24 Eylül 2008 Çarşamba

Cinsel İşlev Bozuklukları

Cinsel aktivite aşamalarındaki ( isteğin başlaması, uyarılma, orgazm ve rezolusyon ) sorunlar veya cinsel ilişki ile birlikte ağrı yakınmaları bu bozukluğun konusudur. Bu durumlar cinsel olgunlaşmanın başlamasından beri varolabilir ya da cinsel hayatin belli bir sure sonrasında başlayabilir. Belli bir takım durumlar ve cinsel ilişkideki eslere bağlı (durumsal tip) olan ya da bağlı olmayan (yaygın tip) şekillerde görülebileceği gibi; bozukluğun başlamasında asal etkenin psikolojik etkenlere bağlı ya da psikolojik etkenlerin de rol oynadığı ama asal rol almadığı, başka bir tıbbi durum ya da madde kullanımının da rol aldığı şekiller de söz konusu olabilir.

Kişinin maruz kaldığı cinsel uyarının kaynağı, uyarının şiddeti ya da uyarı süresi yetersizse bir cinsel işlev bozukluğu tanısı uygun değildir.

Bu teşhisi koymadan önce kişinin istek, hedefler ve davranım şekillerini yönlendirebilecek dinsel ve diğer sosyokültürel zeminler dikkate alınır ( Örneğin kişilerde cinsellik sadece çocuk sahibi olmak olarak gözlenebilir, sadece karşı tarafın rahatlamasına hizmet amacını güdüyor olabilir ya da belli bir yastan sonra kabul edilemez olarak düşünülebilir gibi düşünce tarzları) .

1-Cinsel Ağrı Bozukluğu
a-) Disparoni:

Kadın ya da erkekte cinsel ilişki esnasında devamlı ya da tekrarlayıcı bir şekilde cinsel organ bölgelerinde ağrının olması durumudur. Bu durum kişide önemli bir gerilime ve karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açar. Bu sorun başka bir psikiyatrik, vücutsal hastalık ya da maddenin etkilerine bağlı olarak gelişmemiş olmalıdır.

Bu sorun daha çok ilişki sırasında olsa da bazı kişilerde ilişki öncesi ya da sonrasında da görülebilmektedir. Ağrının derecesi ve niteliği kişiden kişiye değişebilmektedir. Bu durum nedeniyle kişiler cinsel ilişkilerini kısıtlayabilir, içe kapanabilir, evlilik yaşantılarında sorunlarla karşılaşabilirler.

Disparoniye yol açan psikolojik etkenler:
Cinsel tecavüz travması ya da çocukluk çağında cinsel tacizler yaşayanlarda devamlı suretle cinsel bölgede ağrı daha çok gözlenmiştir. Kişide cinsel ilişki ile ilgili gerilim ve endişe var ise bu da vajina kaslarında kasılmaya neden olarak ağrıya yol açmaktadır. Ağrı oluştuğunda esin cinsel aktiviteye ısrarla devam etmesi ya da esin cinsel ilişkiye hazır olmadığı durumlarda cinsel ilişki için ısrar durumlarında ağrı durumu artma göstermektedir.

Disparoniye yol açan vücutsal hastalıklar:

Kadınlarda cinsel bölge çevresine yönelik ameliyatlar sonrasında % 30 oranında ,geçici bir sure için bu sorunun oluşabildiği gözlenmiştir. İltihaplanmış ya da zarar görmüş kızlık zarı artıkları, doğum kesikleri izleri, cinsel bölgeye salgı yapan bezlerin hastalıkları, vajina ve civarı dokuların enfeksiyonları, endometriozis ve pelvis (alt karin bölgesi) bozuklukları sayılabilir. Ayrıca menapoz sonrasında da vajina yüzey dokusunun incelmesi ve ıslanmanın azalması nedeniyle disparoni oluşmaktadır. Erkeklerde ise daha nadir olup, prostat bezi iltihapları, peyroni hastalığı, gonore ya da herpes hastalıkları sonrasında oluşabilmektedir.

Vaginismus:

Vajinanın kas dokusunun 1/3 dış kısmına ait kas grubunun cinsel birleşmeyi önleyecek düzeyde devamlı olarak ya da belli aralıklarla tekrarlayarak , kişinin isteği dışında kasılması durumudur. Bu durum kişide önemli bir gerilime ya da karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açar. Bu durumun başka bir psikiyatrik ya da vücutsal hastalığa bağlı olmaması gerekmektedir.

Bazı kişilerde cinsel birleşme olmadan, cinsel aktivite olacağı düşüncesi bile bu durumu oluşturabilmektedir. Kişide cinsel birleşme olmadan cinsel istek ve orgazm yetileri normal durumda devam edebilir. Bu durumda bazı kişilerde cinsel ilişkiden kaçınma ve evlilik sorunları gözlenebilmektedir.

Kimlerde görülür?

Daha çok genç kadınlarda görülmektedir. Cinsel taciz yaşantısı olanlarda , cinsellik konusunun tabu olarak kabul edildiği ailelerden gelenlerde gözlenmektedir. Evlilik öncesi, ilk gece hakkında çevreden duyulan abartılı korkutucu sözlerin etkisi olduğu düşünülmektedir. Daha çok eğitimli ve sosyoekonomik düzeyi yüksek kişilerde görüldüğü yolunda yayınlar bulunmaktadır. Daha önce herhangi bir sebeple ameliyat edilenlerde ya da vücutsal travma geçirip, yaralananlarda daha sonraları cinsel ilişki ile bu durumun oluşabildiği gözlenmiştir. Ayrıca kişi duygusal olarak karşısındaki kişi tarafından baskılandığını, kötü davranıldığını düşünüyorsa bu da bir şekilde vücudun kendini savunması seklinde kendini gösterebilmektedir.

Tedavi:

Davranışçı tedavi ve psikoterapi ile rahatsızlık normale dönmektedir. Başlangıçta kişinin kendi başına yapacağı ev ödevleri , daha sonra eşi birlikteliğinde devam ederek, eşler arasında karşılıklı güven ortamının sağlanması ile düzelmektedir.

2-Azalmış Cinsel İşlev Bozukluğu
Bireyde devamlı olarak ya da ara ara tekrarlayan dönemler halinde cinsel fantezi kurmak ve cinsel eylemde bulunmak yolunda isteğin az ya da hiç olmaması halidir. Bu durum kişide önemli bir miktarda gerilim, sorun ya da kişiler arası ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu sorun başka bir psikiyatrik hastalığın etkisine bağlı olmayıp, asal olarak bir madde, ilaç ya da başka bir vücutsal hastalığın doğal etkilerine bağlı olmamalıdır.

Bu durumdan etkilenen kişiler genellikle cinsel aktiviteyi kendileri başlatmazlar, karşı tarafın başlatması halinde ise isteksizce eşlik edebilirler. Eşlerinin baskısı ile cinsel eylemin miktarını , başka nedenlerle ( eslerinin kendilerini terk etmemesi, hediyeler alınması, kendilerine değer verilmesi gibi amaçlarla) arttırabilirler. Bu kişilerin düzenli cinsel aktivitelere isteksizlikleri nedeniyle evlilik ya da arkadaşlıklarında bozulmalar, boşanmalar görülebilmektedir. Bu bireylerde eşini görünüm ve duygusal olarak itici olarak algılama da görülebilmektedir .

Cinsel istekteki azalma uyarılma ya da orgazm sorunları tarafından oluşturulmuş da olabilir. Bazı kişilerde istek aşamasında bozukluk varken, diğer aşamalar normal de olabilir.

Bu durumu olan erkeklerde bir araştırma sonucuna göre daha düşük testesteron düzeylerine rastlanmıştır. Araştırmalara göre beş kişiden birinde bu durum mevcut olup, kadınlarda daha çok rastlanmaktadır.

İstek azlığı kişinin cinsellik hakkındaki bilinç dışı korkularından kendini korumak üzere geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır. Bu durum uzun suren stres, kaygı ve depresyona başka vücutsal hastalıklara bağlı olarak ta gelişebilmektedir. Uzun sure cinsel aktivitenin olmaması da cinsel istek bozukluğuna yol açabilir. Ayrıca bozulan bir ilişkiye karşılık olarak ve bir öfke- düşmanlık ifadesi olarak ta karşılaşılabilir.

Cinsel istek azlığının gelişmesine yol açabilecek etkenler arasında biyolojik dürtünün olmaması, yeterli özgüvenin yokluğu, cinsel acıdan geçmişteki kötü deneyimler, tacizlerin varlığı,uygun bir esin olmaması, es ile cinsellik dişi alanlarda iyi bir iletişimin olmaması sayılabilir.

Rahatsızlık genellikle erişkinliğe geçiş döneminde başlar

Tedavide bilişsel, davranışçı tedavi ve aile terapisi kullanılır.


Cinsel Tiksinti Nedir?

Devamlı olarak veya tekrarlayıcı olarak cinsel birleşmeden çok fazla miktarda tiksinti duyarak, cinsel ilişkiden kaçınma halidir. Bu durum kişide yoğun bir gerilim ya da sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu teşhisin konması için bu durumun başka bir psikiyatrik bozuklukla net bir ilişkişinin olmaması gerekir.

Kişi cinsel ilişki söz konusu olduğunda kaygılanır, tiksinir ya da korku duyar. Bu iğrenme hali cinsel birleşmenin herhangi bir anına ilişkin olabilir. Bunlar sperma ( cinsel birleşme sırasında boşalan sıvı materyal ) ile ilgili ya da cinsel kasılmalar ve cinsel organların temas etmesi gibi farklı durumlara yönelik olabilir. Bazı vakalarda öpüşmek ve ten teması dahi bu durumu oluşturabilir.

Bu rahatsızlığı olan kişiler o anda bas dönmesi, mide bulantısı, sıcak basması, terleme, çarpıntı, nefes darlığı, baygınlık gibi yakınmalarla panik nöbetleri yaşayabilirler. Bu durumdaki kişiler durumdan kaçınmak için eslerinden çeşitli bahanelerle uzak durarak, erken yatabilir, aşırı bir çalışma temposu içine girebilir, evde kalma surelerini kısıtlayabilir ya da alkol-madde kullanımına başlayabilirler.

Tedavide başlangıçta imajinasyon yöntemleri ve bazen ilaç tedavileri ile kaygının azaltılması ile psikoterapi sürdürülür.

3-Cinsel Orgazm Bozukluğu

Cinsel uyarılma sonrası orgazmın devamlı bir şekilde ya da tekrarlayıcı olarak çok geç olması veya hiç olmaması halidir. Her kadın için cinsel uyaranın turu ve yoğunluğu farklıdır. Bunun için cinsel uyarının iyi tetkik edilmesi gereklidir. Bu durum kişide belirgin bir gerilime ve sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu sorun asal olarak başka bir psikiyatrik bozukluk, ilaç,madde ya da başka bir hastalık nedeniyle oluşmamalıdır.

Hekimin kişide yas, cinsel deneyimlerin öyküsü ve gelen cinsel uyarının yeterli düzeyde olup olmamasını değerlendirerek bu tanıyı koyması gerekmektedir.

Kadınlarda orgazma ulaşma durumu yasin ilerlemesi ile artmaktadır. Daha çok genç yasta rastlanmaktadır. Eğer kişide bu durumun nasıl yaşanabileceği öğrenilirse , cinsel travmatik yaşantılar, evlilik sorunları, depresif durumlar ya da başka vücutsal hastalıklarla karşılaşılmadığı surece bu halin uzun sureli olarak kaybolması nadirdir. Beraberinde cinsel istek ve uyarılma bozukluğu da bulunabilir. Kadınlar kendi bedenlerin, haz noktalarını ve özelliklerini daha iyi tanıyıp, eslerine tanıttıkça bu durumu daha yoğun yaşayabilirler. Yurt dışında yapılan bir çalışmaya göre (Kinsey) 35 yas üzerinde evli kadınlar arasında hiç orgazm yaşamayanlar % 5 oranında bulunmuştur. Başka bir çalışmada ise kadınların % 46 si orgazma ulaşmakta güçlük çekerken, % 15 oranında orgazm olamamaya rastlanmıştır.

Bu duruma yol açabilecek diğer faktörler arasında hamile kalma korkusu, esi tarafından reddedilme korkuları, vaginaya zarar gelebileceği endişesi, erkeklere karşı düşmanca tavırlar, cinsel dürtülere karşı kendini suçlu hissetme sayılabilir. Bu durumdaki bazı kadınlarda karin alt bölgelerinde ağrı, cinsel bölgelerde kaşınma ve akıntı, gerginlik, bitkinlik yakınmaları bulunabilir.

Orgazm bozukluğu (erkeklerde):
Orgazm bozukluğunun kadınlar için belirtilen şartlari erkekler için de geçerlidir. Erkeklerde en yaygın olarak görülen şekli eşin el ya da oral uyarısı ile cinsel boşalma sağlanabilmesine karşın , cinsel ilişki sırasında orgazmın olmaması durumudur. Bazı durumlarda sadece mastürbasyon ya da sadece cinsel düşlemler ile orgazma ulaşılabilmekte, ilişki sırasında bu gerçekleşmeyebilmektedir. Orgazmın sağlanması için yeterli düzeyde cinsel uyarının olması ve yaş artışı ile uyarı yoğunluğunun artması gerekmektedir.

Neden olabilecek vücutsal hastalıklar:

Prostat operasyonları sonrası, “Parkinson” hastalığı, omurilik kanalında bozukluklara yol açan nörolojik hastalıklar, bazı tansiyon ilaçları, bazı anti psikotik ilaçlar da bu durumu oluşturabilmektedir. Geçici olarak yoğun alkol alimi , kandaki seker düzeyinin çok yükselmesi , bazı hipofiz bezi tümörleri varlığında da görülebilmektedir.

Psikiyatrik kökenli olan şekil kimlerde görülmektedir:

Etkilenen kişilerin daha çok Bu rahatsızlığın “obsesif-kompulsif” bozukluğu olanlarda daha çok görüldüğüne dair araştırmalar bulunmaktadır. Baskı altında ve katı kuralların olduğu ailelerden gelen kişilerde , cinsel konuların tabu olduğu ailelerde bu duruma daha çok rastlanmaktadır. Bazı kişilerde de kadınlara veya ilişki kurulan kişiye yönelik düşmanlık hislerinin sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Karşısın da kinin kendi gözünde cinsel çekiciliğinin kalmaması durumunda böyle bir sonuç ile karşılaşılabilmektedir

Tedavi:


Eşle birlikte yapılan cinsel tedaviler başarılı sonuçlar vermektedir.

Erkek cinsel organı sertleşme (ereksiyon ) bozukluğu:
Devamlı olarak ya da tekrarlayan bir şekilde , erkek cinsel organında (penis) cinsel ilişki için gereken düzeyde sertleşmenin elde edilememesi ya da cinsel ilişki sonuna dek bu düzeyin korunamaması durumudur. Bu durum kişide önemli derecede gerilime ya da sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu teşhisin konması için başka bir psikiyatrik hastalık, bir ilaç,madde ya da bir vücutsal hastalığa bağlı olmaması gerekmektedir.

Bazı durumlarda cinsel yaşantının hiç bir döneminde ereksiyon sağlanamamışken, bazı kişilerde başlangıçta bu durum varken, cinsel birleşme anında bu kaybolabilir. Bazen de sadece mastürbasyon esnasında ya da uykudan uyanırken ereksiyon oluşur, cinsel birleşmelerde oluşmayabilir.

Bu durum kişide bir cinsel kaygı, gerekli performansı gösteremeyeceği endişeleri ya da cinsel uyarıma ve zevk alma hislerinde azalma ile ilişkilidir. Depresyon geçirmekte olan ya da madde kullanım bozukluğu olanlarda bu soruna rastlanabilmektedir. Bu durum tedavi edilmezse ne yazık ki evlilik sorunları, boşanmalara , alkol-madde kullanım bozukluklarına, diğer esin evlilik dişi ilişkilerine yol açabilmekte, bu nedenle intihar ya da cinayetlerle sonuçlanabilmektedir.

Yasin ilerlemesiyle birlikte görülme oranı artmaktadır. Yurt dışında yapılan çalışmalara göre ( Kinsey) rahatsızlığın 35 yas civarındakilerde % 2-4 oranında ;80 yas civarında ise % 77 oranında görüldüğü saptanmıştır. Ancak eğer kişinin sağlık durumu yerinde ve uygun cinsel esi varsa ileri yaslarda bu durum görülmeyebilir.

Bu duruma yol açabilen vücutsal hastalıklar:

Kabakulak ve fil hastalığı, kalp yetmezliği, damar sertliği, aort anevrizmaları, böbrek yetmezliği, hidrosel ve varikosel gibi ürolojik hastalıklar, siroz, solunum yetmezlikleri, penis damar ve yapı bozuklukları, Klinefelter gibi genetik hastalıklar, vitamin eksiklikleri, seker hastalığı, hipertiroidi, Addison hastalığı ve böbreküstü bezi tümörleri gibi endokrin sistem hastalıkları, MS, Parkinson , ALS, bazı sara hastalığı tipleri, sinir sistemini tutan tümörler, omurilik kanalını etkileyen travmalar ya da burayı tutan tümörler, alkol-madde bağımlılıkları, kursun ve bitki oldurucu ilaçlarla zehirlenme durumları, bazı ilaçlar ( östrojen, bazı tansiyon ilaçları, bazı antipsikotik ilaçlar) , isin tedavisi, pelvis kemiği kırıkları, ağır düşkünlük hallerine yol açan hastalıklar ve o bölge veya o bölgeye yakın sinir ve damarlarına yönelik ameliyatlar ( prostat , kalın bağırsak, mesane , iliak damar operasyonları gibi) sayılabilir.

Tedavi:

Esler birlikte tedaviye alınır. Bu tedavi için düzenli bir cinsel es gereklidir. Cinsel tedavide eşlerde bu duruma yol açabilecek başka bir vücutsal hastalık yoksa başarılı sonuçlar alınmaktadır

Erken boşalma (Prematur ejekulasyon) :

Devamlı olarak ya da ara ara tekrarlayan bir şekilde boşalma için yetersiz bir cinsel uyarılma ile, kişinin isteği dışında , penisin vaginaya girişi öncesi ya da hemen sonrasında boşalmanın (ejekulasyon) gerçekleşmesi durumudur. Bu durum kişide önemli derecede gerilime yol açarak, karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açmaktadır. Bu teşhisin konması için oluşan durumun başka bir maddenin etkilerine bağlı olmaması gerekmektedir. Bu tanıyı koyarken kişinin yaşı, eşin ya da cinsel aktivite durumu ve yerinin özellikleri, yakın zamandaki cinsel girişimlerin miktarı gibi etkenler dikkate alınır.

Kimlerde daha çok görülmektedir:

Genellikle genç yastakilerde ve cinsel ilişkilere yeni başlayanlarda görülür. Bazı kişilerde de , devamlı alışılmış eşle değil de ek olarak başka bir ilişkiye başlayınca oluşabilmektedir.

Daha çok eğitim düzeyi yüksek kişilerde rastlanmaktadır. Erkeklerin % 30 unda olduğu düşünülmektedir. Daha önceki cinsel girişimleri hayat kadınları ile alelacele bir şekilde olan kişilerde, fark edilmeleri halinde rezaletler çıkacağı olası yerlerde bu girişimlerde bulunanlarda çok kısa sürede orgazm sağlama alışkanlığı nedeniyle oluşmaktadır.

Erken boşalma nedenleri :

İlişkide bulunan kişi ile ilgili sorunlar, evlilik sorunları bu duruma yol açabileceğinden, hem bozuk giden evlilikler bu soruna yol açmakta, hem bu sorun evliliklerde zorluklara yol açmaktadır.

Başlangıçta olmayan, ancak devam eden ilişkilerde ortaya çıkan erken boşalmaya cinsel ilişki yoğunluğunun azalması , sertleşme bozukluğu olacağı endişesi sebep olabilmektedir.

Bazı kişilerde bilinçaltında yatan cinsel ilişki ile ilgili düşünceler bu duruma sebep olmaktadır. Sertleşme bozuklukları konusunda belirtilmiş olan ailesel yapı ve bu durumun gelişmesindeki etkenler bu konuda da söz konusudur.

Tedavi:

Eş birlikteliğinde ya da essiz olarak yapılan boşalma suresini uzatıcı cinsel tedaviler başarılı olmaktadır.


4-Cinsel Uyarılma Bozukluğu

Devamlı olarak veya ara ara tekrarlayıcı olarak oluşan ve cinsel uyarılma sonucu olması gereken düzeyde bir ıslanma ve kabarma tepkisinin olmaması ya da bunun çok kısa sürüp, cinsel işlev bitene dek bu durumun korunamaması halidir. Bu durum belirgin bir gerilim ve kişiler arası ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu durumun oluşumuna başka bir psikiyatrik hastalık, ilaç, madde ya da vücutsal hastalık asal sebep teşkil etmemektedir.

Kadınlarda cinsel uyarı ile o bölge damarlarında kanlanmada artış nedeniyle dolgunlaşma, vajinada ıslanma ve genişleme ile vücut dışındaki cinsiyet organlarında kabarma oluşmaktadır. Bunların oluşmadığı durumlarda cinsel ilişki ile ağrı ve bu nedenle cinsel ilişkiden kaçınma ve evlilik sorunları oluşabilmektedir. Bazı araştırmalara göre testesteron, ostrojen, prolaktin ve tiroid hormon düzeylerinde farklılıklar saptanmıştır. Menapoz sonrası ıslanma için daha uzun sureli uyarı gerekir. Islanmada azalma ayrıca seker hastalığı, o bölgeye yönelik isin tedavisi, atrofik vajinit, emzirme donemi sırasında da olabilmektedir. Bazı grip ve alerji ilaçları ve eski nesil anti depresif ilaçlarda benzer bir duruma yol açabilmektedir. Bu rahatsızlığa cinsel istek ve orgazm bozuklukları da eşlik edebilmektedir.



23 Eylül 2008 Salı

Sosyal Fobi

Bu kişiler çevrelerindeki kişilerin kendileri hakkında gergin, güçsüz, beceriksiz, aptal, yetersiz seklinde düşünceler içine gireceklerinden endişe ederler. Çevrelerindekilerin kendi ellerinin titrediğini, yüzlerinin kızardığını, seslerinin titrediğini, bozuk bir üslup ile şaşırarak konuşup rezil olacakları ve gerilimlerinin anlaşılacağı düşünceleri ile topluluk önünde konuşamaz, başkaları yanında yemek yiyemez, orta yerde yazı yazamaz hale gelebilirler. Bu durumlardan çeşitli bahanelerle kaçınır, böyle bir durumla mecburen karsılaşırlarsa yoğun gerilim, çarpıntı, terleme, sıcak basması, fenalık hissi, mide bulantısı, ishal gibi yakınmalar gösterirler.

Eğer bu tur bir olay önceden belirlenmiş ise olayın çok öncesinden itibaren bu yakınmalar olacak seklinde bir beklenti içine girerler ve olay öncesi her günü kaygı ile geçirirler. Bunun sonucunda kişinin toplumsal işlevselliği kısıtlanır ya da bozulur. Eğer korkulan durumlar ve ortamlar çok sayıda ise yaygın sosyal fobiden bahsedilir. Bu durumda da daha çok yanlış ve kusurlu durumlar sergileyip, daha çok sosyal becerilerde kayıp gösterirler.

Bu durumdaki kişilerde başkalarınca eleştirilme, olumsuz bir bakış acısı ile değerlendirilme ya da çevrelerince reddedilmeye karsı aşırı bir hassasiyet vardır. Kendi hakların savunmada çok yetersizdirler ve bunu başkalarının kendi adlarına yapmalarını beklerler. Kendilerini hafife alır, yeterince önemsemezler, kendilik saygilari düşük olup, bu durum halk arasında ‘aşağılık duygusu’ olarak bilinmektedir. Kişilerde değerlendirmeye tabi tutulacakları için sınav korkuları da on planda gelmektedir.

Karsılarındakiler ile göz göze gelmemeye , on sırada bulunmamaya çalışırlar . öğrenciler bildikleri halde parmak kaldıramaz, sözlülerde basarisiz olur, etkinliklere katılmaktan kaçınırlar. Is sahipleri gerekli atılımları yapamaz, çalışanlar kendilerini ortaya koyamaz ve fikirler ileri süremez, ilerleyemezler.

Is kayıpları ve okul başarıları azalır ve akademik gelişmeleri kısıtlı kalır. Bazıları karsı cins ile ilişkilerinde benzer durumlar yasadıklarından kendi baslarına arkadaş sahibi olamaz , bekar kalabilirler. Bunun önüne geçmek için başkalarının önayak olmasını bekler ve görücü usulü ile evlenme yoluna gidebilirler. Bulundukları ve yetiştikleri ortamı değiştirmek istemez, yakın aile dışındaki kişiler haricindekiler ile iletişimlerini sınırlarlar.

Sosyal Fobi Beraberinde Görülen Psikiyatrik durumlar:

-panik bozukluğu -obsesif kompulsif bozukluk -somatoform bozukluklar -depresif bozukluklar -alkol-madde kullanım bozuklukları. -çekingen kişilik bozukluğu.

Sosyal fobinin çocuklardaki görünümü :

Çocuklar tanıdık olmadıkları ortamlarda aşırı ürkek, sessiz, hareketsiz, utangaç bir tavır sergileyebilirler. Bazen de böyle bir durumda ağlama, anne-babaya yapışırcasına sarılma, onlara dokunma, yanlarından ayrılamama, huysuzca davranışlar içine girebilirler. Toplulukla oynanan oyunlara katılmaz, uzaktan bakmakla yetinir hatta bir köseye sinip, kendilerini gizleyerek olanları izlerler. Oyunlara katılsalar bile diğerlerinin sözleri doğrultusunda ve önemli roller almadan hareket eder , oyun kuruculuk yapamazlar. Oynanan oyunlarda geri planda kalırlar. Okula gitmek istemeyip, turlu yakınmalarla evde kalmak isterler.

Toplumda % 2-3 oranında görülmektedir. 20 yas öncesi başlamakta olup, daha çok 11-15 yas arasında ilk belirtilerini göstermektedir. Kadınlarda daha çok görülmekte, ancak erkekler daha çok meslek sahibi olduklarından daha çok belirti göstermekte ve daha fazla tedaviye başvurmaktadır.

Çocukluk öykülerinde utangaçlıkları olan, sosyal acıdan baskılanmış yaşantıları olanlarda görüldüğü gözlenmiştir. Arkadaşları ya da büyüklerince küçük düşürülme ya da çok üzücü, gerilimli bir olayı izleyerek de gelişebildiği saptanmıştır. Kişi bu tur üzücü deneyimlerle karsılaştıkça sosyal fobiyi geliştirebilir. Bazı kişilerde de varolan bazı sosyal beceri eksiklikçikleri bu türden olumsuz eleştirilere yol açıp, ilerleyen donemde sosyal fobiye yol açabilir. Kişinin yetiştiği çevreden aldığı eğitim ve göreneklerle, hissettiği gerilimi katalize ediş sekli önemlidir. Bazı kişilerde az miktardaki gerilim kişiyi daha çok bir aktiviteye yöneltip, kamcılarken, yeterli güven ilişkisinin kurulmadığı , düşünce ve hareket serbestisinin verilmediği ailelerde bu durum geri çekilmeye ve aktivitelerde bozulmaya yol acar.

Yapılan araştırmalara göre sosyal fobim davranışların sinir sisteminin dopamin ve serotonin sistemleri ile de ilişkili olduğu görülmüştür.

Bir araştırmaya göre sosyal fobim kişiler ailelerini daha az ihtimam gösteren, daha reddedici ve anormal derecede fazla koruyucu, kollayıcı olarak algıladıklarını belirtmişlerdir.

Bu kişilerin 1. Derece yakınlarında toplum ortalamasına göre 3 kat daha çok sosyal fobiye rastlanmıştır. Ayrıca yakın akrabalarda majör depresyona da daha fazla rastlanmıştır.

Tedavi

İlaç tedavisi yanında bilimsel- davranışçı tedavi uygulanır. Psikoterapide daha aktif bahsetme mekanizmalarının kazandırılması ve kişinin kendine bakısındaki olumsuz düşünce yapılarının düzeltilmesi üzerine çalışılır.

Korkularımız ve Fobiler

Çoğumuz çeşitli şeylerden korkarız. Bu korkularımız hayatımızın çeşitli dönemlerinde değişiklikler gösterebilmektedir. Çocukluk döneminde özellikle anne-baba ya da diğer bakım veren kişiler yanımızda olmadığında , onları göremediğimizde korku duyarız, onların bizi terk ettiğini düşünerek, korkar, ağlarız. Yaşımız 1.5-2 yi aşınca artık anne babamız yanımızda olmayınca onların bizi terk ettiği düşüncesi, yerini onların sevgisini kaybedebileceğimiz düşüncesi almaya başlar. İlerleyen günlerde ailemizle yaşantılarımızdan kazandığımız, onlarla olan ilişkimizin bize kazandırdığı güven hissi ile artık kendi kendimize kararlar verir, hareketlerimizi kendi hedeflerimiz doğrultusunda planlar ve yürütürüz. Ancak ailede eğer anne baba geçimsizliği, şiddet ortamı, çocuklara gerekli sevgi ve ilginin gösterilememesi, onlara taşıyabilecekleri yeterli sorumluluklar verilmez, arkadaş ilişkileri için gereken oyun ve yaşıt desteği sağlanamaz, iyi örnek olunamazsa o durumda özgüven eksikliği ve korkuların oluşumuna yol açılabilir. Korkuların daha ileri şekli ise fobilerdir. Fobileri alelade korkulardan ayıran özellikler, korkuyla oluşan sıkıntı ve gerilimin belli bir nesne ya da duruma bağlı olması; korkunun boyutunun olayı tetikleyen korku objesi ya da duruma kıyasla orantısız ve abartılı bir düzeyde olması; kişinin kendi verdiği tepkisinin anlamsız ve aşırı olduğunun tümüyle farkında olması; o korku nesnesi ya da durum ile karşılaşmaktan ısrarla kaçınması ve eğer karşılaşırsa aşırı düzeyde çarpıntı, nefes alamama, ter leme, sıcak basması, mide bulantısı hatta bayılma gibi durumlara yolaçarak, kişinin hayatını kısıtlamasına sebep olmasıdır. Kişi o hale gelir ki, sokağa çıkamaz, ya da tek başına kalamaz, bazı yerlerden geçemez, bu durum kişinin yakın çevresindekileri de olumsuz etkileyerek, onların da durumun getirdiği sıkıntılı durumları yaşamasına sebep olur ve kişinin çevresi ile sorunlar yaşamasına, sosyal ya da mesleki işlevselliğinde bozulmalara yol açabilir.

Psikanalitik görüşe göre fobiler çocuklukta 3-5 yaş arası yaşanan ödipal dönemde yaşanan sorunların çözümlenememesi ile ilişkilidir. Bu dönemde çocuğun cinsel organlarina yonelik korkular hissetmesi ( söz dinlemezse sünnet edilme ile ilişkili olarak korkutulması ya da yaramazlık yaparsa cinsel bölgesine yönelik zarar geleceği şeklinde) fobilerin gelişimine yol açmaktadır. Gene bu dönemde egonun kişiyi korumak amacıyla ‘yer değiştirme’ (displacement) olarak adlandırdığımız bir savunma mekanizması ile kişinin hissettiği tehlikeli bir dürtüsünü, bu dürtü ile az ya da çok benzerliği olan dışarıdaki bir objeye yansıtarak, çözmeye çalıştığı,fobi oluşumuna yol açtığı düşünülmektedir. Bir diğer kurama göre ise kişinin belli bir olay karşısında verdiği korku yanıtına kişinin koşullanması ya da yakınlarından küçük yaşlarda bu tür korkuları öğrenmesi de korku davranışının başlamasında etkili olabilmektedir.

Vücudun biyolojik yapısındaki bir takım değişiklikler de bu durumlarda etkili olabilmektedir. Özellikle hipofiz-hipotalamus ve böbreküstü bezleri ile ilgili hormonlarda değişmeler saptanmıştır ve bu değişimler kişinin korku etkeni ile karşılaşması sonrası verdiği tepkilerden sorumludur. Bu tepkiler bir panik atağı oluşturacak denli büyük boyutlara varabilir. Kişiler bu durumları kendi kendilerine tedavi yoluna gitmeye çalışarak alkol ve madde bağımlılığı tabloları içine girebilmektedirler.

En sık görülen fobiler arasında hayvan fobileri ( kedi, köpek, fare, kuş gibi), yükseklik, şimşek, gök gürültüsü,karanlık ve kapalı alan, uçak,kan- enjeksiyon, dişçi korkuları gelebilmektedir. Klastrofobi dediğimiz kapalı yer korkusu özellikle kendini asansör, yollardaki tüneller, sıkışan trafikte arabada kalmak, banyo ve duş kabinleri, havasız basık odalar ve MR görüntüleme cihazlarında kendini hissettirmektedir. Agorafobi ( açık alan korkusu)toplu bulunulan yerlerden korkma olup, pazarlar, alışveriş merkezleri, kalabalık caddelerde , sinema ve tiyatrolarda, yabancı mekanlarda kendini gösterebilmektedir. Agorafobi genellikle birikim yapan stresli koşulların sonucunda oluşabilmektedir. Hayvan fobisi olanların dörtte bir kadarı korkularının başlangıcı için kendileri için travmatik bir olayı hatırlayabilmişlerdir.

Toplumun % 5-10 kadarında rastlanmaktadır.Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha sık görülmektedir.hayvan fobileri ortalama 7 yaşında, kan görme korkusu 9 yaşta, dişçi fobisi ise 12 yaşta başlamaktadır. Klastrofobi ve agorafobi 20 yaş civarı zirve yapmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda bu kişilerin yaklaşık % 70’ inde ebeveynlerden birinde bu tür bir fobi olduğu gözlenmiştir.

Korkuların üstüne gidilmesi gerekir. Bu tıpkı karanlıkta bir kedinin gölgesini, aslan olarak büyük bir şekilde görmek şeklindedir. Korkuların belli bir düzen içinde üzerine gidilmeli, korkulan nesne ya da durumdan uzak durma durumundan kaçınılmalıdır

Tedavi edilmediği takdirde ömür boyu sürebilen korkuların tedavisi ilaç, bilişsel-davranışçı tedaviler ve gerekirse hipnoz ile yapılabilmektedir.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Çocuklarda Dikkat Eksikliği

Dikkat eksikligi ve hiperaktivite bozuklugu (DEHB) için teshis ölçütleri:

Aşağıdaki (1) veya (2) maddelerinden en az birinin karşılanması gerekir.

1-Aşağıdaki dikkatsizlikle ilgili maddelerden en az altısının , en az 6 ay boyunca, çocuğun gelişim düzeyiyle uyumlu olmayarak ve çocuğun uyumunu bozacak şekilde varolması gerekmektedir.

a- Genellikle ayrıntılara dikkat edemeyip, iş, okul ve diğer aktivitelerde dikkatsizce hatalar yapmak.

b- Genellikle oyunlarda ya da verilen görevlerde dikkati sürdürmekte zorlluk çekmek.

c- Kendisiyle karşılıklı olarak konuşulduğunda, dinliyor izlenimi alınmaması .

d- Genellikle kendisine öğretilip,gösterilmesine karşın, bunlları uygulayamayıp, okul ödevleri, işyerindeki görevler ve ev işlerini tamamlayamamak.

e- Çoğunlukla yapacağı aktiviteler ve planları sıralayıp, düzene koyamamak.

f- Beyin gücü gerektiren görevlerden ( ders yapmak gibi) kaçınma, hoşlanmama , ya da bunları yapmaya isteksiz olma.

g- Çeşitli aktiviteler için gerekli oyuncak, ders araç ve gereçleri gibi şeyleri sıkça kaybetmek.

h- Konu dışı çevresel bir uyaran tarafından kolayca dikkatin dağılması.

i- Günlük olağan aktivitelere karşı da unutkanlık hali.

2-Aşağıdaki aşırı haraket ve dürtüsellik belirtilerinden en az altısının, en az 6 ay boyunca , çocuğun gelişim düzeyiyle uyumlu olmayarak ve çocuğun uyumunu bozacak şekilde varolması gerekmektedir.

Aşırı hareketlilik ile ilgili özellikler:

a-Sürekli olarak el ya da ayaklarını hareket ettirmek, yerinde oturamayıp,oturduğu yerde kıpırdanmak.

b-Oturmasının beklendiği ve gerekli olduğu ortamlarda (sınıfta ders esnasında olduğu gibi) yerini terkedip dolaşmak.

c-Uygunsuz olmayan ortamlarda ( sınıf, kalabalık mekanlar gibi) koşmak, bir yerlere tırmanmaya çalışmak gibi davranışlar sergilemek.

d- Oyun oynarken ya da boş vakit aktivitelerinde sessiz bir şekilde davranamama, gürültü çıkararak birşeylerle oyalanabilmek.

e-Daima ‘sanki bir motor tarafından çalıştırılıyor’ şeklinde hareket halinde bulunmak.

f-Sıklıkla aşırı ölçüde konuşmak.

Dürtüsellikle ilgili özellikler:

g-Kendisine sorulmakta olan soru tam olarak tamamlanmadan, yanıtlamaya çalışmak.

h-kendisine herhangi bir şey için sıra gelmesini bekleyememek.

i-Çevresindekilerinin iznini almadan , aniden konuşma ya da oyunlarına katılımak, müdahale etmek.

B-Bu şekilde kişide sorunlara yol açan yakınmaların 7 yaş öncesinde başlaması gerekmektdir.

C-Sorunlara yolaçan yakınmaların en az 2 farklı alanda kendini göstermesi gerkmektedir ( okulda, işte ya da evde gibi).

D-Toplumsal alan, okul hayatı ya da iş ortamında kişinin işlevselliğinde belirgin bozulmanin varlığı.

E- Rahatsızlığa ait yakınmalar başka bir psikiyatrik bozukluğa bağlı olmamalıdır.

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ve impulsivite olarak sınıflandırılabilen üç temel belirti kümesinden oluşur.

İntihar

Tüm ölümlerin % 0.4-0.9 unu oluşturan intihar (öz kıyım) davranışı kişiyi ve çevresini etkilemesi yanında , sonraki nesiller ve toplum üzerindeki etkileri nedeniyle büyük bir toplumsal sorundur. Tüm dünya çapında her gün yaklaşık bin kişi öz kıyım gerçekleştirmektedir. Erkeklerin kadınlardan daha çok intiharı gerçekleştirdiği saptanmıştır. Sonuçlara göre erkeklerde 2-7 kat daha fazla öz kıyıma rastlanmıştır. Erkekler daha şiddetli metotlar (asılma, kendini silahla vurma gibi) yeğlerken, kadınların ilaç ve boğulmayı seçtikleri gözlenmiştir. Etnik gruplar ve azınlık konumunda olanlar birbirlerine daha bağlı olduklarından daha az öz kıyıma yönelirken, göçmenler henüz ortama alışamadıkları için daha yüksek oranlara sahiptirler.

Acı ve düşündürücü olan şey, kişinin bu eylem öncesinde kendisi için olası ağırlaşan tehlikeyi fark etmesi ve bunu kendi beden dili ya da sözel ifadesiyle açıklamasıdır. Bazı vakalarda birey ‘ beni tek başıma bırakmayın, çocuklarıma ya da kendime bir şey yapmaktan korkuyorum’ seklinde uyarı mesajları verebilmekte, pencere kenarları, ecza dolaplarının bulunduğu mekanlara yakın durabilmekte, değerli ve kendince manevi değeri olan şeyleri çevresindekilere verebilmekte, artan yoğunlukta hayatın anlamsızlığından bahsedebilmekte ve tehlikeli eylemleri birer birer deneyebilmektedir. ‘ Selvi gibi ümitler birer iğdeye dönmüş’, intihar dışında yapacak hiçbir şey kalmadığı düşüncesi bilince hakim olmuş, yaşanan her saatin acı , günah ve sorunları arttırmaktan başka bir işe yaramayacağı şeklindeki yaklaşımlar çoğu öz kıyım durumunda görülebilmektedir. Ancak buna rağmen bazı durumlarda gereken adımlar atılamayabilmektedir.

Kişi intiharı sorunlarını giderici, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, katlanamayacağı sonuçları yaşamamasını sağlayıp, daha önce bulamadığı huzur ortamını getirecek bir çözüm olarak görür. Bireyde olum, mezara konmak ve hayata son vermenin sonrasına ait düşünceler bulunmamaktadır.

İntihar girişimlerinde bulunan kişilerin kendilerini ezen, görmemezlikten gelen, kendileri ile ilgili istek, karar ve seçimlerine kulak vermeyen ebeveynlerden; güvenlerini sarsan, kendilerini yüzüstü bırakan arkadaşlardan bahsettikleri gözlenmiştir. Bu durumdaki kişiler kendilerini işe yaramaz, kullanılmış, günahkar , cezalandırılmayı hak etmiş kişiler olarak görebilmektedirler. Bireyler kendilerinin görüş ve duygularının ,daha doğrusu kişiliklerinin değiştiğini görebilmekte ve aklini kaybetme, kendi denetimlerini kaybetme gibi korkular yasayabilmekte ‘o ben gitti ,başka bir ben geldi kendimi tanıyamıyorum’ seklinde konuşabilmektedirler.

Genel olarak intihar davranışlarında ölmek düşüncesi yanında daha iyi şartlarda yasamak yolunda bir kararsızlık ta bulunabilmektedir. Bu nedenle yüksek bir yerden atlamadan önce beklenmekte olduğu düşünülmektedir.

Kişinin kendini topluma ait , onun bir parçası olarak görmesi, çevresinin kendinin arkasında olduğu, sorumluluğu altında onun yardımına muhtaç kişilerin olduğu , bu eylemin günah olduğu düşüncesi, kendine maddi ya da manevi olarak destekçi güçlerin bulunduğu inancı öz kıyımların önüne geçebilmektedir.

Depremin Ruh dsğlığıns etkileri

Büyük Marmara Depreminin üzerinden bir yıl geçmiş bulunmakta. O gece İstanbul’ da olanlarda olmayanlarda, ertesi geceler ev dışında kalan ya da kalmayanlar da ne koşullarda olursa olsunlar zor günler yaşadılar ve yasamaktalar. Tabii ki depremde ailesi ya da yakınlarını kaybedenler, islerini, evlerini kaybedenler bu durumu diğer kişilerden çok daha yoğun olarak yasadılar. Bu satırların yazarının aile büyüklerinin tümünün Yalova’da yasıyor olması ve Yalova’nın çaresizliğine ve hüznüne şahit olması, bir turlu bu yazıya daha önce başlayamamasına yol açmıştır. Modern , konforlu ve pahalı binaların domino taşları gibi birbirinin üzerine yığılması, o unutulması olanaksız koku, çadırlarda oturan insanlar, yardim kuyruklarında toplanan çok sayıda kişinin görüntüleri ve çaresizlik, tükenmişlik, gözlerdeki korku ifadeleri, sinir krizleri , siren sesleri ... Unutulacak şeyler değiller.

Depremden hemen sonra Avcılar / İstanbul deprem bölgesinde İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün deprem sonrası görülen psikiyatrik sorunların çözümüne yönelik oluşturduğu iki ayrı merkezde dört psikiyatrisi , bir hemşire ve bir personel ile ücretsiz hizmet vermeye başladık. Mart 2000 itibariyle tek merkezde ama bu kez toplam iki psikiyatrisi (Uz. Dr. Bahadır Bakim ve Uz. Dr. Mustafa Güveli) olarak çalışmaya devam ettik. Size yaklaşık bir yıldır suren ve büyük olasılıkla bir yıl daha sürecek olan çalışmalarımızdan edindiğim bir takım düşüncelerimi ve gördüklerimi aktarmaya çalışacağım.

Kişiler depremi takiben ilk olarak çocuklarının yanına koşmuşlardı. Ancak bu onların yanlarına gidiş sekli o denli kendini kaybetmişçesine olmuştu ki, çığlıklar atarak,yoğun korku ile dolu bir şekilde olmuş, çocuklar depremin kendisinden çok, ailelerinin bu aşırı tepkileri ile olaydan etkilenmişlerdi. Kimisi o an kıyametin koptuğunu zannetmişti. Bazı kişiler o an donup, kalmış, ne konuşabilmiş, ne de herhangi bir eylemde bulunabilmişlerdi. Çoğu kişi en yakın akrabalarının yanına koşup, onların sağlık haberlerini almak için zamanla yarışmışlardı. Bayılanlar ve sinir krizleri geçirenler oldu. İnsanlar enkaz çalışmalarına katılamamanın , yakınları olup de sağ kalanlar ise yasadıkları için suçluluk duyguları içine girdiler. Bazı kişiler bu afetin isledikleri günahlar ve kotu alışkanlıkları nedeniyle kendi baslarına geldiği düşüncesi içindeydiler. Bazı kişiler o anda ne yaptıklarını daha sonra hatırlamıyorlardı. Yattıkları odalara, evlerine hatta kimisi İstanbul il sınırlarına girerken bile yoğun gerilim yasadılar. Bu nedenle geçici bir sure şehri terlettiler. Ancak bu onların rahatsızlıklarını dindiremedi. Çünkü olayı de kafalarında götürmüşlerdi, doğal olarak. Gece rüyalarında yasadılar, en ufak sesten irkildiler. Olay gözleri önünden gitmedi. TV yi seyrederken sanki depremi en canlı hali ile tekrar yasıyor hissettiler. Bu nedenle kişiler haberlerden ve deprem konuşmalarından kaçındılar. Enkazlı yerlerden geçmemek için yollarını değiştirdiler, oralara bakmamaya çalıştılar. Dikkatleri dağıldı, dalgınlık, kendine ise verememe gözlendi. Deprem olmasa bile sallanıyor hissettiler. Bazıları evlerine sallanan şeyler astı, gözleri hep avizelerdeydi. Uykuları bozuldu, çoğu, depremin olduğu saat olan gece 03 e dek uyuyamadı. Anne ve babalar dönüşümlü olarak geceleri nöbet tuttu. Annelerdeki en büyük kaygı, kendilerinden çok çocuklarına bir şey olacağı yönündeydi. Her gece deprem kabusları ve uykuda sıçramalarla uyandı. Eskiden zevk aldıkları şeylere bile ilgisiz kaldılar,hayattan beklentileri kalmadı ve her şey birden anlamsız ve bos geldi. Geleceğe yönelik plan yapmaz oldular. İçlerine kapandılar. Ağlamak isteyip ağlayamadılar. Kısaca robot gibi hissiz ve hareketsiz kaldılar belli bir sure. Bu donem psikiyatride akut stres bozukluğu olarak adlandırılır ve suresi 1 aya dek uzayabilir. Bu donemi takiben bazı kişilerde yakınmalar daha da uzadı. Kişiler yoğun bir çaresizlik, korku içine girmişlerdi. Depremle ilgili her söylenene inanıyor, hatta bazıları deprem otoritesi konumundaki jeolog ve diğer bilim adamlarına karsı kızgın bir tavır aldılar. Bunlardan bir kısmı seviliyor , bir kısmi sevilmiyor konuma geldiler. Söyledikleri olumlu ya da olumsuz şeyler bunda etkili olmuştu. Çocuklar oyunlarında kurtarma timi rollerini üstlendi, çizdikleri resimler yıkıntıları, çadırları konu alıyor ve önceden çizdikleri renkli resimler , yerlerini daha soluk renklerle yapılmış daha özensiz çizimlere bırakıyordu. Çocuklar daha kavgacı, daha ürkek oldular. Tek baslarına yatamamaya, kekelemeye, idrar kaçırmaya, karanlıkta kalamamaya başladılar. Okul başarıları duştu. Evlerine girmek istemediler, tek baslarına tuvalete gidemez oldular. Tik davranışları ortaya çıktı, yemek yemeye ilgileri azaldı.

Büyüklerse ise deprem anıları, en ufak hatırlatıcı olayda göz önüne geldi. Gece 03 uykusuzluğu devam ediyor, kişiler denizin renginin değişmesi, havanın sıcaklığı, köpek sesleri, kuşların kanat çırpmalarını tehlike işareti olarak algıladılar ve söylentiler ağızdan ağıza yayıldı. Kişiler pek çok şeye karsı ilgisiz oldular. Cinsel isteksizlik de önemli boyutlara varmıştı. Özellikle kadınlarda o esnada deprem olur da günahkar olarak oluruz seklinde düşünceler nedeniyle eslerinden ayrı, çocukları ile yatmalar başladı. Bazı kişilerde deprem gerilimini asmak için alkol kullanımı çoğaldı. Akla gelebilecek herselden kaçınmalar görüldü. Tuvalette ve banyoda çok kısa sure kalma, deniz kenarına inmek istememe, yüksek binalara, kalabalık yerlere girmeme gazete, radyo, TV haberlerinden kaçınma gibi. Çok çabuk ve aşırı tepki verir hale gelindi. Mutfak tüplerinin sürünerek taşınması bile insanları çılgına çeviriyor, hızlı gecen arabalar nedeniyle çıkan tozlar kişilerde deprem anındaki toz bulutunu hatırlatıp, sinirliliğe yol acıyordu. Bazı kişilerde ise konuşma içeriği sadece depremle ilgili oluyor ve bu kişiler çevrelerindeki kişilerin tepkileri ile karsılaşıyorlardı. İşlerini kaybeden, işleri azalan, komşuları semtten uzaklaşıp yalnız kalan insanlar daha bir içlerine kapanıyor ve hayata kusuyorlardı. Olum hiç onlara bu kadar yakın olmamıştı.

İşte bu belirtiler travma sonrası stres bozukluğu olarak adlandırılıyordu. Bazılarında bu belirtiler depremden 6 ay kadar sonra başladı. Bu geç başlangıçlı tipi oluşturuyordu. Bazı kişilerde bu tabloya depresyon ve panik ataklar eklendi. Bazı kişiler ise dağıtılan bu durumla ilgili anketlere biz hekimlere, belediyeye, hükümete yönelik öfke içeren mesajlarla karşılık verdiler. Aslında bu da yüksek düzeyde olan kaygı ve gerilimlerinden ötürüdür. Bir kısım kişiler psikiyatriste gittiklerinde çevrelerince ‘deli’ olarak damgalanacaklarından korktular ve yardım almadılar. Kimisi psikiyatriste gitmenin bir zayıflık olacağını düşünerek gelmek istemedi, kimisi de ilaçların kendilerini uyuşturduğunu düşünerek ilaç almadı. Ancak tedaviye düzenli gelenler fayda gördü. Bu tedavi çalışması T.C.Sağlık Bakanlığı İstanbul il sağlık Müdürlüğünce halen devam etmektedir. Bu tetkik ve tedavi çalışması sonrası sağlanan bilgi birikimi bundan sonra olmasını hiç temenni etmediğimiz başka felaketlerde daha etkili ve uygun tedaviler yapabilmemize olanak sağlayacaktır.

21 Eylül 2008 Pazar

Büyüdüğünü ispat edememek


Ne zaman yazsam diye düşünürken babam sayesinde fırsat buldum.
Evet benim sorunum bu, ben büyüdüğümü ispat edemiyorum..
Arkadaş, okulum bitti ailem hâlâ peşimde. Oysa ne hayallerim vardı, mezun oldum artık, atanırım, kendi paramı kendim kazanırım, annemlere de bir güzel kafa tutarım, hesap sorma devri biter diyordum. Aha sen misin öyle diyen..
Son durumum şu:
KPSS denilen zımbırtı neticesinde hiçbir şey olmadı, olamadım. Okulu bitirmiş ve bir balta ile iletişime geçememiş ceset..

Ailecek yemek yeme merasimlerine hiçbir zaman önem vermedim çünkü ne zaman böyle bir durumla karşılaşsam başıma bir şey gelir.. Nitekim son yemekte de böyle bir durum oldu.. Büyüyemediğim suratıma çarpıldı şu şekilde:

- Kızım, sen şimdi ne iş yapmayı düşünüyorsun, planın ne?
- Hiç baba, ders çalışacağım işte, seneye tekrar gireceğim sınava.
- Dur ben dersanelerle görüşeyim..

Ne diyeceğimi şaşırdım sadece yaşımı söyledim usulca, "Kendim halledebilirim" dedim.. O an aklımdan bin tane şey geçti ama sustum. Susarım zaten mütemadiyen.
İlk hatayı nerede yaptığımı düşünüyorum. Acep fazla mı uyumlu davrandım, asi olsam bunlar olmaz mıydı?