8 Ekim 2008 Çarşamba

PSİKOLOG MU? PSİKİYATR MI ?


Son dönemlerde televizyonlarda sıkça görmeye başladığımız bir konu. Psikolog ve psikiyatrist tartışması görev ve yetkileri. Bu konuda maalesef psikologların da psikiyatrist arkadaşlarımızın da yeterli bilgiye sahip olmadıklarını görüyoruz. Tartışılan soru şudur; Hastayı psikolog mu görmeli, psikiyastrist mi ? Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. TC yasalarına göre hastayı doktor görür, tedaviyi de ancak doktor yapar.
Psikolog bir arkadaşın hasta tedavi etme yetkisi yoktur. Psikolog arkadaşlar tıbbi bir uygulama olan tedavinin psikiyatr arkadaşlarla birlikte ancak bir parçası olabilirler. (eğer insanı hasta diye tanımlıyorsak) Bunu tartışmanın hiçbir manası yok. (tabii burada pdr ve shu uzmanlarını saymıyorum bile)
Ancak şunu da belirtmekte fayda var psikiyatristlerin psikoloji eğitimi yoktur. İnsan psikolojisini çözümlemenin olmazsa olmazı olan Felsefe, sosyoloji, psikolojiye giriş, kişilik kuramları, antropoloji, toplumsal cinsiyet gibi eğitim konularından hiç birinden haberdar değillerdir (eğer özel bir merakları yoksa). Bu böyle olunca insanı tüm yönleri ile bütüncül perspektifte anlamak ve tanımak yerine DSM IV tanı kriterlerinden birine denk gelen hastalığa- bozukluğa oturtmak ve ona uygun tıbbi bir müdahale olan tedaviyi- ilacı başlamak şeklinde bir yaklaşımı benimserler. (bir kısım psikologları da buna dahil edebiliriz)
Ancak bizlerin olaya yaklaşımı hasta ve tedavi şeklinde değildir. Bize başvuran ofisimize gelen arkadaşlar hasta değildirler. Dolayısı ile bizim yaptığımız şeyde tedavi değildir. Bizim yaptığımız şey kişiye duygusal, ruhsal, psikolojik bir eğitim vermek suretiyle ileride sayacağımız sorunlara çözüm bulmalarına yardımcı olmaktır.
Çağımız dünyasındaki insanın kaybolmuşluğuna, boşluk ve anlamsızlık duygusuna, kim olduğunu, ne olduğunu tanımlayamayışına ve kalabalıkların içindeki yalnızlığına bizler hastalık demeyiz. Çünkü eğer bu hastalıksa BİZLER dahil hepimiz hastayız. Ve işin esas komik tarafı bu hastalığında bir ilacı ve tedavisi yok. Bu sorunların çözümü ise
sadece ve sadece kişinin ruh dünyasına misafir olabilmek ve onu duygusal,
ruhsal, psikolojik bir eğitimden geçirmek sureti ile mümkün oluyor.

Bu, kişiye derin duygusal ilişkiler kurabilecek beceriyi kazandırır. Sorunlar karşısında analitik düşünebilme ve çözümleyebilme becerisi gelişir. Duygularını yaşam içerisinde olumlu bir şekilde dışarı verebilmesini sağlar. Kendisini, çevresini analiz edebilmesini ve kendi yaşamının anlamını, yine kendisinin bulmasını sağlar. Buda bizlerin işidir. Çünkü aldığımız eğitim bize insanın hastalıkta öte bir varlık olduğunu öğretti.
Sağlık sevgi ve güvenle kalın..

5 Ekim 2008 Pazar

karışık duygular hissetme

Karışık Duygulanım

En az bir hafta süre ile hemen hemen her gün hem mani hem de depresyon tanıları konulabilecek düzeyde yakınmaların yaşandığı bir durumdur. İki uçlu duygu-durum bozukluğu hastalarının yaklaşık 1/3 ünde bu teşhisin söz konusu olduğu düşünülmektedir.

Karışık (karma) duygu-durum epizodu ölçütleri:

1- Hem mani atağı hem de major depresyon atağı ölçütleri bunların süre ölçütleri dışında , en az bir hafta boyunca, neredeyse her gün yaşanmalıdır.

2- Bu duygu-durum bozukluğunun yakınmaları kişide mesleki ya da toplumsal işlevsellikte belirgin bozukluğa yol açabilecek, kişilerle ilişkilerde sorunlara neden olabilecek, kendine veya çevresindekilere zarar verecek davranışları önlemek amacıyla hastaneye yatırma gereksinimi hissedilebilecek ya da olası psikotik belirtilere yol açabilecek düzeyde olmalıdır.

3- Belirtiler bir madde, ilaç, tedavi ya da başka bir vücutsal hastalığa bağlı olmamalıdır.

Görünüm şekli:

Bu kişilerde kısa süreli gelip geçici ağlama hali,çökkün bir duygu-durum,hatta öz kıyım düşünceleri mani atağı belirtilerinin en yüksek olduğu dönemde ya da maniden depresyona geçiş evresinde görülebilir. Ayrıca depresyon esnasında kişide düşünce akışında aşırı hızlanmanın olması da diğer bir görünüm şeklidir. Bu kişilerde sinirlilik, panik atakları, yüksek sesle ve araya girilemeyen,durdurulamayan konuşma , saldırganlık hali, öz kıyım düşünceleri, uykusuzluk, büyüklük düşünceleri ve aşırı cinsel eylem ve düşünceler yanında kötülük görme sanrıları, davranışlarının farkında olmadığı bulanık bir bilinç yapısı görülebilmektedir.

Daha çok gençlerde ve 60 yaş üzeri kişilerde görülmektedir. Sıkıntı düzeyleri daha çok olduğundan dolayı tedavi için daha çok başvurmaktadırlar.

Karma duygu-durum bozukluğunun önemi:

Bu durumun manik özellikleri şiddetli belirtilerle ( duygu-durumda dalgalanmalar, yoğun kaygı, suçluluk düşünceleri, psikotik belirtiler ) seyretmektedir. Bu tip duygu-durum bozukluğunda manik belirtiler de bilinen maniye göre daha uzun sürmektedir. Bu hastalarda intihara da daha yüksek oranda rastlanmaktadır.

Birlikte bulunabilen psikiyatrik rahatsızlıklar:


-Alkol-madde kötüye kullanımı

-Obsesif-kompulsif bozukluk

-Migren, konvulsiyonla seyreden bazı hastalıklar.

Tedavi:

Rahatsızlığın tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapi kullanılmaktadır. Tedavi ilkeleri depresif bozukluklardaki gibidir.

Karışık Kaygılanım

Bu bozukluk aşağıdaki maddelerin varlığı halinde teşhis edilebilir.

A-En az bir ay süresince devamlı olarak ya da tekrarlayarak varlığını sürdüren keyifsizlik, mutsuzluk,huzursuzluk gösteren bir duygu-durum hali.

B- Bu mutsuzluk-huzursuzluk içeren duygu-durumun, en az bir aydır varolan aşağıdaki belirtilerden en az dördüne eşlik etmesi gerekmektedir.

1-Bir konu ya da aktiviteye konsantre olmada (yoğunlaşmada) güçlük çekme ya da zihnin boşluğa girmesi, şaşkınlık durumu.

2- Uykuya dalma güçlüğü ya da sabah kalkılınca yorgun kalkma,dinlendirici olmayan bir uyku.

3-Bitkinlik ve enerji düzeyinde azalma hissi.

4- Sinirlilik, huzursuzluk, en ufak şeyden gerilim hissetme, aşırı tepkisellik hali (irritabilite).

5-Üzüntü ve kederlilik hali.

6-Gözyaşının hemen akmaya hazır olması, kolayca ağlama.

7-Yerinde duramama, sıkıntı ile bir oraya, bir buraya gezinme hali.

8-Daima olabilecek olayların en kötüsünü beklemek, en olumsuzu ile karşılaşabileceğini hissetmek.

9-Ümitsizlik, geleceğe yönelik genel bir kötümserlik, umutsuzluk hissi.

10-Özgüvende düşüklük, kendini değersiz hissetme hali.

C- Bu yakınmalar kişide belirgin bir sıkıntı ve gerilime yol açmalı ya da kişinin mesleki , toplumsal ya da diğer işlevsellik alanlarında bozulmalara yol açmalıdır.

D- Yakınmalar başka bir madde ya da genel vücutsal bir hastalığın etkisi nedeniyle oluşmamalıdır.

E- Bu ölçütler herhangi bir depresif bozukluğu, kaygı bozukluğunu ya da başka bir psikiyatrik bozukluğu karşılamamalıdır.

Depresyon ya da kaygı bozukluklarına göre daha uzun sürme eğiliminde olup, kişilerin işlevsellikleri de bunlara göre daha olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu bireylerde gene diğer iki bozukluğa göre daha ileri düzeyde kişilik bozukluklarına rastlanabilmektedir.Gerilimin arttığı dönemlerde bu kişilerde rahatsızlık, yerini depresyon ya da panik bozukluk gibi bir kaygı bozukluğuna bırakabilir.

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre toplumdaki yaygınlığı % 1 olarak bulunmuştur. Kadınlarda erkeklere oranla dört kat daha fazla görülmektedir.

Oluş sebepleri:

Bu kişilerde noradrenerjik sistem etkinliğinde artış, GABA ve serotonin ile ilgili anormallikler söz konusudur.Otonom sinir sistemi dediğimiz istemsiz olarak çalışan iç organlarımızı idare eden sistemin aktivitesinde artış sonucu sindirim ile ilgili yakınmalar gözlenebilir. Bu bireylerde birbiriyle ilişkili olan hipotalamus, hipofiz ve böbreküstü bezlerinde aktivitede artış gözlenmiştir.

Etkilenen kişilerde , rahatsızlığın başlangıcı öncesinde kendileri ya da yakın çevreleri ile ilgili kayıp yaşantıları, korku, gerilim, fiziksel ya da duygusal tehdit yaşantıları içinde oldukları gözlenmiştir.

Tedavi:


Rahatsızlığın tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapi kullanılmaktadır. Tedavi ilkeleri kaygı bozuklukları ve depresif bozukluklardaki gibidir.

4 Ekim 2008 Cumartesi

Bipolar Nedir?

Bipolar bozukluk, bazen üzüntü ve durgunluk, yani depresyon; bazen de hem bedensel hem de zihinsel bakımdan aşırı uyarılmışlık hali, yani mani nöbetleri ile seyreden bir rahatsızlıktır. Günümüzde ilaçla kontrol altına alınabilmekte, hatta nöbetlerin ortaya çıkması önlenebilmektedir.
Manik depresif hastalık, oldukça ciddi bir ruhsal rahatsızlıktır. Dönem dönem ortaya çıkan depresyon, yani durgunluk, üzüntü ve karamsarlığın egemen olduğu (intihar arzusu da görülür) bir ruh hali ile mani, yani aşırı hareketlilik, coşku (aşırı neşe ya da sinirlilik biçiminde) nöbetleri ile seyreder.
Genellikle hem durgunluk hem de coşku uç noktalardadır ve uzun sürelidir. Bir başka deyişle ruhsal durumdaki olağan günlük değişikliklerden çok farklıdır ve hastane tedavisi gerektirir. Genellikle bahar aylarında ortaya çıkar. Hastalık aşağı yukarı her zaman mani ve depresyon dönemleriyle seyrederse de yalnızca mani ya da yalnızca depresyon olarak (ünipolar) görüldüğü de olabilir. Nöbetler arasında kişi bütünüyle normaldir.
Nedenleri
Bu rahatsızlık psikiyatride "afektif psikozlar" sınıfına girer. Bunun anlamı, hastalığın duygulanım ya da duyguların uç noktalara vardığı ruhsal değişikliklerden oluşmasıdır. Olası nedenlerden biri, duygulanımlarımızı denetleyen hormon mekanizmalarındaki bir bozukluktur. Beyinde ruh haliyle ilgili iki kimyasal madde vardır. Bunlardan biri serotonindir ve miktarın azalması ruh halinde kararsızlık ya da değişkenlik yaratır. Öteki kimyasal madde norepinefrindir ve duygulanımın türünü etkiler: Düşük düzeyi depresyonla, yüksek düzeyi ise mani ile ilgilidir.
Belirtiler
Hastalığın özelliği, belli aralıklarla (Bu sürelerde kişi bütünüyle normaldir) ortaya çıkan, birbirinin karşıtı özellikte mani ve depresyon nöbetleriyle seyretmesidir. Mani, kişinin hem fizik hem de ruhsal bakımdan aşırı hareketli ve uyarılmış bir halde bulunmasıdır. Mani nöbetindeki kişi aşırı heyecanlıdır, bütün bedensel süreçleri hızlanmış gibidir: Çok hareketlidir, çok konuşur ve eğer mani neşeli bir ruhsal zemine sahipse gülme, şarkı söyleme, abartılı boyutlarda neşe gösterileri görülür.
Hastaların bu dönemde kazançlarının üzerinde para harcadıkları, çevresindekilere armağanlar verdikleri görülür. Mani giyim kuşama da yansır. Rengarenk giysiler, abartılı makyaj göze çarpar. Düşünce akışındaki hızlanma çağrışımların artmasına neden olur. Hızlanan çağrışımlar sonucu hastanın konuşması, dinleyenlerin izlemede güçlük çekeceği ölçüde "daldan dala atlar" niteliktedir.
Ne var ki mani her zaman neşeli bir zeminde seyretmez. Öfke duygularının egemen olduğu mani nöbetleri de vardır. Bu durumda hasta saldırganlaşır, çevresindeki herkese kızgın olduğundan tehlikeli bir hale gelir. Mani nöbetlerine sabuklamalar da eşlik edebilir. Büyüklük sabuklaması, mistik sabuklamalar (kendini peygamber sanma), perseküsyon sabuklamaları (herkesin kendisine kötülük edeceğini düşünme, casusların peşinde olduğunu sanma) gibi. Öteki uç, maninin tam karşıtı olan depresyondur. Manideki her özelliğin tersi görülür: Durgunluk, karamsarlık, üzüntü ve intihar isteği. Durgunluk hem fiziksel hem de zihinsel durgunluk biçimindedir. Düşünce akışı yavaşlar, konuşma ağırlaşır, suskunlaşır. Hasta sürekli ağlar, karamsar düşünceler içindedir, iştahı kesilir. Bazı vakalarda hiç yemek yememe gibi yaşamsal tehlike de ortaya çıkar (intihar riski bir başka tehlikedir); uykusuzluk ve sıkıntı görülür. Yaşama ilişkin bütün ilgilerini yitiren hastalar derin bir umutsuzluk içine düşerler. Böylesine durgun bir biçimin yanı sıra "ajite depresyon" denilen bir tablo da görülebilir. Genellikle mani ve depresyon nöbetleri kendiliğinden ve daha çok bahar aylarında ortaya çıkar ve tedavi edilmezse haftalar, aylar boyunca sürer.
Tedavi
Gerek mani, gerekse depresyon tehlikeli olabilir. Depresyonda, özellikle de hasta iyileşmeye başladığında, intihar riski yükselir (hasta iyileştikçe intiharı gerçekleştirmek için gerekli gücü kazanır). Yeme ve içmeyi reddetme de, tedavisiz kaldığında ölümcül olabilir. Nöbetlerin iki türü de tedaviyle iyileştirilir. Manide yatıştırıcı ilaçlar, depresyonda antidepresanlar kullanılır. Çoğunlukla da hastanede tedavi gerekir.
Bu hastalığın tedavisinde, hem mani hem de depresyon nöbetini tedavi eden, daha da önemlisi önleyen bir ilaç bulunmuştur. Lityum karbonattan oluşan ilaç, yaygın bir biçiminde kullanılmaya başlanmıştır. Ancak ilacın doktor gözetiminde kullanılması ve tahlili yapılması gerekmektedir. Kan tahliliyle kandaki lityum düzeyi ölçülerek, toksik doza ulaşması önlenir.

Siklotimik Bozukluk

Hafif derecede mani ve orta derecede depresyon dönemlerinin bulunduğu hafif şiddette bipolar bozukluktur. Belirtiler en az 2 yıl boyunca olmalıdır. Kadın ve erkekte eşit sıklıktadır.
Depresif hastaların %15'inde intihar olur. Depresyon tedavi edilmezse 10 ay sürer. Manik atakların yaklaşık yarısı tekrarlar. Manik atak 3-6 ay sürer (tedavi edilmezse). Tedavide ilaç tedavisi, psikoterapi, şok tedavisi kullanılır.

Dip notlar:
Mani
Dengesiz ve kontrol edilemeyen davranışlar, aşırı para harcama, aşırı cinsel uğraşlar, hareketlilik,uykusuzluk, aşırı enerji ile belirli birhastalıktır.

Distimik Bozukluk

Distimik Bozukluğun başlıca özelliği, en az 2 yıl, hemen her gün, yaklaşık gün boyunca süren, kronik depresif bir duygudurumun varlığıdır. Bu insanlar kendilerini kederli ya da hüzünlü olarak tanımlarlar. Çocuklarda irrite hal ile ortaya çıkabilir. Bir yıl sürmesi durumunda bu tanıyı alabilir (DSM IV). İştahsızlık veya aşırı yemek yeme, uykusuzluk ya da aşırı uyku uyuma, enerjinin düşük olması, yorgunluk, benlik saygısının düşmesi, düşünceleri yoğunlaştıramama, umutsuzluk duyguları ve karar vermede güçlük çekme görülür. Bu kişiler sürekli kendilerini eleştirirler ve ilgileri azalır. Kendilerini yetersiz bulurlar, çekici hissetmezler. Bu depresif durum bir parçaları olduğu için de, sorulmadıkça yakınmazlar; çünkü hep böyledirler.

İki yıl içinde ( çocuklar ve ergenler için 1 yıl ) iyi hissedilen ara dönemler, 2 aydan daha uzun sürmez.
Depresif durum toplumsal ve mesleki alanda, üretkenlikte sıkıntıya neden olur.

Distimik bozuklukta en sık yetersizlik duyguları, genel bir ilgi kaybı ve hiçbir şeyden zevk alamama, toplumdan uzaklaşma, suçluluk duyguları ya da geçmişle ilgili düşüncelere dalmalar, yaşam etkinliklerinde ve üretkenliğinde azalma, etkin olamama görülür; ayrıca hızlı göz hareketleri vardır.

Ailelerinde Majör Depresif Bozukluk olanlarda daha sık görülür.

Çocuklarda her iki cinste eşit görülür. Çoğu kez okul başarısında ve toplumsal etkinliklerde bozulmalara neden olur. Bu çocuklar irrite, ters, huysuz ve “asabi” dirler. Benlik saygıları ve toplumsal becerileri düşüktür; karamsardırlar. Kadınlarda erkeklerden 2 – 3 kat fazla görülür. Sıklıkla Kişilik Bozukluğu’yla birlikte görülebilir. İlaç tedavisinde anti-depresanlardan yararlanılır.

3 Ekim 2008 Cuma

Psikosomatikf Bozukluk ( sindirim - yeme )

Sindirim sistemini ilgilendiren hastalıkların stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı:

a- Irritabl bağırsak sendromu ( spastik kolit, membranoz kolit):

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre nüfusun ortalama olarak % 15 inde görülmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla üç kat daha fazla görülmektedir. Daha çok 45-64 yasları arasında görülmekteyse de yakınmalar erişkinliğe geçiş ya da erken erişkinlik döneminde başlamaktadır.

Belirtiler:

1-Disk ilama ile rahatlayan karın ağrıları ya da dışkının kıvam ve miktarında değişiklikler.

2- Aşağıdakilerden en az 2 sinin varlığı ile birlikte olan dışkıda bozulma

a- Dışkılama aralıklarında değişme ( haftada üçten az ya da günde üçten çok)

b- Dışkı seklinde değişme ( gecen zamanın % 25 inden fazlasında ya çok sulu ya da çok katı yoğunlukta diski olması)

c- Dışkının bağırsaktan geçişinde değişiklik (Gecen surenin % 25 inde varolan acele disk ilama isteği ya da tam olarak dışkılama ihtiyacını giderememe hissi.)

d- Dışkı ile birlikte mukus ( sümüksü sıvı) gelmesi.

3- Aşırı bir gaz hissi ya da karında gerginlik hissinin olması.

Rahatsızlık fazla miktarda işgünü kayıplarına yol açmaktadır.Hastalarda ayrıca baş, sırt, kas, alt karın ağrıları ve boğazda yanma, cilt döküntüleri, aşırı adet sancıları, çarpıntılar,derin nefes alıp verme, kaygılar, sersemlik hissi, idrar yaparken sancı, halsizlik, terleme, yineleyen idrar yapma ihtiyacı ,avuç terlemeleri hissedebilmektedirler.

Rahatsızlıkta bağırsağın hareket sistemine ait işlev bozukluğu on planda düşünülmektedir. Bu durumda normalde dakikada 6 olan bağırsak ritmi 3 e inmiştir.

Vakaların yarısından çoğunda çevresel stres etkenlerinin mide- bağırsak belirtilerini tetiklediği bildirilmiştir.

Bu stres etkenlerinin de erkeklerde mesleki ; kadınlarda ailesel kökenli olduğu belirlenmiştir. Bu kişilerde küçük yasta anne-baba kaybı, cinsel-fiziksel taciz gibi travma tik olaylara daha çok rastlanmıştır. Bu kişilere verilen değerlendirme ölçeklerine göre depresyon, kaygı, kisilerarasi duyarlılık, somatizasyon ve düşmanlık puanları yüksek çıkmış, başka bir ölçekte de histeri, hipokondriazis ve depresyon puanları yüksek çıkmıştır.

Araştırma sonuçlarına göre rahatsızlıktan etkilenen bireylerin % 22 sinde hayatları boyunca bir duygu-durum bozukluğuna (depresif bozukluklar , mani gibi) rastlanmıştır. Hastalığın aktif döneminde % 15 oranında majör depresyon saptanmıştır.

Rahatsızlığın seyri:

5-8 yıl sure aralığı ile yapılan bir değerlendirmede hastaların % 85 inin kısa surede belirgin olarak daha iyileştiği, % 67 sinin ise uzun bir sure şikayetsiz kaldığı gösterilmiştir. Tedavide iyi gidisi gösteren işaretler arasında erkek cinsiyet, hastalığın başlangıç suresinin çok uzun olmaması, kabızlığın önde gelen yakınma olması, şikayetlerin ani bir mide-bağırsak düzensizliği ile başlaması sayılabilir.

Tedavi:

Bu rahatsızlıkta psikiyatrik sorunların da ( depresif bozukluklar gibi) daha fazla görülmesi nedeniyle uygulanan tedaviler sadece duygusal duruma değil, sindirim yakınmalarına da olumlu etki yapmaktadır. Gevşeme eğitiminin verilmesi ve bilişsel tedaviler ile genel gerilim düzeyinin azaltılması da sindirim sistemine ait yakınmaların tedavisine yardımcı olmaktadır. Stresle uygun bahsetme yollarının sağlanması ana hedeflerdendir.

b- Pektik ülser:

Mide ve on iki parmak bağırsağının besinlerle temas eden, iç yüzlerinde meydana gelen harabiyetlerdir. Bu zedelenmelerin boyutları genellikle 1 cm.den ufaktır.

Rahatsızlığın sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu kesimlerde daha çok gözlendiği saptanmıştır. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla ve kentsel yerleşim alanlarında daha çok görüldüğü gözlenmiştir. Orta yas üzerinde (45 yas sonrası) daha çok görülmektedir.

Oluş sebepleri:

Mide asidi ve sindirim enzimlerinin zararlı etkilerinden, mide duvarının korunmasını sağlayan sistemin bozulması, bikarbonat ve mu kus denen koruyucu sıvıların azalması veya ölen mide iç yüzeyi hücrelerinin sürekli yenilenmesine dayanan sistemin yetersiz çalışması gibi vücudun kendine ait sebepler rahatsızlığa yol açan etkenlerdir. Olaydan sorumlu diş etkenler arasında ise Helicobacter pylori denen bir mikroorganizma, ayrıca çeşitli ağrı kesici-romatizma ilaçları gibi mideye zararlı ilaçlar, büyük yanıklar ve stres on planda gelmektedir.

Mide ülserinde midenin salgıladığı asit miktarı normalden az iken; on iki parmak bağırsağı ülserlerinde asit üretimi artmıştır.

Stresli hayat koşulları ile peptik ülser arasında yakın ilişki saptanmıştır. Bu durum hem hastalığın erken , hem tekrarlayarak uzamış evrelerinde ve karin boşluğuna yırtılıp açılma hallerinde görülmektedir. Savaşlar ve çatışmalar esnasında askerlerde yoğunluk kazanmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre stresler ile mide asit salgılanması ve mide hareketleri artmakta,bikarbonat salgısı ise azalmakta, hastalığa zemin hazırlamaktadır. Kişinin hedeflerini gerçekleştirmek konusunda uzun sureli olarak yasadığı hayal kırıklıkları yine de ülser başlangıcı ve tekrarlamasında etkili olduğu görülmüştür.

Peptik ülser yakınmaları:

Karin bölgesinde yanma seklinde keskin ağrı, genellikle yemeklerden 1-3 saat sonra başlamaktadır. Ağrı besin ya da antiasit denilen ilaçlarla azalmaktadır. Bu yakınmalar nedeniyle uykusuzluk , zayıflama, bulantı, hazımsızlık, şişkinlik görülebilmektedir. Bazen kanama görülebilmekte, bu dışkıda belirlenebilmekte, ileri dönemlerde kansızlığa yol açabilmektedir. Teşhis endoskopi ve rontgen tahlilleri ile konabilmektedir. Tedavi edilmeyen vakalarda mide- oniki parmak bağırsağı delinmeleri oluşup, acil cerrahi girişim gerekmekte, bu evrede de ameliyat edilmezse peritonit (karin zari iltihabi) ile olum görülebilmektedir.

Tedavi:

Mide ic yuzune zararli etkenlerin kesilmesi ( ağrı kesici-romatizma ilaçları,sigara gibi) ,psikososyal sorunlarin giderilmesi, varsa baska vucutsal hastaliklarin tedavisi ve H. pylori adli mikroorganizmaya karsı tedavi uygulanmaktadır.Psikoterapi ile hastanın kendini, çevresini ve hayatı algılayışı olumlu bir yöne çevrilmekte, streslere karsı savunmaları güçlendirilmekte ve dengeli ortamı oluşturulması hedeflenmektedir.

c- İltihabı bağırsak hastalıkları:


Bu gruba Crohn hastalığı ve ulseratif kolit girmektedir. Amerika'da yapılan araştırmalara göre Crohn hastalığı yüz bin kişide 3-7; ulseratif kolit ise yüz bin kişide 3-15 arasında görülmektedir. Rahatsızlıklar kadınlarda ve genç erişkinlerde daha çok görülmektedir.

Crohn hastalığı ağızdan anüse dek sindirim sisteminin herhangi bir bölümünü tutabilmekte , iç yüzeyde ülserler, diş yüzeyden Apseler , delinmeler, diğer organlara yapışmalar yapabilmektedir. Ulserztif kolit ise başlıca bağırsağın iç yüzeyinde görülmektedir. Her iki rahatsızlık ta da ishal, karnin sağ alt kısmında kramp seklinde ağrı, kilo kaybı ile seyretmektedir. Ulseratif kolitte makattan kanama görülebilmektedir.

Hastaların % 10 kadarında ayrıca bağırsak dişi organlarda da belirtiler ( ateş, kansızlık, eklem sertlikleri- arterit,karaciğer hastalıkları, deride iltihabı döküntüler) gelişebilmektedir.Ulseratif kolitlilerde ileri donemde bağırsak kanseri gelişebilmektedir.

Hastaların daha çok obsesif- kompulsif , bağımlı, narsistik tipte kişilik yapıları vardır. Kişiler duygusal acıdan olgun olmayıp.ayrılmalara çok duyarlı ve belirgin bağımlılık gereksinimleri olan , sürekli çevreden istekleri olan,çevrelerinden gelen mesajları reddedilme olarak algılayıp, duyarlılık gösteren kişilerdir. Bu kişilerdeki önemli ayrılıklar hastalığın şiddetini arttırabilir.

Hastalıkta depresyon ve kaygı artmıştır.Bu artış hastalığın şiddeti ile doğru orantılı olarak artmaktadır.

Hastaların 2/3 ünde en az bir kez operasyon gerekmektedir.Ulseratif kolitlilerin 1/5 inde tüm kalın bağırsağın çıkarılması ameliyatına gidildiği gözlenmiştir.

Tedavi:

Hastada gerekli cerrahi girişimlerin yapılması, damardan beslenme, iltihabı durumla mücadele için uygun ilaç tedavileri yanında psikiyatrik tedavi ( gelişebilecek depresyon , psikoz ve su-yüz denge bozuklukları nedeniyle delirium denen durum nedeniyle) uygulamak gerekmektedir.

Psikosomatikf Bozukluk

Kalp-damar hastalıklarının stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı


Psikiyatrik hastalıklar dolaylı yoldan etkili olarak kalp hastalıklarına yol acarlar ( sigara içmek, yüksek yağ oranlı diyetler,fazla alkol tüketimi gibi ), ayrıca doğrudan etki ile de kalp hastalıkları gelişebilmektedir. Bu vücutsal şikayetlerin daha fazla şiddette hissedilmesi ya da hastalığın oluş mekanizmasını hızlandırmak seklinde olabilmektedir.

Kalp hastalığından ani olum vakalarının , kişilerin gerilimli donemler yasadığı , depresif yakınmaların olduğu dönemlerle paralellik gösterdiği gözlenmiştir. Bazı kişilerde de kalp hastalığı olmadan göğüs ağrısı ve çarpıntı yakınmaları depresif bozukluklar ya da kaygı bozukluklarında görülebilmektedir. Stres damar daralmaları ile kalp dokusunda kanlanmada azalmalara, enfarktüslere, kalp yetmezlikleri, kalp atımlarında düzensizliklere, yüksek tansiyon, düşük tansiyon, kalp kapak hastalıkları ve beyin-damar hastalıklarına yol açmaktadır.Kalp- damar hastalıklarının oluşumunda ruhsal sorunların önemli bir yeri vardır. Bu çerçevede iki hastalıktan bahsedelim.

Korner kalp hastalığı:

Stresle birlikte sempatik sinir sistemi çalışmasında artış olmakta , böbreküstü bezinden fazla miktarda adrenalin salgılanmaktadır. Bunun salgılanması da kan basıncı, kalp atim ve solunum şayisini arttırmakta, kan seker düzeyini yükseltmektedir.

1959 yılında önerilen bir modele göre "A tipi" kişiliğe sahip bireylerde ( hırslı, sabırsız, saldırgan, rekabetçi tavırları olan,sürekli zaman darlığı yasayanlarda korner damar hastalığının daha yoğun görüldüğü belirtilmiştir. Son çalışmalara göre ise bu tur tutumların , davranış özelliklerinin psikiyatrik tedavi sonucu değiştirilmesi ile hastalıkta yinelemeler ve olum hızı azaltılmıştır. Enfarktüs geçirip hastanede yatmış kişilerde majör depresyonun varlığı , 6 aylık bir izlen döneminde olum riskini arttırmıştır.

Ani ölümlerle , rahatsız edici ani çevresel olayların arasında belirgin ilişki gözlenmiştir. Kalp ritim bozuklukları nedeniyle tedaviye alınan kişilerin % 21 inde , bu bozukluğun başlangıcında duygusal olaylara rastlanmıştır. Sosyal destek eksikliğinin de korner hastalık riskini arttırdığı belirlenmiştir

Hastalarda mevcut yakınmalar nedeniyle, kalbi besleyen korner damarlarda darlık ya da tıkanma varlığını araştırmak amaliyle yapılan anjiografilerde , kişilerin % 10-30 unda korner arterlerde bir sorun olmadığı gözlenmiştir. Bu bulguya rağmen kişilerde göğüs ağrısı ve mesleki-sosyal sorunlar psikiyatrik durum nedeniyle devam etmektedir. Bu kişilerin % 40-50 sinin panik bozukluk hastalığı olduğu belirlenmiştir. Başka bir çalışmada ise bu kişilerin % 35 inde majör depresyona rastlanmıştır.

Göğüs ağrısı olan panik bozukluk hastalarında , korner hastalıklı kişilere göre daha çok belirtiye rastlanmıştır. Bu kişiler sonuçta , kalabalık, toplu tasım ve lokantalarda yemek yeme vs. gibi durumlara karsı kaçınma davranışları geliştirmekte ve eve bağımlı hale gelebilmektedirler.

Bazı kişilerde de hem panik bozukluğu, hem de kalp hastalığı bulunmaktadır. Bu durumda bir panik atağı ile birlikte kişide kan basıncı ve kalp atışlarında artış olmaktadır. Bu kalp kaslarında kullanılacak oksijeni bitirmekte, kalp kaslarına giden kani azaltmaktadır. Sonuçta kalp spazmı da denen "angına " şikayetlerine yol acmaktadır. Bu durum da bir kısır döngü seklinde kaygı turu yakınmaları arttırmaktadır.Birlikte bulunan panik bozukluğu olum riskini arttırmaktadır.

Korner damar hastalığı gelişiminde etkili risk faktörleri arasında sigara, kanda yüksek kolesterol düzeyleri ve yüksek tansiyon gelmektedir. Uzun suredir varolan depresyon bu etkenlerin her birinin gelişiminde etkilidir. Depresyonlularda görülebilen yoğun kilo alim ya da kayıpları da korner damarlara zararlı olmaktadır. Sigara içimi de çoğunlukla psikiyatrik hastalıklarda görülen bir durumdur.

Orta ya da yüksek düzeyde ümitsizlik düzeyleri olanlarda kalp-damar hastalıklarından olum riski 1,5- 2,5 kat daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca çevresel desteğin yetersiz olusu, düşük gelir düzeyi, es-aile kaybı da olum riskini arttırmaktadır. Daha önce enfarktüs ( kalp krizi) geçirip, yalnız yasayanlarda da olum riski yüksektir.

Toplumdan uzak bir yasam ve günlük yoğun stres enfarktüsten olum riskini arttırmaktadır.

Bir duygu-durum bozukluğu olan 55 yas ve üzeri yas grubundakilerde 4 kat daha çok doğal ölüme rastlanmıştır. Enfarktüs geçiren ve majör depresyon gelişen kişilerde, bu durumun gelişmediği kişilere göre 5 kat daha çok oranda altı ay içinde ölüme rastlanmıştır. Psikolojik streslerin kanda pıhtılaşmayı sağlayan trombositlerin de işlevlerinde artışa yola cip, korner damarlarda tıkanma ve ölümlere neden olduğu saptanmıştır.

Enfarktüsü izleyen iki ay içinde, kalp atim düzensizliği olan ve yüksek oranda depresif yakınmaları bulunanlarda bir yıl içinde olum riskinin daha yüksek olduğu görülmüştür

Enfarktüs sonrası donem:

Korner bakim biriminde geçirilen birkaç günün sonunda psikolojik gerilimin azalmaya başladığı belirlenmiştir. Kalpteki olayın öneminin farkına varılması ve yeni durumda uyulması gereken kurallar nedeni ile depresyon, bazen de öfkeli, zarar verici davranışlar başlayabilmektedir. Hastalığı yok sayma, kabul etmeme seklinde davranışlar yaşanabilmekte, bu da mesleki, cinsel, fiziksel aktivitelerde uygunsuz ve ölüme götürebilecek durumlara yol açmaktadır.

Enfarktüslülerin ortalama yarısında depresif şikayetler görülebilmekte , ancak % 20 sinde majör depresyona rastlanmaktadır. Sadece depresif şikayetleri olanlarda yakınmalar 3-4 ayda düzelirken, majör depresyonda bu sure uzamaktadır.


Enfarktüs sonrası donemde esin önemi çok büyük olup, duygusal yakınlık ve destek verilmesi, yeni hayat düzenine uyum, bazı uygunsuz davranışların terki, cevre ile ilişkiler gibi konularda psikiyatristin yardımcısı konumuna gelmektedirler. Bu durumun olamadığı ailelerde, hastanın algıladığı ağrı daha yüksek olmakta, tekrarlayan hastane yatışları görülebilmekte, kişi kendini daha ağır hasta gibi hissetmektedir.

Hipertansiyon ( yüksek tansiyon ):

Kan basıncının 160/90 mm Hg düzeyinin ( halk arasında bilinen sekli ile büyük tansiyonun 16 , küçük tansiyonun 9 olması) üstüne çıkması durumunda yüksek tansiyondan bahsedilir.

Yurtdışında yapılan çalışmalara göre yetişkinlerin % 20 sinde yüksek tansiyona rastlanmaktadır. Yüksek tansiyon kalp korner damar ve beyin damar hastalıklarına yol açan en önemli etkenlerden biridir. Yurt dışında yapılan araştırmalarda erişkin nüfusun % 30 kadarında yüksek tansiyona rastlanmıştır. Bu duruma yol açan en önde gelen nedenlerden biri % 85 vakada rastlanabilen esansiyel hipertansiyondur ki, tam bir kaynağı gösterilememektedir.

Yapılan çalışmalara göre bu grupta yüksek tansiyon ile kişilik yapıları ve olaylarla bahsetme yöntemleri arasında ilişki saptanmıştır. Boyun eğici ve öfkesini ifade etmede sorun yasayan kişilerde hipertansiyona rastlanmıştır.
Başka bir çalışmada ise hem öfke ifadesinin bastırılması hem de aşırı öfke ifadesi hipertansiyonda anlamlı ölçüde birliktelik göstermiştir. Hipertansiyonda ilaçlı tedavi yanında gevşeme eğitimi ve psikoterapicin etkili olduğu saptanmıştır.

Yüksek tansiyon ya hastaların % 10-15 inde bir böbrek, vücut iç salgı sistemine ait, gebelik,, nörolojik ya da kalp hastalığına bağlı olarak gelişmekte; ya da hastaların çok büyük bir kısmında olduğu gibi "esansiyel" denen tiptir.Esansiyel hipertansiyon etkenleri arasında kalıtım, beslenme, toplumsal ilişkiler ve psikolojik özellikleri sayabiliriz.

Kimlerde daha çok görülmektedir?

Bir araştırmaya göre yüksek tansiyonluların kisilerarasi çatışmaları ve iddiacılıkları yüksek kişiler olduğu görülmüştür. Bu kişilerde öfke daha yüksek düzeylerde olup ,daha çok öfkelenme ile seyreden yaşantılar görülmektedir. Geçmiş donem yaşantılarında fiziksel, duygusal ya da cinsel tacizler, anne-baba ayrılığı, yokluğu, ailede ağır bir hastalık varlığı gibi çocukluk cağı travmalarına rastlanmıştır.

Daha düşük gelir ve eğitim düzeyi, daha az sayıda kardeşe ve A tipi davranış yapısına sahip oldukları gözlenmiştir.

A tipi davranış yapısının özellikleri :

-Yüz ifadesinde gerilim

-Konuşma esnasında her iki yana doğru hızlı göz hareketleri

-Hızlı ve çok sayıda istemsiz göz kırpma hareketleri ( dakikada 40 tan çok saniyede )

-Diz sallama veya parmakları bir yere hızla tıklatma hareketleri

-Hızlı ve cümle sonundaki heceleri yutarak konuşma

-konuşma esnasında dudak saplatma seslerinin varlığı

-tik benzeri hızlı bir şekilde kasları alnı kırıştırarak yukarıya kaldırma

-konuşurken bası sallama,bas hareketleri

-konuşurken hava yutma

-mırıldanma,acele konuşma

-gergin bir duruş sekli

-iç çekmeler

-hızlı vücut hareketleri

- göz çukuru etrafında koyu renk değişimi

-alin bölgesi ve üst dudakta terlemeler

-Bu tur bir yapıya sahip olduğu bilincinin kişide olması

-Bir isi yaparken ,ayni zamanda başka bir aktivite veya düşünce ile de meşgul olmak ( yemek yerken gazete okumak, araç kullanırken telefonla is görüşmesi yapmak gibi)

-Hızlı yemek,hızlı yürümek, herseli acele yapmak

-Zamanla yarışarak, tam vaktinde bitirmeye yönelik aşırı caba hali

-Çalışma ve ev hayatındaki temponun yavaşlatılması konusunda kişinin esinden gelen öneriler

- Oturup,birsek yapmadan dinlenmek konusunda zorluk çekme

-Tik seklinde dişleri meydana çıkaracak kadar dudak kenarlarını geriye doğru çekme

-Sinirli, gergin bir gülüş tarzı

-Elleri yumruk haline getirme, parmaklarla masaya vurma , el ve parmaklarla oynayıp, fazla kullanma

-Patlayıcı, kesik, kuvvetli , genelde kulağa hös gelmeyen bir ses tonuyla konuşmak

-Genellikle küfürlü ve acık-saçık sözlerle konuşmak


Bu tip özelliklerin olduğu kişilerde yetersizlik duyguları ile birlikte kendine verdiği değer ve özgüven azlığının da bulunduğu gözlenmiştir.

Bu tip yapının psikiyatrik acıdan tedavisi ile olumlu sonuçlar alınmakta olup, konu ile ilgili çalışmalar halen sürmektedir.

2 Ekim 2008 Perşembe

Kekemelik

Konuşma esnasında konuşmanın düzenli bir şekilde ilerlemesini bozan duraklama, bazı ses ve sözcükleri yineleme ya da bir heceyi uzatarak söyleme ile giden ve bazı kişilerde sosyal ortamlardan kaçınmaya yol açıp, kaygı ve üzüntü konusu olan bir bozukluktur

Nelerden dolayı olabilmektedir?

Bazı ailelerde gerilim düzeylerinin yüksek olması ve ortak bir özellik şeklinde bu gerilimin nefes borusu ve ses tellerine iletilmesi ile ilişkili olabildiği ya da beyindeki konuşma merkezi ile ilişkisi olduğu yönünde düşünceler bulunmaktadır. Anne-babada obsesif-kompulsif kişilik yapısının varlığına da bu bozuklukta işaret edilmiştir. Çocuklukta yaşanan endişe , gerilim ve korkuların da etkilerinin olduğu düşünülmektedir. Bir görüşe göre kişinin çözümleyemediği ve bilinçaltına doğru bastırdığı ruhsal çatışma, korku ya da isteklerinin sonucunda oluşan nevrozların bir görünümü olarak düşünülmüştür. Hastaların % 40-60 kadarında ailelerinde kekemelik öyküsüne rastlanmıştır.

Görüntüleme çalışmalarında beyin kan akımlarında azalmalar ve bölgesel olarak bazı alanlarda akımda düzensizlikler saptanmıştır.

Hangi yaslarda baslar?

% 3 oranında görülmektedir. Çocuklarda genellikle ailedeki daha küçük çocuklarda görülmektedir. Erkeklerde kadınlara göre 3-4 kat daha çok görülmektedir.Ketsel kesimlerde kırsala göre daha çok gözlenmektedir. En çok 2-7 yaş arasında görülmekte olup, ortalama başlangıç yaşı 5 yas civarıdır.

Daha yaşlı kekemelik vakalarının daha çok durakladıkları, hava akımlarındaki kesilmelerin , ses tellerine uygulanan basıncın, iletişim kurma korkularının daha yüksek olduğu ve konuşma durumlarından kaçınmanın daha çok görüldüğü saptanmış.

Genel olarak erkek çocukların kızlara göre daha karmaşık düzeyde kekelemelerinin olup, daha çok kekeleyerek, daha az karşılarındakilerle göz göze gelmeye çalıştığı, iletişim kurmaktan kaçındıkları, dolayısıyla tedavilerinin de daha uzun sürdüğü belirlenmiştir.

Bazı vakalarda erişkinliğe geçiş döneminde kaybolmakta, bunun dışında tedavi edilmeyen vakalar omur boyu sürmektedir.

Hangi durumlarda belirginleşir?

Yabancıların bulunduğu, kalabalık ortamlar, bir otorite konumundaki kişinin karşısında, telefona yanıt vermek, birinden bir şey istemek, beklenmedik bir durumla hazırlıksız bir şekilde karşılaşma gibi hallerde belirginleşmektedir.Korktukları bu gibi durumlardan kaçınmaya çalışırlar. Söyleyemedikleri bir sözcüğün yerine hemen bir eşanlamlısını getirerek cümleyi tamamlamaya çalışırlar. Adları sorulduğunda yanıtlamakta güçlük çekebilirler. Bu nedenle bu isleri yakınlarındakilere bırakırlar. Öğrenciler bu nedenle arka sıralarda oturmaya çalışır, parmak kaldırmaz, konuşmalarda dinleyici olmayı yeğler, yoklamalar alınırken geç yanıt verirler, ya da el kaldırarak kaçınma davranışı gösterirler. Daha çok mimikleriyle yanıt vermeye eğilimlidirler. Yeni bir şey söylemek ya da istemek yerine başkaları ile ayni fikirde olduklarını ya da ayni şeyi istediklerini belirtirler. İstediklerini değil, söylemesi kolay olan şeyleri ısmarlarlar.

Yoldaki bir görevliye, polise adres sormak için durduklarında ilk sesi çıkartmakta güçlük çekebilirler. Bu durumlarda konuşmayı kolaylaştırmak ve o sesi çıkarabilmek için el veya ayağı sallama, ayağı yere vurma, bas ve boyun hareketleri, göz , kas ve dudak hareketleri gibi tikler eslik edebilir.

Tedavi:

Davranış düzenlenimi, nefes alıştırmaları, gevşeme teknikleri, konuşma terapisi (konuşmanın yavaşlatılması,konuşma başlangıcının kolaylaştırılması, ses düzey kontrolü gibi) yapılmalıdır. Bazı vakalarda antidepresan ve anksiyolitik tedavileri faydalı olmaktadır.