç bir döneminde ereksiyon sağlanamamışken, bazı kişilerde başlangıçta bu durum varken, cinsel birleşme anında bu kaybolabilir. Bazen de sadece mastürbasyon esnasında ya da uykudan uyanırken ereksiyon oluşur, cinsel birleşmelerde oluşmayabilir.

Bu durum kişide bir cinsel kaygı, gerekli performansı gösteremeyeceği endişeleri ya da cinsel uyarıma ve zevk alma hislerinde azalma ile ilişkilidir. Depresyon geçirmekte olan ya da madde kullanım bozukluğu olanlarda bu soruna rastlanabilmektedir. Bu durum tedavi edilmezse ne yazık ki evlilik sorunları, boşanmalara , alkol-madde kullanım bozukluklarına, diğer esin evlilik dişi ilişkilerine yol açabilmekte, bu nedenle intihar ya da cinayetlerle sonuçlanabilmektedir.

Yasin ilerlemesiyle birlikte görülme oranı artmaktadır. Yurt dışında yapılan çalışmalara göre ( Kinsey) rahatsızlığın 35 yas civarındakilerde % 2-4 oranında ;80 yas civarında ise % 77 oranında görüldüğü saptanmıştır. Ancak eğer kişinin sağlık durumu yerinde ve uygun cinsel esi varsa ileri yaslarda bu durum görülmeyebilir.

Bu duruma yol açabilen vücutsal hastalıklar:

Kabakulak ve fil hastalığı, kalp yetmezliği, damar sertliği, aort anevrizmaları, böbrek yetmezliği, hidrosel ve varikosel gibi ürolojik hastalıklar, siroz, solunum yetmezlikleri, penis damar ve yapı bozuklukları, Klinefelter gibi genetik hastalıklar, vitamin eksiklikleri, seker hastalığı, hipertiroidi, Addison hastalığı ve böbreküstü bezi tümörleri gibi endokrin sistem hastalıkları, MS, Parkinson , ALS, bazı sara hastalığı tipleri, sinir sistemini tutan tümörler, omurilik kanalını etkileyen travmalar ya da burayı tutan tümörler, alkol-madde bağımlılıkları, kursun ve bitki oldurucu ilaçlarla zehirlenme durumları, bazı ilaçlar ( östrojen, bazı tansiyon ilaçları, bazı antipsikotik ilaçlar) , isin tedavisi, pelvis kemiği kırıkları, ağır düşkünlük hallerine yol açan hastalıklar ve o bölge veya o bölgeye yakın sinir ve damarlarına yönelik ameliyatlar ( prostat , kalın bağırsak, mesane , iliak damar operasyonları gibi) sayılabilir.

Tedavi:

Esler birlikte tedaviye alınır. Bu tedavi için düzenli bir cinsel es gereklidir. Cinsel tedavide eşlerde bu duruma yol açabilecek başka bir vücutsal hastalık yoksa başarılı sonuçlar alınmaktadır

Erken boşalma (Prematur ejekulasyon) :

Devamlı olarak ya da ara ara tekrarlayan bir şekilde boşalma için yetersiz bir cinsel uyarılma ile, kişinin isteği dışında , penisin vaginaya girişi öncesi ya da hemen sonrasında boşalmanın (ejekulasyon) gerçekleşmesi durumudur. Bu durum kişide önemli derecede gerilime yol açarak, karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açmaktadır. Bu teşhisin konması için oluşan durumun başka bir maddenin etkilerine bağlı olmaması gerekmektedir. Bu tanıyı koyarken kişinin yaşı, eşin ya da cinsel aktivite durumu ve yerinin özellikleri, yakın zamandaki cinsel girişimlerin miktarı gibi etkenler dikkate alınır.

Kimlerde daha çok görülmektedir:

Genellikle genç yastakilerde ve cinsel ilişkilere yeni başlayanlarda görülür. Bazı kişilerde de , devamlı alışılmış eşle değil de ek olarak başka bir ilişkiye başlayınca oluşabilmektedir.

Daha çok eğitim düzeyi yüksek kişilerde rastlanmaktadır. Erkeklerin % 30 unda olduğu düşünülmektedir. Daha önceki cinsel girişimleri hayat kadınları ile alelacele bir şekilde olan kişilerde, fark edilmeleri halinde rezaletler çıkacağı olası yerlerde bu girişimlerde bulunanlarda çok kısa sürede orgazm sağlama alışkanlığı nedeniyle oluşmaktadır.

Erken boşalma nedenleri :

İlişkide bulunan kişi ile ilgili sorunlar, evlilik sorunları bu duruma yol açabileceğinden, hem bozuk giden evlilikler bu soruna yol açmakta, hem bu sorun evliliklerde zorluklara yol açmaktadır.

Başlangıçta olmayan, ancak devam eden ilişkilerde ortaya çıkan erken boşalmaya cinsel ilişki yoğunluğunun azalması , sertleşme bozukluğu olacağı endişesi sebep olabilmektedir.

Bazı kişilerde bilinçaltında yatan cinsel ilişki ile ilgili düşünceler bu duruma sebep olmaktadır. Sertleşme bozuklukları konusunda belirtilmiş olan ailesel yapı ve bu durumun gelişmesindeki etkenler bu konuda da söz konusudur.

Tedavi:

Eş birlikteliğinde ya da essiz olarak yapılan boşalma suresini uzatıcı cinsel tedaviler başarılı olmaktadır.


4-Cinsel Uyarılma Bozukluğu

Devamlı olarak veya ara ara tekrarlayıcı olarak oluşan ve cinsel uyarılma sonucu olması gereken düzeyde bir ıslanma ve kabarma tepkisinin olmaması ya da bunun çok kısa sürüp, cinsel işlev bitene dek bu durumun korunamaması halidir. Bu durum belirgin bir gerilim ve kişiler arası ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu durumun oluşumuna başka bir psikiyatrik hastalık, ilaç, madde ya da vücutsal hastalık asal sebep teşkil etmemektedir.

Kadınlarda cinsel uyarı ile o bölge damarlarında kanlanmada artış nedeniyle dolgunlaşma, vajinada ıslanma ve genişleme ile vücut dışındaki cinsiyet organlarında kabarma oluşmaktadır. Bunların oluşmadığı durumlarda cinsel ilişki ile ağrı ve bu nedenle cinsel ilişkiden kaçınma ve evlilik sorunları oluşabilmektedir. Bazı araştırmalara göre testesteron, ostrojen, prolaktin ve tiroid hormon düzeylerinde farklılıklar saptanmıştır. Menapoz sonrası ıslanma için daha uzun sureli uyarı gerekir. Islanmada azalma ayrıca seker hastalığı, o bölgeye yönelik isin tedavisi, atrofik vajinit, emzirme donemi sırasında da olabilmektedir. Bazı grip ve alerji ilaçları ve eski nesil anti depresif ilaçlarda benzer bir duruma yol açabilmektedir. Bu rahatsızlığa cinsel istek ve orgazm bozuklukları da eşlik edebilmektedir.