4 Ekim 2008 Cumartesi

Distimik Bozukluk

Distimik Bozukluğun başlıca özelliği, en az 2 yıl, hemen her gün, yaklaşık gün boyunca süren, kronik depresif bir duygudurumun varlığıdır. Bu insanlar kendilerini kederli ya da hüzünlü olarak tanımlarlar. Çocuklarda irrite hal ile ortaya çıkabilir. Bir yıl sürmesi durumunda bu tanıyı alabilir (DSM IV). İştahsızlık veya aşırı yemek yeme, uykusuzluk ya da aşırı uyku uyuma, enerjinin düşük olması, yorgunluk, benlik saygısının düşmesi, düşünceleri yoğunlaştıramama, umutsuzluk duyguları ve karar vermede güçlük çekme görülür. Bu kişiler sürekli kendilerini eleştirirler ve ilgileri azalır. Kendilerini yetersiz bulurlar, çekici hissetmezler. Bu depresif durum bir parçaları olduğu için de, sorulmadıkça yakınmazlar; çünkü hep böyledirler.

İki yıl içinde ( çocuklar ve ergenler için 1 yıl ) iyi hissedilen ara dönemler, 2 aydan daha uzun sürmez.
Depresif durum toplumsal ve mesleki alanda, üretkenlikte sıkıntıya neden olur.

Distimik bozuklukta en sık yetersizlik duyguları, genel bir ilgi kaybı ve hiçbir şeyden zevk alamama, toplumdan uzaklaşma, suçluluk duyguları ya da geçmişle ilgili düşüncelere dalmalar, yaşam etkinliklerinde ve üretkenliğinde azalma, etkin olamama görülür; ayrıca hızlı göz hareketleri vardır.

Ailelerinde Majör Depresif Bozukluk olanlarda daha sık görülür.

Çocuklarda her iki cinste eşit görülür. Çoğu kez okul başarısında ve toplumsal etkinliklerde bozulmalara neden olur. Bu çocuklar irrite, ters, huysuz ve “asabi” dirler. Benlik saygıları ve toplumsal becerileri düşüktür; karamsardırlar. Kadınlarda erkeklerden 2 – 3 kat fazla görülür. Sıklıkla Kişilik Bozukluğu’yla birlikte görülebilir. İlaç tedavisinde anti-depresanlardan yararlanılır.

3 Ekim 2008 Cuma

Psikosomatikf Bozukluk ( sindirim - yeme )

Sindirim sistemini ilgilendiren hastalıkların stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı:

a- Irritabl bağırsak sendromu ( spastik kolit, membranoz kolit):

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre nüfusun ortalama olarak % 15 inde görülmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla üç kat daha fazla görülmektedir. Daha çok 45-64 yasları arasında görülmekteyse de yakınmalar erişkinliğe geçiş ya da erken erişkinlik döneminde başlamaktadır.

Belirtiler:

1-Disk ilama ile rahatlayan karın ağrıları ya da dışkının kıvam ve miktarında değişiklikler.

2- Aşağıdakilerden en az 2 sinin varlığı ile birlikte olan dışkıda bozulma

a- Dışkılama aralıklarında değişme ( haftada üçten az ya da günde üçten çok)

b- Dışkı seklinde değişme ( gecen zamanın % 25 inden fazlasında ya çok sulu ya da çok katı yoğunlukta diski olması)

c- Dışkının bağırsaktan geçişinde değişiklik (Gecen surenin % 25 inde varolan acele disk ilama isteği ya da tam olarak dışkılama ihtiyacını giderememe hissi.)

d- Dışkı ile birlikte mukus ( sümüksü sıvı) gelmesi.

3- Aşırı bir gaz hissi ya da karında gerginlik hissinin olması.

Rahatsızlık fazla miktarda işgünü kayıplarına yol açmaktadır.Hastalarda ayrıca baş, sırt, kas, alt karın ağrıları ve boğazda yanma, cilt döküntüleri, aşırı adet sancıları, çarpıntılar,derin nefes alıp verme, kaygılar, sersemlik hissi, idrar yaparken sancı, halsizlik, terleme, yineleyen idrar yapma ihtiyacı ,avuç terlemeleri hissedebilmektedirler.

Rahatsızlıkta bağırsağın hareket sistemine ait işlev bozukluğu on planda düşünülmektedir. Bu durumda normalde dakikada 6 olan bağırsak ritmi 3 e inmiştir.

Vakaların yarısından çoğunda çevresel stres etkenlerinin mide- bağırsak belirtilerini tetiklediği bildirilmiştir.

Bu stres etkenlerinin de erkeklerde mesleki ; kadınlarda ailesel kökenli olduğu belirlenmiştir. Bu kişilerde küçük yasta anne-baba kaybı, cinsel-fiziksel taciz gibi travma tik olaylara daha çok rastlanmıştır. Bu kişilere verilen değerlendirme ölçeklerine göre depresyon, kaygı, kisilerarasi duyarlılık, somatizasyon ve düşmanlık puanları yüksek çıkmış, başka bir ölçekte de histeri, hipokondriazis ve depresyon puanları yüksek çıkmıştır.

Araştırma sonuçlarına göre rahatsızlıktan etkilenen bireylerin % 22 sinde hayatları boyunca bir duygu-durum bozukluğuna (depresif bozukluklar , mani gibi) rastlanmıştır. Hastalığın aktif döneminde % 15 oranında majör depresyon saptanmıştır.

Rahatsızlığın seyri:

5-8 yıl sure aralığı ile yapılan bir değerlendirmede hastaların % 85 inin kısa surede belirgin olarak daha iyileştiği, % 67 sinin ise uzun bir sure şikayetsiz kaldığı gösterilmiştir. Tedavide iyi gidisi gösteren işaretler arasında erkek cinsiyet, hastalığın başlangıç suresinin çok uzun olmaması, kabızlığın önde gelen yakınma olması, şikayetlerin ani bir mide-bağırsak düzensizliği ile başlaması sayılabilir.

Tedavi:

Bu rahatsızlıkta psikiyatrik sorunların da ( depresif bozukluklar gibi) daha fazla görülmesi nedeniyle uygulanan tedaviler sadece duygusal duruma değil, sindirim yakınmalarına da olumlu etki yapmaktadır. Gevşeme eğitiminin verilmesi ve bilişsel tedaviler ile genel gerilim düzeyinin azaltılması da sindirim sistemine ait yakınmaların tedavisine yardımcı olmaktadır. Stresle uygun bahsetme yollarının sağlanması ana hedeflerdendir.

b- Pektik ülser:

Mide ve on iki parmak bağırsağının besinlerle temas eden, iç yüzlerinde meydana gelen harabiyetlerdir. Bu zedelenmelerin boyutları genellikle 1 cm.den ufaktır.

Rahatsızlığın sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu kesimlerde daha çok gözlendiği saptanmıştır. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla ve kentsel yerleşim alanlarında daha çok görüldüğü gözlenmiştir. Orta yas üzerinde (45 yas sonrası) daha çok görülmektedir.

Oluş sebepleri:

Mide asidi ve sindirim enzimlerinin zararlı etkilerinden, mide duvarının korunmasını sağlayan sistemin bozulması, bikarbonat ve mu kus denen koruyucu sıvıların azalması veya ölen mide iç yüzeyi hücrelerinin sürekli yenilenmesine dayanan sistemin yetersiz çalışması gibi vücudun kendine ait sebepler rahatsızlığa yol açan etkenlerdir. Olaydan sorumlu diş etkenler arasında ise Helicobacter pylori denen bir mikroorganizma, ayrıca çeşitli ağrı kesici-romatizma ilaçları gibi mideye zararlı ilaçlar, büyük yanıklar ve stres on planda gelmektedir.

Mide ülserinde midenin salgıladığı asit miktarı normalden az iken; on iki parmak bağırsağı ülserlerinde asit üretimi artmıştır.

Stresli hayat koşulları ile peptik ülser arasında yakın ilişki saptanmıştır. Bu durum hem hastalığın erken , hem tekrarlayarak uzamış evrelerinde ve karin boşluğuna yırtılıp açılma hallerinde görülmektedir. Savaşlar ve çatışmalar esnasında askerlerde yoğunluk kazanmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre stresler ile mide asit salgılanması ve mide hareketleri artmakta,bikarbonat salgısı ise azalmakta, hastalığa zemin hazırlamaktadır. Kişinin hedeflerini gerçekleştirmek konusunda uzun sureli olarak yasadığı hayal kırıklıkları yine de ülser başlangıcı ve tekrarlamasında etkili olduğu görülmüştür.

Peptik ülser yakınmaları:

Karin bölgesinde yanma seklinde keskin ağrı, genellikle yemeklerden 1-3 saat sonra başlamaktadır. Ağrı besin ya da antiasit denilen ilaçlarla azalmaktadır. Bu yakınmalar nedeniyle uykusuzluk , zayıflama, bulantı, hazımsızlık, şişkinlik görülebilmektedir. Bazen kanama görülebilmekte, bu dışkıda belirlenebilmekte, ileri dönemlerde kansızlığa yol açabilmektedir. Teşhis endoskopi ve rontgen tahlilleri ile konabilmektedir. Tedavi edilmeyen vakalarda mide- oniki parmak bağırsağı delinmeleri oluşup, acil cerrahi girişim gerekmekte, bu evrede de ameliyat edilmezse peritonit (karin zari iltihabi) ile olum görülebilmektedir.

Tedavi:

Mide ic yuzune zararli etkenlerin kesilmesi ( ağrı kesici-romatizma ilaçları,sigara gibi) ,psikososyal sorunlarin giderilmesi, varsa baska vucutsal hastaliklarin tedavisi ve H. pylori adli mikroorganizmaya karsı tedavi uygulanmaktadır.Psikoterapi ile hastanın kendini, çevresini ve hayatı algılayışı olumlu bir yöne çevrilmekte, streslere karsı savunmaları güçlendirilmekte ve dengeli ortamı oluşturulması hedeflenmektedir.

c- İltihabı bağırsak hastalıkları:


Bu gruba Crohn hastalığı ve ulseratif kolit girmektedir. Amerika'da yapılan araştırmalara göre Crohn hastalığı yüz bin kişide 3-7; ulseratif kolit ise yüz bin kişide 3-15 arasında görülmektedir. Rahatsızlıklar kadınlarda ve genç erişkinlerde daha çok görülmektedir.

Crohn hastalığı ağızdan anüse dek sindirim sisteminin herhangi bir bölümünü tutabilmekte , iç yüzeyde ülserler, diş yüzeyden Apseler , delinmeler, diğer organlara yapışmalar yapabilmektedir. Ulserztif kolit ise başlıca bağırsağın iç yüzeyinde görülmektedir. Her iki rahatsızlık ta da ishal, karnin sağ alt kısmında kramp seklinde ağrı, kilo kaybı ile seyretmektedir. Ulseratif kolitte makattan kanama görülebilmektedir.

Hastaların % 10 kadarında ayrıca bağırsak dişi organlarda da belirtiler ( ateş, kansızlık, eklem sertlikleri- arterit,karaciğer hastalıkları, deride iltihabı döküntüler) gelişebilmektedir.Ulseratif kolitlilerde ileri donemde bağırsak kanseri gelişebilmektedir.

Hastaların daha çok obsesif- kompulsif , bağımlı, narsistik tipte kişilik yapıları vardır. Kişiler duygusal acıdan olgun olmayıp.ayrılmalara çok duyarlı ve belirgin bağımlılık gereksinimleri olan , sürekli çevreden istekleri olan,çevrelerinden gelen mesajları reddedilme olarak algılayıp, duyarlılık gösteren kişilerdir. Bu kişilerdeki önemli ayrılıklar hastalığın şiddetini arttırabilir.

Hastalıkta depresyon ve kaygı artmıştır.Bu artış hastalığın şiddeti ile doğru orantılı olarak artmaktadır.

Hastaların 2/3 ünde en az bir kez operasyon gerekmektedir.Ulseratif kolitlilerin 1/5 inde tüm kalın bağırsağın çıkarılması ameliyatına gidildiği gözlenmiştir.

Tedavi:

Hastada gerekli cerrahi girişimlerin yapılması, damardan beslenme, iltihabı durumla mücadele için uygun ilaç tedavileri yanında psikiyatrik tedavi ( gelişebilecek depresyon , psikoz ve su-yüz denge bozuklukları nedeniyle delirium denen durum nedeniyle) uygulamak gerekmektedir.

Psikosomatikf Bozukluk

Kalp-damar hastalıklarının stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı


Psikiyatrik hastalıklar dolaylı yoldan etkili olarak kalp hastalıklarına yol acarlar ( sigara içmek, yüksek yağ oranlı diyetler,fazla alkol tüketimi gibi ), ayrıca doğrudan etki ile de kalp hastalıkları gelişebilmektedir. Bu vücutsal şikayetlerin daha fazla şiddette hissedilmesi ya da hastalığın oluş mekanizmasını hızlandırmak seklinde olabilmektedir.

Kalp hastalığından ani olum vakalarının , kişilerin gerilimli donemler yasadığı , depresif yakınmaların olduğu dönemlerle paralellik gösterdiği gözlenmiştir. Bazı kişilerde de kalp hastalığı olmadan göğüs ağrısı ve çarpıntı yakınmaları depresif bozukluklar ya da kaygı bozukluklarında görülebilmektedir. Stres damar daralmaları ile kalp dokusunda kanlanmada azalmalara, enfarktüslere, kalp yetmezlikleri, kalp atımlarında düzensizliklere, yüksek tansiyon, düşük tansiyon, kalp kapak hastalıkları ve beyin-damar hastalıklarına yol açmaktadır.Kalp- damar hastalıklarının oluşumunda ruhsal sorunların önemli bir yeri vardır. Bu çerçevede iki hastalıktan bahsedelim.

Korner kalp hastalığı:

Stresle birlikte sempatik sinir sistemi çalışmasında artış olmakta , böbreküstü bezinden fazla miktarda adrenalin salgılanmaktadır. Bunun salgılanması da kan basıncı, kalp atim ve solunum şayisini arttırmakta, kan seker düzeyini yükseltmektedir.

1959 yılında önerilen bir modele göre "A tipi" kişiliğe sahip bireylerde ( hırslı, sabırsız, saldırgan, rekabetçi tavırları olan,sürekli zaman darlığı yasayanlarda korner damar hastalığının daha yoğun görüldüğü belirtilmiştir. Son çalışmalara göre ise bu tur tutumların , davranış özelliklerinin psikiyatrik tedavi sonucu değiştirilmesi ile hastalıkta yinelemeler ve olum hızı azaltılmıştır. Enfarktüs geçirip hastanede yatmış kişilerde majör depresyonun varlığı , 6 aylık bir izlen döneminde olum riskini arttırmıştır.

Ani ölümlerle , rahatsız edici ani çevresel olayların arasında belirgin ilişki gözlenmiştir. Kalp ritim bozuklukları nedeniyle tedaviye alınan kişilerin % 21 inde , bu bozukluğun başlangıcında duygusal olaylara rastlanmıştır. Sosyal destek eksikliğinin de korner hastalık riskini arttırdığı belirlenmiştir

Hastalarda mevcut yakınmalar nedeniyle, kalbi besleyen korner damarlarda darlık ya da tıkanma varlığını araştırmak amaliyle yapılan anjiografilerde , kişilerin % 10-30 unda korner arterlerde bir sorun olmadığı gözlenmiştir. Bu bulguya rağmen kişilerde göğüs ağrısı ve mesleki-sosyal sorunlar psikiyatrik durum nedeniyle devam etmektedir. Bu kişilerin % 40-50 sinin panik bozukluk hastalığı olduğu belirlenmiştir. Başka bir çalışmada ise bu kişilerin % 35 inde majör depresyona rastlanmıştır.

Göğüs ağrısı olan panik bozukluk hastalarında , korner hastalıklı kişilere göre daha çok belirtiye rastlanmıştır. Bu kişiler sonuçta , kalabalık, toplu tasım ve lokantalarda yemek yeme vs. gibi durumlara karsı kaçınma davranışları geliştirmekte ve eve bağımlı hale gelebilmektedirler.

Bazı kişilerde de hem panik bozukluğu, hem de kalp hastalığı bulunmaktadır. Bu durumda bir panik atağı ile birlikte kişide kan basıncı ve kalp atışlarında artış olmaktadır. Bu kalp kaslarında kullanılacak oksijeni bitirmekte, kalp kaslarına giden kani azaltmaktadır. Sonuçta kalp spazmı da denen "angına " şikayetlerine yol acmaktadır. Bu durum da bir kısır döngü seklinde kaygı turu yakınmaları arttırmaktadır.Birlikte bulunan panik bozukluğu olum riskini arttırmaktadır.

Korner damar hastalığı gelişiminde etkili risk faktörleri arasında sigara, kanda yüksek kolesterol düzeyleri ve yüksek tansiyon gelmektedir. Uzun suredir varolan depresyon bu etkenlerin her birinin gelişiminde etkilidir. Depresyonlularda görülebilen yoğun kilo alim ya da kayıpları da korner damarlara zararlı olmaktadır. Sigara içimi de çoğunlukla psikiyatrik hastalıklarda görülen bir durumdur.

Orta ya da yüksek düzeyde ümitsizlik düzeyleri olanlarda kalp-damar hastalıklarından olum riski 1,5- 2,5 kat daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca çevresel desteğin yetersiz olusu, düşük gelir düzeyi, es-aile kaybı da olum riskini arttırmaktadır. Daha önce enfarktüs ( kalp krizi) geçirip, yalnız yasayanlarda da olum riski yüksektir.

Toplumdan uzak bir yasam ve günlük yoğun stres enfarktüsten olum riskini arttırmaktadır.

Bir duygu-durum bozukluğu olan 55 yas ve üzeri yas grubundakilerde 4 kat daha çok doğal ölüme rastlanmıştır. Enfarktüs geçiren ve majör depresyon gelişen kişilerde, bu durumun gelişmediği kişilere göre 5 kat daha çok oranda altı ay içinde ölüme rastlanmıştır. Psikolojik streslerin kanda pıhtılaşmayı sağlayan trombositlerin de işlevlerinde artışa yola cip, korner damarlarda tıkanma ve ölümlere neden olduğu saptanmıştır.

Enfarktüsü izleyen iki ay içinde, kalp atim düzensizliği olan ve yüksek oranda depresif yakınmaları bulunanlarda bir yıl içinde olum riskinin daha yüksek olduğu görülmüştür

Enfarktüs sonrası donem:

Korner bakim biriminde geçirilen birkaç günün sonunda psikolojik gerilimin azalmaya başladığı belirlenmiştir. Kalpteki olayın öneminin farkına varılması ve yeni durumda uyulması gereken kurallar nedeni ile depresyon, bazen de öfkeli, zarar verici davranışlar başlayabilmektedir. Hastalığı yok sayma, kabul etmeme seklinde davranışlar yaşanabilmekte, bu da mesleki, cinsel, fiziksel aktivitelerde uygunsuz ve ölüme götürebilecek durumlara yol açmaktadır.

Enfarktüslülerin ortalama yarısında depresif şikayetler görülebilmekte , ancak % 20 sinde majör depresyona rastlanmaktadır. Sadece depresif şikayetleri olanlarda yakınmalar 3-4 ayda düzelirken, majör depresyonda bu sure uzamaktadır.


Enfarktüs sonrası donemde esin önemi çok büyük olup, duygusal yakınlık ve destek verilmesi, yeni hayat düzenine uyum, bazı uygunsuz davranışların terki, cevre ile ilişkiler gibi konularda psikiyatristin yardımcısı konumuna gelmektedirler. Bu durumun olamadığı ailelerde, hastanın algıladığı ağrı daha yüksek olmakta, tekrarlayan hastane yatışları görülebilmekte, kişi kendini daha ağır hasta gibi hissetmektedir.

Hipertansiyon ( yüksek tansiyon ):

Kan basıncının 160/90 mm Hg düzeyinin ( halk arasında bilinen sekli ile büyük tansiyonun 16 , küçük tansiyonun 9 olması) üstüne çıkması durumunda yüksek tansiyondan bahsedilir.

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre yetişkinlerin % 20 sinde yüksek tansiyona rastlanmaktadır. Yüksek tansiyon kalp korner damar ve beyin damar hastalıklarına yol açan en önemli etkenlerden biridir. Yurt dışında yapılan araştırmalarda erişkin nüfusun % 30 kadarında yüksek tansiyona rastlanmıştır. Bu duruma yol açan en önde gelen nedenlerden biri % 85 vakada rastlanabilen esansiyel hipertansiyondur ki, tam bir kaynağı gösterilememektedir.

Yapılan çalışmalara göre bu grupta yüksek tansiyon ile kişilik yapıları ve olaylarla bahsetme yöntemleri arasında ilişki saptanmıştır. Boyun eğici ve öfkesini ifade etmede sorun yasayan kişilerde hipertansiyona rastlanmıştır.
Başka bir çalışmada ise hem öfke ifadesinin bastırılması hem de aşırı öfke ifadesi hipertansiyonda anlamlı ölçüde birliktelik göstermiştir. Hipertansiyonda ilaçlı tedavi yanında gevşeme eğitimi ve psikoterapicin etkili olduğu saptanmıştır.

Yüksek tansiyon ya hastaların % 10-15 inde bir böbrek, vücut iç salgı sistemine ait, gebelik,, nörolojik ya da kalp hastalığına bağlı olarak gelişmekte; ya da hastaların çok büyük bir kısmında olduğu gibi "esansiyel" denen tiptir.Esansiyel hipertansiyon etkenleri arasında kalıtım, beslenme, toplumsal ilişkiler ve psikolojik özellikleri sayabiliriz.

Kimlerde daha çok görülmektedir?

Bir araştırmaya göre yüksek tansiyonluların kisilerarasi çatışmaları ve iddiacılıkları yüksek kişiler olduğu görülmüştür. Bu kişilerde öfke daha yüksek düzeylerde olup ,daha çok öfkelenme ile seyreden yaşantılar görülmektedir. Geçmiş donem yaşantılarında fiziksel, duygusal ya da cinsel tacizler, anne-baba ayrılığı, yokluğu, ailede ağır bir hastalık varlığı gibi çocukluk cağı travmalarına rastlanmıştır.

Daha düşük gelir ve eğitim düzeyi, daha az sayıda kardeşe ve A tipi davranış yapısına sahip oldukları gözlenmiştir.

A tipi davranış yapısının özellikleri :

-Yüz ifadesinde gerilim

-Konuşma esnasında her iki yana doğru hızlı göz hareketleri

-Hızlı ve çok sayıda istemsiz göz kırpma hareketleri ( dakikada 40 tan çok saniyede )

-Diz sallama veya parmakları bir yere hızla tıklatma hareketleri

-Hızlı ve cümle sonundaki heceleri yutarak konuşma

-konuşma esnasında dudak saplatma seslerinin varlığı

-tik benzeri hızlı bir şekilde kasları alnı kırıştırarak yukarıya kaldırma

-konuşurken bası sallama,bas hareketleri

-konuşurken hava yutma

-mırıldanma,acele konuşma

-gergin bir duruş sekli

-iç çekmeler

-hızlı vücut hareketleri

- göz çukuru etrafında koyu renk değişimi

-alin bölgesi ve üst dudakta terlemeler

-Bu tur bir yapıya sahip olduğu bilincinin kişide olması

-Bir isi yaparken ,ayni zamanda başka bir aktivite veya düşünce ile de meşgul olmak ( yemek yerken gazete okumak, araç kullanırken telefonla is görüşmesi yapmak gibi)

-Hızlı yemek,hızlı yürümek, herseli acele yapmak

-Zamanla yarışarak, tam vaktinde bitirmeye yönelik aşırı caba hali

-Çalışma ve ev hayatındaki temponun yavaşlatılması konusunda kişinin esinden gelen öneriler

- Oturup,birsek yapmadan dinlenmek konusunda zorluk çekme

-Tik seklinde dişleri meydana çıkaracak kadar dudak kenarlarını geriye doğru çekme

-Sinirli, gergin bir gülüş tarzı

-Elleri yumruk haline getirme, parmaklarla masaya vurma , el ve parmaklarla oynayıp, fazla kullanma

-Patlayıcı, kesik, kuvvetli , genelde kulağa hös gelmeyen bir ses tonuyla konuşmak

-Genellikle küfürlü ve acık-saçık sözlerle konuşmak


Bu tip özelliklerin olduğu kişilerde yetersizlik duyguları ile birlikte kendine verdiği değer ve özgüven azlığının da bulunduğu gözlenmiştir.

Bu tip yapının psikiyatrik acıdan tedavisi ile olumlu sonuçlar alınmakta olup, konu ile ilgili çalışmalar halen sürmektedir.

2 Ekim 2008 Perşembe

Kekemelik

Konuşma esnasında konuşmanın düzenli bir şekilde ilerlemesini bozan duraklama, bazı ses ve sözcükleri yineleme ya da bir heceyi uzatarak söyleme ile giden ve bazı kişilerde sosyal ortamlardan kaçınmaya yol açıp, kaygı ve üzüntü konusu olan bir bozukluktur

Nelerden dolayı olabilmektedir?

Bazı ailelerde gerilim düzeylerinin yüksek olması ve ortak bir özellik şeklinde bu gerilimin nefes borusu ve ses tellerine iletilmesi ile ilişkili olabildiği ya da beyindeki konuşma merkezi ile ilişkisi olduğu yönünde düşünceler bulunmaktadır. Anne-babada obsesif-kompulsif kişilik yapısının varlığına da bu bozuklukta işaret edilmiştir. Çocuklukta yaşanan endişe , gerilim ve korkuların da etkilerinin olduğu düşünülmektedir. Bir görüşe göre kişinin çözümleyemediği ve bilinçaltına doğru bastırdığı ruhsal çatışma, korku ya da isteklerinin sonucunda oluşan nevrozların bir görünümü olarak düşünülmüştür. Hastaların % 40-60 kadarında ailelerinde kekemelik öyküsüne rastlanmıştır.

Görüntüleme çalışmalarında beyin kan akımlarında azalmalar ve bölgesel olarak bazı alanlarda akımda düzensizlikler saptanmıştır.

Hangi yaslarda baslar?

% 3 oranında görülmektedir. Çocuklarda genellikle ailedeki daha küçük çocuklarda görülmektedir. Erkeklerde kadınlara göre 3-4 kat daha çok görülmektedir.Ketsel kesimlerde kırsala göre daha çok gözlenmektedir. En çok 2-7 yaş arasında görülmekte olup, ortalama başlangıç yaşı 5 yas civarıdır.

Daha yaşlı kekemelik vakalarının daha çok durakladıkları, hava akımlarındaki kesilmelerin , ses tellerine uygulanan basıncın, iletişim kurma korkularının daha yüksek olduğu ve konuşma durumlarından kaçınmanın daha çok görüldüğü saptanmış.

Genel olarak erkek çocukların kızlara göre daha karmaşık düzeyde kekelemelerinin olup, daha çok kekeleyerek, daha az karşılarındakilerle göz göze gelmeye çalıştığı, iletişim kurmaktan kaçındıkları, dolayısıyla tedavilerinin de daha uzun sürdüğü belirlenmiştir.

Bazı vakalarda erişkinliğe geçiş döneminde kaybolmakta, bunun dışında tedavi edilmeyen vakalar omur boyu sürmektedir.

Hangi durumlarda belirginleşir?

Yabancıların bulunduğu, kalabalık ortamlar, bir otorite konumundaki kişinin karşısında, telefona yanıt vermek, birinden bir şey istemek, beklenmedik bir durumla hazırlıksız bir şekilde karşılaşma gibi hallerde belirginleşmektedir.Korktukları bu gibi durumlardan kaçınmaya çalışırlar. Söyleyemedikleri bir sözcüğün yerine hemen bir eşanlamlısını getirerek cümleyi tamamlamaya çalışırlar. Adları sorulduğunda yanıtlamakta güçlük çekebilirler. Bu nedenle bu isleri yakınlarındakilere bırakırlar. Öğrenciler bu nedenle arka sıralarda oturmaya çalışır, parmak kaldırmaz, konuşmalarda dinleyici olmayı yeğler, yoklamalar alınırken geç yanıt verirler, ya da el kaldırarak kaçınma davranışı gösterirler. Daha çok mimikleriyle yanıt vermeye eğilimlidirler. Yeni bir şey söylemek ya da istemek yerine başkaları ile ayni fikirde olduklarını ya da ayni şeyi istediklerini belirtirler. İstediklerini değil, söylemesi kolay olan şeyleri ısmarlarlar.

Yoldaki bir görevliye, polise adres sormak için durduklarında ilk sesi çıkartmakta güçlük çekebilirler. Bu durumlarda konuşmayı kolaylaştırmak ve o sesi çıkarabilmek için el veya ayağı sallama, ayağı yere vurma, bas ve boyun hareketleri, göz , kas ve dudak hareketleri gibi tikler eslik edebilir.

Tedavi:

Davranış düzenlenimi, nefes alıştırmaları, gevşeme teknikleri, konuşma terapisi (konuşmanın yavaşlatılması,konuşma başlangıcının kolaylaştırılması, ses düzey kontrolü gibi) yapılmalıdır. Bazı vakalarda antidepresan ve anksiyolitik tedavileri faydalı olmaktadır.

Kleptomani ( zorlantılı çalma hastalığı)

Kleptomani ( zorlantılı çalma hastalığı )
İhtiyacı olmadığı, hemen kullanmayacağı halde ve maddi değeri nedeniyle satma düşüncesi olmadan bir takım nesneleri izinsiz olarak alarak, onlara sahip olma şeklinde bir dürtü kontrol bozukluğudur. Kişinin aslında o malı satın alabilecek yeterli maddi birikime sahip olduğu, ancak buna rağmen bu davranışı gerçekleştirdiği gözlenmiştir. Bu davranış daha önceden düşünülmemiş ve planlanmamış olup, aniden gerçekleştirilir. Bu davranış birinden intikam alma amacıyla yapılmamıştır. Birey bu davranışın yanlış ve uygunsuz olduğunun bilincindedir. Kişiler bu davranışı gerçekleştirmek için başkalarından yardım istemezler. Tarihte Fransa kralı 4. Henry ve Sardunya kralı Victor un bu özelliklere sahip olduğu bilinmektedir.
Rahatsızlığın çocukluk yaşlarında başladığı belirlenmiştir. Kişi bu davranışı gerçekleştirmeden önce, yoğun bir gerilim hisseder. Bu davranış akabinde, mutluluk, rahatlama ve büyüklük hissi içine girmektedir.
Rahatsızlık hakkında yapılan çalışmaların azlığı ve bu durumların kişiler tarafından gizlenmesi ve bu durumu gerçekleştiren kişilerin sağlık hizmetlerinden çok, adli makamlara sevk edilmeleri nedeniyle gerçek sıklığı tam olarak bilinemese de bin kişide altı kişide rastlandığı saptanmıştır. Yakalanan dükkan hırsızlarının % 5-25 inde saptanmıştır.

Hastaların genel özellikleri:


Kadınlarda erkeklere göre yaklaşık dört kat daha sık görülmektedir. Cinsiyetler arasındaki oranın bu kadar yüksek olmasının bir nedeni de, erkeklerin böyle bir durumda çoğunlukla hastaneler yerine cezaevlerine gönderilmeleri olabilir. Kadınlarda ortalama olarak 30-35 yaşta; erkeklerde 50-55 yaşta daha sık görülmektedir. Hem erkek hem de kadınlarda diğer dürtü kontrol bozuklukları rahatsızlığa eşlik edebilir. Erkeklerde daha çok piromani (dürtüsel olarak ateş yakıp, yangın çıkarma) ve hastalık derecesinde kumar oynama ve tekrarlayıcı patlayıcı davranım bozukluğu ile bir arada iken; kadınlarda trikotilomani ( dürtüsel olarak saç ve vücut tüylerini yolma hastalığı) ile beraber bulunabilmektedir. Rahatsızlık sosyoekonomik düzey ile doğrudan ilişkili olmayıp, bu durumdaki kişinin sosyokültürel düzeyi yüksek de olabilmektedir.Kişiler bu davranışlarına engel olabilmek için sosyal hayatlarını kısıtlayabilir ve çevrelerinden uzaklaşabilir, alışveriş yapmamaya çalışabilirler.

Hastalığa neden olabilecek etmenler:


Çocukluk döneminde yaşanan olumsuz koşulların sonucu gelişen kayıp yaşantıları önemli etkenler arasındadır. Kleptomanik davranışlar da bunların etkisini gidermeye yöneliktir. Bilinçaltındaki bu anıların kişiyi zorlaması ile oluştuğu düşünülmektedir. Bu kişilerin çocukluklarındaki aile hayatlarının oldukça travmatik ve sorunlu olduğu saptanmıştır. Bu bireylerde narsisistik (kendine olan sevgi,ilgi ve destekler) kırılmaların, özgüven yaralanmalarının sonucu olarak ortaya çıktığı da düşünülmektedir. Kişinin özsaygısı ve değerliliğine yönelik yapılan saldırılar, ilerleyen dönemlerde kişinin olgun bir benlik yapısı geliştirmesine engel olur ve bu tür davranışlara zemin hazırlar.

Kleptomani eylemleri bir kayıp yaşantısını izleyerek de gelişebilmektedir. Bu duruma kadınlarda çocukların evden uzaklaşması; erkeklerde andropoz döneminde rastlanabilir. Kadınlarda gerilimin arttığı adet dönemleri ve hamilelik dönemlerinde bu tür eylemler artmaktadır. Özellikle bizim toplumumuzda hamile kadınlarda başkasının evinde misafir iken, yiyecek maddelerine karşı olan bu davranış ilgi çekicidir.

Bu tür davranışlarda odaklanılan maddeler kişi için cinsel bir anlam da taşımaktadır. Çok etkileyici bir parfüm ya da kişi için cinsel anlam ifade eden bir kitap kolayca çanta ya da elbise içine girebilmektedir.Bu kişilerde sıklıkla cinsellikle ilgili sorunlara da rastlanabilmektedir. Çeşitli psikiyatrlara göre çocukta 3-5 yaş arasında gözlenen ve Freud tarafından “fallik dönem” olarak adlandırılan, çocuğun cinsel organlara yönelik ilgi ve hareketlerinde artışın olduğu dönemlerde karşılaşılan sorunlarla ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Freudun ruhsal yapı modeline göre, kişide doğuştan geldiği düşünülen ve her an istediği herşeyi fütursuzca yaparak haz almayı hedefleyen altbenlik (id) ile; anne-baba ,öğretmen vb gibi otorite konumundaki kişilerin ahlak anlayışlarının etkisi ile oluşturulup,bunun tam tersi bir şekilde “hiçbir yerde ve asla” şeklinde hareket eden kişinin topluma uyumu için kişinin istek ve eylemlerine sınır koyan üstbenlik (superego) ve bunların ikisi arasındaki dengeyi sağlayan asıl uygulayıcı güç olan benlik (ego) arasında düzenli bir danışma ve uzlaşma olmalıdır. Kleptomani davranışları gösteren kişilerde bu düzenli işleyişin bozulduğu ve üstbenliğin etkisini çok arttırarak , acımasızlaştığı ve kişinin kendisini suçlamak, cezalandırmak, küçük durumlara düşürmek için bu tür hırsızlık eylemlerine giriştiği düşünülmektedir.

Kleptomani kişide varolan obsesif kompulsif bozukluk (saplantı-zorlantı bozukluğu) ve depresif bozuklukların farklı bir görünümü olabilir. Kleptomanik davranışlar ile kişi kendisini geçici olarak iyi hissederek, kaygısını ve ruhsal çökkünlüğünü azaltmayı hedefler. Bununla birlikte bu dürtüsel eylemlerin artarak devam etmesi ve oluşturduğu sorunlar bu rahatlamanın , buzdağının üstünü yoketmekle aynı anlama gelmektedir.
Kleptomanin eşlik ettiği psikiyatrik bozukluklar arasında dissosiyatif bozukluklar, duygudurum bozuklukları ve yeme bozuklukları da sayılabilir. Bu rahatsızlık başka vücutsal hastalıkların sonucu da görülebilmektedir. Bunlar arasında epilepsi (sara), beyin atrofisinin görüldüğü durumlar ve demans (bunama), bazı ilaç tedavilerinin yan etkileri ve bazı tümörler sayılabilir.

Tedavi:


Kişinin geçmişi ve şu anı ile ilgili zedeleyici olayların saptanarak, bunlara yönelik uygun düşünce şemaları geliştirilmesi ve toplumsal ilişkilerdeki uygunsuz savunma mekanizmalarının değiştirilmelerini hedefleyen terapiler, dürtüsel hareketleri ve kaygı durumunu azaltmaya yönelik ilaç tedavileri ve gerekirse hipnoz ile başarılı sonuçlar alınmaktadır.

1 Ekim 2008 Çarşamba

Deli kim ? Napolyon mu ? Kredi kartindan nakit çekenler mi ?

Bu günlerde ismi lazım değil baş harfi “F” olan bir banka, reklâmlarında kredi kartından nakit çeken bir kişiyi "delirmiş olmalı" deyip ambulansa paketleyip götürüyor. Bu bankayı tercihin ne kadar akıllıca olduğunu bilemem. Kendileriyle tanışıklığım, sadece teknoloji ürünleri satan bir mağazadan satın alacağım ürünü, o bankaya ait kredi kartı ile almam halinde %15 indirim yapacaklarını söylemeleri ile oldu. Üstelik 8 ay taksitle. "Peşin ödeyeyim, indirim yapın" dedim. Yapmadılar. Alacağım ürünün fiyatı 2000 YTL civarında olduğu için 300 YTL lik bir fark doğuyordu. Kredi kartını hemen mağazadan temin ederek ürünü satın aldım. Ama almaz olaydım. Her gün en az iki kısa mesajla taciz etmeye başladırlar. Kefilsiz 5000 YTL kredimi hemen alabilirmişim. Olur, başka? Şu gün şu kadar alışveriş yapın filanca yerden, ödemelerinizi iki ay sonra başlatalım. Benim yerime ödeyeceklerini söyleseler anlayacağım. Ama onu da demiyorlar!

Neyse tüm bunları bir kenara bırakalım. Kredi kartını çarşıda, pazarda dağıtan bankalar bizden daha akıllı olsalar gerekir ki limitini de kallavi koymayı ihmal etmiyorlar. Aslında yaptıkları bir balıkçının oltasını atıp beklemesinden ibaret. Dertleri balıkları toplamak tek tek. Cebinizde olmayan parayı harcamanızı ve sıkıştığınız yerde kredi kartının asgari ödeme miktarını aşıp faiz çarkına düşmenizi bekliyorlar. Çok akıllılar. Çünkü ödemelerini düzenli yapan kredi kartı kullanıcısının hiçbir cazibesi yok. Asgari ödemeyi yapacaksınız ki faiz işleyecek banka parasına para katacak. Paralar küçük belki ama sizin gibi binlerce, on binlerce kişi olunca rakamlar büyüyor, büyüyor adeta bir kartopunun çığ haline gelmesi gibi. İşte bu yüzden daha çok kredi kartı dağıtıyorlar, alışverişlerinizi kredi kartına yönlendiriyorlar. Yine bu yüzden memleketimde ekonomiyi kayıt altına alacağız bahanesiyle, harcanan her paradan bir miktarı yurt dışına göndermemizi sağlıyorlar. Evet, çok akıllısınız.

Biz de akıllı olalım: Kredi kartı yerine nakit harcayalım. Yaptığımız her alışverişin fişini alalım. Böylece kendi ekonominizi düze çıkarırken memleket ekonomisinin de düze çıkmasına ufak da olsa bir katkıda bulunmuş oluruz. Cebimizde olmayan ya da kazanamayacağınız parayı harcamanın getireceği sıkıntıları yaşamamış oluruz. Birçok kişi cebinde olmayan parayı harcayıp bir süre sonra sıkışıyor. Kişi kendi yaptığından sorumludur elbet. Ancak kredi kartı intiharlarının müsebbibi bankalar olduğu kadar, onları denetlemeyen ve gelişigüzel kredi kartı dağıtılmasına müsaade eden devlet de aynı zamanda sorumludur. Kredi kartı çılgınlığımız bu hızla devam ederse her gün yeni insanlar için deniz bitecek ve karaya vuran bir sürü insan sosyal sorunları da beraberlerinde getirecek.

Şimdi geleceği belli olmayan bir parayı harcayan kişinin ne kadar akıllıca davrandığını sorgulayalım : Psikiyatrik tanılarda sınır koymakta zorlanmanın çok ciddi bir sorun olduğu üzerinde durulur. Bu konuda kişilik bozukluğu olan bir kişi sosyal ilişkilerinde, cinsel yaşamında ve para harcama konusunda zorlanır. Örneğin sınırsız harcar, ilişkilerine sınır koyamaz. Manik bir kişi de yine ilişkilerinde sınır sorunu yaşar ve kazandığından çok harcar. Çoğunlukla da hastalık dönemi bittiğinde ödeyemeyeceği kadar çok harcamış olarak dönemden çıkar. Ödeme zamanı çoğu kere depresyon dönemine denk gelir ve ödeme güçlükleri depressif hali daha da ağırlaştırır. Burada kişinin sorunları bankayı ilgilendirmez o kanunen alacaklıdır ve hakkını almak için bir süre sonra yasal yollara başvurabilir. Böylece ortaya çıkan sorunun boyutu biraz daha büyür. Bu sorunu yaşayanların sayısı arttıkça sosyal patlamaların da yaklaştığını söylemek safdillik olmaz.

Her ne şekilde olursa olsun insanın yaşamına koyması gereken sınırlardan biri de ekonomik sınırlardır şüphesiz. Atasözlerimizin arka planında çoğu kere ciddi psikodinamik süreçler yatmaktadır. “Ayağını yorganına göre uzatmak" bu anlamda psikiyatrinin koymaya çalıştığı sınırları tam olarak ifade eder.

Şimdi gelelim ana konuya; banka kredi kartından nakit çeken adama "deli" demek ne kadar etiktir? Bu bir damgalama mıdır? Bu bir aşağılama ifadesi midir? Deli olmak kişinin kendi elinde olan bir şeydir de ondan mı delirmiştir?

Kişinin şuur ve hareket serbestîsi olmadan yaptığı bir şeyde mesul tutulmadığı ve ceza almadığı da varsayılırsa, hakikaten "delilik" tam bir mazur görülme halidir. Gerçeği değerlendirme yetisinin kaybolduğu ve buna bağlı olarak kendi kafasında ürettiği bir takım değerlerle hayatını idame ettiren ve çoğunluğun değerleri ile örtüşmediği için de farklı algılanan kişiye delilik ithaf edilir. Peki, biz tarihte deliye deli olduğu için zil takıp ortalıkta dolandırmış mıyız? Hayır. O halde deliye bile deli demeyen bir kültürün mirasçıları olarak biz, bir reklam kampanyasının ana sloganı haline getirilmiş delilik damgalamasına sadece gülüp geçecek miyiz ? Görsel reklamlarda banka kartından para çektiği için kendine ya da çevresine zarar vermesi engellenmek için kullanılan gömleği giydirip ambulansın arkasına tıkmak ve Napolyon’un bile “para para” dediği halde eleştirdiği bir adama deli diyerek reklam yapmak ne kadar doğrudur.

Ben “F” harfi ile başlayan bankayı yaptığı reklâmdan ötürü, “deli” damgalama kelimesini bu şekilde kullandığı için kınıyorum.
Kredi kartı çılgınlığına dur demedikleri için yetkilileri de kınıyorum. Soysal patlamaların önüne sadece muhtaçlara ekmek, kömür dağıtmakla olmaz. İnsanların sosyal sorunlarını artıracak yollardan gitmelerini de önlemelisiniz. Kredi kartı çılgınlığında susuzluğu deniz suyu ile gidermek gibi bir durum vardır. Nakit ihtiyacınızı karşılamak için bankadan kredi almak günü birlik ihtiyaçlar için nakit kredi kullanmak susayan bir adamın deniz suyu içmesi ile susuzluğunun biraz daha artmasına benzer. Yandıkça içer, içtikçe yanarsınız. Bunun çaresi az da olsa tatlı su içmektir. Yani zaruri ihtiyaçlar dışında tasarruf etmektir. Zorunlu olmayan harcamalarımızı ise paramız olursa yapmaktır. Yani neymiş, ayağımızı yorganımıza göre uzatmakmış!

Şimdi sorarım size, deli kim? Napolyon mu? Kredi kartından nakit çekenler mi?

Tecavüz ve Cinsel Tacizde Ruhsal Durum

Tecavüz gönülsüz bir kurbanı zorla cinsel bir eğleme katmaktır. Genellikle bu eylem cinsel birleşmedir. Bununla birlikte anal birleşme ve oral sex te tecavüz sayılır.

Tecavüz, kurbanın hemen her zaman fiziksel zarar görmeyle tehdit edildiği yaşamı tehlikeye sokan bir deneyimdir.

Tecavüzleri % 50 sinden fazlasının yetkililere bildirilmediği dikkate alındığında bu insanların da tedavi olmadıklarını düşünmek yanlış olmaz sanırım.

Tecavüz temelde cinsel bir yaklaşma eyleminden çok vahşi bir aşağılanma eylemidir. Tecavüz edenle edilen arasındaki temel etkileşim ise fiziksel egemenlik ve boyun eğme ilişkisidir. Bu durumdaki kurbanın çektiği çaresizlik hissinden cinsel tatmin olma oranı aslında sanılanın ötesinde çok azdır. Bazen tecavüzcü cinsel anlamda yetersiz de olabilir ve bu gibi durumlarda tecavüzcüler şiddet dahi kullanabilirler.

Tecavüzcülerin neredeyse tümü erkek ve mağdurların tümüne yakın bir kısmı kadındır.

Hem tecavüz hem de cinsel taciz kurbanlarının tipik tepkileri utanç,aşağılanma, sıkıntı hissi, şaşkınlık ve öfkedir. Bir çok kurban yaşadıkları durumdan bizzat kendilerinin sorumlu olup olmadığını ve saldırıyı bir şekilde kendilerinin davet edip etmediklerini sorgularlar.

Uzun vadede depresyon , travma sonrası stres bozukluğu ve sıkıntı ile giden bir çok rahatsızlık ortaya çıkabilir. Ancak yerinde psikolojik destek ve yardım bu durumları önlemek için önemlidir. Böyle bir duruma maruz kalan kişide aşağıdaki belirtilere dikkat etmek ve tedbir almakta fayda vardır.

Yaşanılan deneyimin tekrar yaşanıyormuş gibi olması (flashback)

Deneyimle aşırı zihinsel meşguliyet,

Kendini bir türlü temizleyemediği korkusu,

İzlenme yada yalnız kalma korkusu,

Saldırırın olduğu yere geri dönme korkusu,

Kabuslar,

Uykusuzluk,

Yeme alışkanlıklarında değişimler,

Baş ağrıları

Bulantı ve kusmalar,

Hasta cinsel ilişkiye girmekten kaçınabilir veya vajinismus gelişebilir.


Bu durumlar tedavi edilmediği taktirde yaşam boyu silinmeyen izler bırakacak bir ruhsal sorun halini alabilir.

Depresyon İçin Öneriler

ÖNERİLER
İlaçlara ve psikoterapiye ilave olarak düzgün beslenmek, düzenli egzersiz yapmak ve aile çevrenizden destek, tedaviyi olumlu etkileyecektir

Bunlara ek olarak
  • Gereksiz müdahale, tetkik ve reçeteden kaçınmak,
  • Duygu ifadelerinin desteklenmesi,
  • Düşünce dilindeki yanlış genelleştirmeler, negatif yorumlar ele alınmalı,
  • Yeni ilgi ve uğraş, kendini ifade etme alanları sağlanması yararlı olur.
  • Daha aktif olmak,
  • Kendiniz, yaşamınız ve geleceğiniz ile ilgili düşünce biçiminizi gözden geçirmek,
  • Düşünceleri yeniden yapılandırmak ("Başka nasıl düşünebilirim?"),
  • Düşünce hatalarını yakalamaya çalışmak,

    Depresyondan kurtulmak için yapılacak ilk şey günlük faaliyetleri attırmaktır. İkinci adım, yapmak istediğiniz şeyleri kaydedip, bununla ilgili günlük planlar yapmaktır.
  • Her akşam ertesi gün neler yapabileceğinizi düşünün.
  • Yapabileceklerinizin bir listesini hazırlayın.
  • Günün ilk saatleri için nispeten kolay şeyler planlayın.
  • Eğer bütün günü planlamak zor gelirse, günü parçalara bölün.
  • Planladığınız şeyler ne çok kolay, ne de çok zor olsun.
  • Planınızda hem hoşunuza gidecek işlere, hem de yapmak zorunda olduğunuz işlere yer verin. İkisini dengelemeye çalışın.
  • Şu günlerde yapmaktan hoşlandığınız hiçbir şey olmayabilir. Bu durumda eskiden yapmaktan zevk aldığınız işleri düşünün.
  • Sizi çok zorlayacak birden fazla işi aynı gün için planlamayın.
  • Kendinizi yüreklendirin.
  • Esnek olun.
  • Yedek faaliyetler planlayın.
  • Planlarınız uygulanabilir olsun.
  • Yaptıklarınızı gözden geçirin.
  • Sabırlı olun.
    Düşünce biçimini gözden geçirmek önemlidir.

    Olumsuz düşüncelerle mücadelede ilk adım, "nasıl düşündüğünüzü" ve bu düşüncelerin "duygularınızı nasıl etkilediğini" fark edebilmektir. Daha sonraki adım, daha gerçekçi ve alternatif düşünceler üretmeye çalışmaktır.

    Olumsuz düşünceleri sorgulamayı öğrenmek önem taşır.
  • Düşüncenizi destekleyen kanıtlar var mı? Varsa neler?
  • Olaya farklı yönlerden bakmak mümkün mü? Farklı bakış açıları olabilir mi?
  • Düşünceler kendinizi nasıl hissetmenize yol açıyor? Sizi nasıl etkiliyor?
  • Bu düşüncem doğru mu, bunu destekleyen kanıtlar var mı?
  • Bu olaya farklı yönlerden bakmayı ihmal mi ediyorum?
  • Başka biri benzer bir durumda ne düşünürdü?
  • Kendimi iyi hissettiğim zamanlarda bu olaya nasıl bakardım?
  • Bu şekilde düşünmek bana yardımcı mı, yoksa engel mi oluyor?

    Eğer depresyonda iseniz

  • Kişiliğinize, ilgi alanlarınıza yönelik uğraşılarınıza devam edin. Kendiniz için bir hobi geliştirin.
  • Yalnız kalmamaya, diğerleri ile iletişime özen gösterin.
  • Olumsuz düşüncelerinizin farkına varmaya çalışın. Gerçeğe uygunluğunu sınayın.
  • Alternatif düşünce tarzı geliştirmeye çalışın.
  • Kendinizi daha iyi hissetmeye başlayana kadar evlilik, iş ya da para konularında önemli kararlar vermekten kaçının.
  • Depresyonun bir hastalık olduğunu kabul edin, zayıflık ya da utanılacak bir durum olmadığını bilin ve bir uzmana danışın.