23 Eylül 2008 Salı

Sosyal Fobi

Bu kişiler çevrelerindeki kişilerin kendileri hakkında gergin, güçsüz, beceriksiz, aptal, yetersiz seklinde düşünceler içine gireceklerinden endişe ederler. Çevrelerindekilerin kendi ellerinin titrediğini, yüzlerinin kızardığını, seslerinin titrediğini, bozuk bir üslup ile şaşırarak konuşup rezil olacakları ve gerilimlerinin anlaşılacağı düşünceleri ile topluluk önünde konuşamaz, başkaları yanında yemek yiyemez, orta yerde yazı yazamaz hale gelebilirler. Bu durumlardan çeşitli bahanelerle kaçınır, böyle bir durumla mecburen karsılaşırlarsa yoğun gerilim, çarpıntı, terleme, sıcak basması, fenalık hissi, mide bulantısı, ishal gibi yakınmalar gösterirler.

Eğer bu tur bir olay önceden belirlenmiş ise olayın çok öncesinden itibaren bu yakınmalar olacak seklinde bir beklenti içine girerler ve olay öncesi her günü kaygı ile geçirirler. Bunun sonucunda kişinin toplumsal işlevselliği kısıtlanır ya da bozulur. Eğer korkulan durumlar ve ortamlar çok sayıda ise yaygın sosyal fobiden bahsedilir. Bu durumda da daha çok yanlış ve kusurlu durumlar sergileyip, daha çok sosyal becerilerde kayıp gösterirler.

Bu durumdaki kişilerde başkalarınca eleştirilme, olumsuz bir bakış acısı ile değerlendirilme ya da çevrelerince reddedilmeye karsı aşırı bir hassasiyet vardır. Kendi hakların savunmada çok yetersizdirler ve bunu başkalarının kendi adlarına yapmalarını beklerler. Kendilerini hafife alır, yeterince önemsemezler, kendilik saygilari düşük olup, bu durum halk arasında ‘aşağılık duygusu’ olarak bilinmektedir. Kişilerde değerlendirmeye tabi tutulacakları için sınav korkuları da on planda gelmektedir.

Karsılarındakiler ile göz göze gelmemeye , on sırada bulunmamaya çalışırlar . öğrenciler bildikleri halde parmak kaldıramaz, sözlülerde basarisiz olur, etkinliklere katılmaktan kaçınırlar. Is sahipleri gerekli atılımları yapamaz, çalışanlar kendilerini ortaya koyamaz ve fikirler ileri süremez, ilerleyemezler.

Is kayıpları ve okul başarıları azalır ve akademik gelişmeleri kısıtlı kalır. Bazıları karsı cins ile ilişkilerinde benzer durumlar yasadıklarından kendi baslarına arkadaş sahibi olamaz , bekar kalabilirler. Bunun önüne geçmek için başkalarının önayak olmasını bekler ve görücü usulü ile evlenme yoluna gidebilirler. Bulundukları ve yetiştikleri ortamı değiştirmek istemez, yakın aile dışındaki kişiler haricindekiler ile iletişimlerini sınırlarlar.

Sosyal Fobi Beraberinde Görülen Psikiyatrik durumlar:

-panik bozukluğu -obsesif kompulsif bozukluk -somatoform bozukluklar -depresif bozukluklar -alkol-madde kullanım bozuklukları. -çekingen kişilik bozukluğu.

Sosyal fobinin çocuklardaki görünümü :

Çocuklar tanıdık olmadıkları ortamlarda aşırı ürkek, sessiz, hareketsiz, utangaç bir tavır sergileyebilirler. Bazen de böyle bir durumda ağlama, anne-babaya yapışırcasına sarılma, onlara dokunma, yanlarından ayrılamama, huysuzca davranışlar içine girebilirler. Toplulukla oynanan oyunlara katılmaz, uzaktan bakmakla yetinir hatta bir köseye sinip, kendilerini gizleyerek olanları izlerler. Oyunlara katılsalar bile diğerlerinin sözleri doğrultusunda ve önemli roller almadan hareket eder , oyun kuruculuk yapamazlar. Oynanan oyunlarda geri planda kalırlar. Okula gitmek istemeyip, turlu yakınmalarla evde kalmak isterler.

Toplumda % 2-3 oranında görülmektedir. 20 yas öncesi başlamakta olup, daha çok 11-15 yas arasında ilk belirtilerini göstermektedir. Kadınlarda daha çok görülmekte, ancak erkekler daha çok meslek sahibi olduklarından daha çok belirti göstermekte ve daha fazla tedaviye başvurmaktadır.

Çocukluk öykülerinde utangaçlıkları olan, sosyal acıdan baskılanmış yaşantıları olanlarda görüldüğü gözlenmiştir. Arkadaşları ya da büyüklerince küçük düşürülme ya da çok üzücü, gerilimli bir olayı izleyerek de gelişebildiği saptanmıştır. Kişi bu tur üzücü deneyimlerle karsılaştıkça sosyal fobiyi geliştirebilir. Bazı kişilerde de varolan bazı sosyal beceri eksiklikçikleri bu türden olumsuz eleştirilere yol açıp, ilerleyen donemde sosyal fobiye yol açabilir. Kişinin yetiştiği çevreden aldığı eğitim ve göreneklerle, hissettiği gerilimi katalize ediş sekli önemlidir. Bazı kişilerde az miktardaki gerilim kişiyi daha çok bir aktiviteye yöneltip, kamcılarken, yeterli güven ilişkisinin kurulmadığı , düşünce ve hareket serbestisinin verilmediği ailelerde bu durum geri çekilmeye ve aktivitelerde bozulmaya yol acar.

Yapılan araştırmalara göre sosyal fobim davranışların sinir sisteminin dopamin ve serotonin sistemleri ile de ilişkili olduğu görülmüştür.

Bir araştırmaya göre sosyal fobim kişiler ailelerini daha az ihtimam gösteren, daha reddedici ve anormal derecede fazla koruyucu, kollayıcı olarak algıladıklarını belirtmişlerdir.

Bu kişilerin 1. Derece yakınlarında toplum ortalamasına göre 3 kat daha çok sosyal fobiye rastlanmıştır. Ayrıca yakın akrabalarda majör depresyona da daha fazla rastlanmıştır.

Tedavi

İlaç tedavisi yanında bilimsel- davranışçı tedavi uygulanır. Psikoterapide daha aktif bahsetme mekanizmalarının kazandırılması ve kişinin kendine bakısındaki olumsuz düşünce yapılarının düzeltilmesi üzerine çalışılır.

Korkularımız ve Fobiler

Çoğumuz çeşitli şeylerden korkarız. Bu korkularımız hayatımızın çeşitli dönemlerinde değişiklikler gösterebilmektedir. Çocukluk döneminde özellikle anne-baba ya da diğer bakım veren kişiler yanımızda olmadığında , onları göremediğimizde korku duyarız, onların bizi terk ettiğini düşünerek, korkar, ağlarız. Yaşımız 1.5-2 yi aşınca artık anne babamız yanımızda olmayınca onların bizi terk ettiği düşüncesi, yerini onların sevgisini kaybedebileceğimiz düşüncesi almaya başlar. İlerleyen günlerde ailemizle yaşantılarımızdan kazandığımız, onlarla olan ilişkimizin bize kazandırdığı güven hissi ile artık kendi kendimize kararlar verir, hareketlerimizi kendi hedeflerimiz doğrultusunda planlar ve yürütürüz. Ancak ailede eğer anne baba geçimsizliği, şiddet ortamı, çocuklara gerekli sevgi ve ilginin gösterilememesi, onlara taşıyabilecekleri yeterli sorumluluklar verilmez, arkadaş ilişkileri için gereken oyun ve yaşıt desteği sağlanamaz, iyi örnek olunamazsa o durumda özgüven eksikliği ve korkuların oluşumuna yol açılabilir. Korkuların daha ileri şekli ise fobilerdir. Fobileri alelade korkulardan ayıran özellikler, korkuyla oluşan sıkıntı ve gerilimin belli bir nesne ya da duruma bağlı olması; korkunun boyutunun olayı tetikleyen korku objesi ya da duruma kıyasla orantısız ve abartılı bir düzeyde olması; kişinin kendi verdiği tepkisinin anlamsız ve aşırı olduğunun tümüyle farkında olması; o korku nesnesi ya da durum ile karşılaşmaktan ısrarla kaçınması ve eğer karşılaşırsa aşırı düzeyde çarpıntı, nefes alamama, ter leme, sıcak basması, mide bulantısı hatta bayılma gibi durumlara yolaçarak, kişinin hayatını kısıtlamasına sebep olmasıdır. Kişi o hale gelir ki, sokağa çıkamaz, ya da tek başına kalamaz, bazı yerlerden geçemez, bu durum kişinin yakın çevresindekileri de olumsuz etkileyerek, onların da durumun getirdiği sıkıntılı durumları yaşamasına sebep olur ve kişinin çevresi ile sorunlar yaşamasına, sosyal ya da mesleki işlevselliğinde bozulmalara yol açabilir.

Psikanalitik görüşe göre fobiler çocuklukta 3-5 yaş arası yaşanan ödipal dönemde yaşanan sorunların çözümlenememesi ile ilişkilidir. Bu dönemde çocuğun cinsel organlarina yonelik korkular hissetmesi ( söz dinlemezse sünnet edilme ile ilişkili olarak korkutulması ya da yaramazlık yaparsa cinsel bölgesine yönelik zarar geleceği şeklinde) fobilerin gelişimine yol açmaktadır. Gene bu dönemde egonun kişiyi korumak amacıyla ‘yer değiştirme’ (displacement) olarak adlandırdığımız bir savunma mekanizması ile kişinin hissettiği tehlikeli bir dürtüsünü, bu dürtü ile az ya da çok benzerliği olan dışarıdaki bir objeye yansıtarak, çözmeye çalıştığı,fobi oluşumuna yol açtığı düşünülmektedir. Bir diğer kurama göre ise kişinin belli bir olay karşısında verdiği korku yanıtına kişinin koşullanması ya da yakınlarından küçük yaşlarda bu tür korkuları öğrenmesi de korku davranışının başlamasında etkili olabilmektedir.

Vücudun biyolojik yapısındaki bir takım değişiklikler de bu durumlarda etkili olabilmektedir. Özellikle hipofiz-hipotalamus ve böbreküstü bezleri ile ilgili hormonlarda değişmeler saptanmıştır ve bu değişimler kişinin korku etkeni ile karşılaşması sonrası verdiği tepkilerden sorumludur. Bu tepkiler bir panik atağı oluşturacak denli büyük boyutlara varabilir. Kişiler bu durumları kendi kendilerine tedavi yoluna gitmeye çalışarak alkol ve madde bağımlılığı tabloları içine girebilmektedirler.

En sık görülen fobiler arasında hayvan fobileri ( kedi, köpek, fare, kuş gibi), yükseklik, şimşek, gök gürültüsü,karanlık ve kapalı alan, uçak,kan- enjeksiyon, dişçi korkuları gelebilmektedir. Klastrofobi dediğimiz kapalı yer korkusu özellikle kendini asansör, yollardaki tüneller, sıkışan trafikte arabada kalmak, banyo ve duş kabinleri, havasız basık odalar ve MR görüntüleme cihazlarında kendini hissettirmektedir. Agorafobi ( açık alan korkusu)toplu bulunulan yerlerden korkma olup, pazarlar, alışveriş merkezleri, kalabalık caddelerde , sinema ve tiyatrolarda, yabancı mekanlarda kendini gösterebilmektedir. Agorafobi genellikle birikim yapan stresli koşulların sonucunda oluşabilmektedir. Hayvan fobisi olanların dörtte bir kadarı korkularının başlangıcı için kendileri için travmatik bir olayı hatırlayabilmişlerdir.

Toplumun % 5-10 kadarında rastlanmaktadır.Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha sık görülmektedir.hayvan fobileri ortalama 7 yaşında, kan görme korkusu 9 yaşta, dişçi fobisi ise 12 yaşta başlamaktadır. Klastrofobi ve agorafobi 20 yaş civarı zirve yapmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda bu kişilerin yaklaşık % 70’ inde ebeveynlerden birinde bu tür bir fobi olduğu gözlenmiştir.

Korkuların üstüne gidilmesi gerekir. Bu tıpkı karanlıkta bir kedinin gölgesini, aslan olarak büyük bir şekilde görmek şeklindedir. Korkuların belli bir düzen içinde üzerine gidilmeli, korkulan nesne ya da durumdan uzak durma durumundan kaçınılmalıdır

Tedavi edilmediği takdirde ömür boyu sürebilen korkuların tedavisi ilaç, bilişsel-davranışçı tedaviler ve gerekirse hipnoz ile yapılabilmektedir.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Çocuklarda Dikkat Eksikliği

Dikkat eksikligi ve hiperaktivite bozuklugu (DEHB) için teshis ölçütleri:

Aşağıdaki (1) veya (2) maddelerinden en az birinin karşılanması gerekir.

1-Aşağıdaki dikkatsizlikle ilgili maddelerden en az altısının , en az 6 ay boyunca, çocuğun gelişim düzeyiyle uyumlu olmayarak ve çocuğun uyumunu bozacak şekilde varolması gerekmektedir.

a- Genellikle ayrıntılara dikkat edemeyip, iş, okul ve diğer aktivitelerde dikkatsizce hatalar yapmak.

b- Genellikle oyunlarda ya da verilen görevlerde dikkati sürdürmekte zorlluk çekmek.

c- Kendisiyle karşılıklı olarak konuşulduğunda, dinliyor izlenimi alınmaması .

d- Genellikle kendisine öğretilip,gösterilmesine karşın, bunlları uygulayamayıp, okul ödevleri, işyerindeki görevler ve ev işlerini tamamlayamamak.

e- Çoğunlukla yapacağı aktiviteler ve planları sıralayıp, düzene koyamamak.

f- Beyin gücü gerektiren görevlerden ( ders yapmak gibi) kaçınma, hoşlanmama , ya da bunları yapmaya isteksiz olma.

g- Çeşitli aktiviteler için gerekli oyuncak, ders araç ve gereçleri gibi şeyleri sıkça kaybetmek.

h- Konu dışı çevresel bir uyaran tarafından kolayca dikkatin dağılması.

i- Günlük olağan aktivitelere karşı da unutkanlık hali.

2-Aşağıdaki aşırı haraket ve dürtüsellik belirtilerinden en az altısının, en az 6 ay boyunca , çocuğun gelişim düzeyiyle uyumlu olmayarak ve çocuğun uyumunu bozacak şekilde varolması gerekmektedir.

Aşırı hareketlilik ile ilgili özellikler:

a-Sürekli olarak el ya da ayaklarını hareket ettirmek, yerinde oturamayıp,oturduğu yerde kıpırdanmak.

b-Oturmasının beklendiği ve gerekli olduğu ortamlarda (sınıfta ders esnasında olduğu gibi) yerini terkedip dolaşmak.

c-Uygunsuz olmayan ortamlarda ( sınıf, kalabalık mekanlar gibi) koşmak, bir yerlere tırmanmaya çalışmak gibi davranışlar sergilemek.

d- Oyun oynarken ya da boş vakit aktivitelerinde sessiz bir şekilde davranamama, gürültü çıkararak birşeylerle oyalanabilmek.

e-Daima ‘sanki bir motor tarafından çalıştırılıyor’ şeklinde hareket halinde bulunmak.

f-Sıklıkla aşırı ölçüde konuşmak.

Dürtüsellikle ilgili özellikler:

g-Kendisine sorulmakta olan soru tam olarak tamamlanmadan, yanıtlamaya çalışmak.

h-kendisine herhangi bir şey için sıra gelmesini bekleyememek.

i-Çevresindekilerinin iznini almadan , aniden konuşma ya da oyunlarına katılımak, müdahale etmek.

B-Bu şekilde kişide sorunlara yol açan yakınmaların 7 yaş öncesinde başlaması gerekmektdir.

C-Sorunlara yolaçan yakınmaların en az 2 farklı alanda kendini göstermesi gerkmektedir ( okulda, işte ya da evde gibi).

D-Toplumsal alan, okul hayatı ya da iş ortamında kişinin işlevselliğinde belirgin bozulmanin varlığı.

E- Rahatsızlığa ait yakınmalar başka bir psikiyatrik bozukluğa bağlı olmamalıdır.

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ve impulsivite olarak sınıflandırılabilen üç temel belirti kümesinden oluşur.

İntihar

Tüm ölümlerin % 0.4-0.9 unu oluşturan intihar (öz kıyım) davranışı kişiyi ve çevresini etkilemesi yanında , sonraki nesiller ve toplum üzerindeki etkileri nedeniyle büyük bir toplumsal sorundur. Tüm dünya çapında her gün yaklaşık bin kişi öz kıyım gerçekleştirmektedir. Erkeklerin kadınlardan daha çok intiharı gerçekleştirdiği saptanmıştır. Sonuçlara göre erkeklerde 2-7 kat daha fazla öz kıyıma rastlanmıştır. Erkekler daha şiddetli metotlar (asılma, kendini silahla vurma gibi) yeğlerken, kadınların ilaç ve boğulmayı seçtikleri gözlenmiştir. Etnik gruplar ve azınlık konumunda olanlar birbirlerine daha bağlı olduklarından daha az öz kıyıma yönelirken, göçmenler henüz ortama alışamadıkları için daha yüksek oranlara sahiptirler.

Acı ve düşündürücü olan şey, kişinin bu eylem öncesinde kendisi için olası ağırlaşan tehlikeyi fark etmesi ve bunu kendi beden dili ya da sözel ifadesiyle açıklamasıdır. Bazı vakalarda birey ‘ beni tek başıma bırakmayın, çocuklarıma ya da kendime bir şey yapmaktan korkuyorum’ seklinde uyarı mesajları verebilmekte, pencere kenarları, ecza dolaplarının bulunduğu mekanlara yakın durabilmekte, değerli ve kendince manevi değeri olan şeyleri çevresindekilere verebilmekte, artan yoğunlukta hayatın anlamsızlığından bahsedebilmekte ve tehlikeli eylemleri birer birer deneyebilmektedir. ‘ Selvi gibi ümitler birer iğdeye dönmüş’, intihar dışında yapacak hiçbir şey kalmadığı düşüncesi bilince hakim olmuş, yaşanan her saatin acı , günah ve sorunları arttırmaktan başka bir işe yaramayacağı şeklindeki yaklaşımlar çoğu öz kıyım durumunda görülebilmektedir. Ancak buna rağmen bazı durumlarda gereken adımlar atılamayabilmektedir.

Kişi intiharı sorunlarını giderici, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, katlanamayacağı sonuçları yaşamamasını sağlayıp, daha önce bulamadığı huzur ortamını getirecek bir çözüm olarak görür. Bireyde olum, mezara konmak ve hayata son vermenin sonrasına ait düşünceler bulunmamaktadır.

İntihar girişimlerinde bulunan kişilerin kendilerini ezen, görmemezlikten gelen, kendileri ile ilgili istek, karar ve seçimlerine kulak vermeyen ebeveynlerden; güvenlerini sarsan, kendilerini yüzüstü bırakan arkadaşlardan bahsettikleri gözlenmiştir. Bu durumdaki kişiler kendilerini işe yaramaz, kullanılmış, günahkar , cezalandırılmayı hak etmiş kişiler olarak görebilmektedirler. Bireyler kendilerinin görüş ve duygularının ,daha doğrusu kişiliklerinin değiştiğini görebilmekte ve aklini kaybetme, kendi denetimlerini kaybetme gibi korkular yasayabilmekte ‘o ben gitti ,başka bir ben geldi kendimi tanıyamıyorum’ seklinde konuşabilmektedirler.

Genel olarak intihar davranışlarında ölmek düşüncesi yanında daha iyi şartlarda yasamak yolunda bir kararsızlık ta bulunabilmektedir. Bu nedenle yüksek bir yerden atlamadan önce beklenmekte olduğu düşünülmektedir.

Kişinin kendini topluma ait , onun bir parçası olarak görmesi, çevresinin kendinin arkasında olduğu, sorumluluğu altında onun yardımına muhtaç kişilerin olduğu , bu eylemin günah olduğu düşüncesi, kendine maddi ya da manevi olarak destekçi güçlerin bulunduğu inancı öz kıyımların önüne geçebilmektedir.

Depremin Ruh dsğlığıns etkileri

Büyük Marmara Depreminin üzerinden bir yıl geçmiş bulunmakta. O gece İstanbul’ da olanlarda olmayanlarda, ertesi geceler ev dışında kalan ya da kalmayanlar da ne koşullarda olursa olsunlar zor günler yaşadılar ve yasamaktalar. Tabii ki depremde ailesi ya da yakınlarını kaybedenler, islerini, evlerini kaybedenler bu durumu diğer kişilerden çok daha yoğun olarak yasadılar. Bu satırların yazarının aile büyüklerinin tümünün Yalova’da yasıyor olması ve Yalova’nın çaresizliğine ve hüznüne şahit olması, bir turlu bu yazıya daha önce başlayamamasına yol açmıştır. Modern , konforlu ve pahalı binaların domino taşları gibi birbirinin üzerine yığılması, o unutulması olanaksız koku, çadırlarda oturan insanlar, yardim kuyruklarında toplanan çok sayıda kişinin görüntüleri ve çaresizlik, tükenmişlik, gözlerdeki korku ifadeleri, sinir krizleri , siren sesleri ... Unutulacak şeyler değiller.

Depremden hemen sonra Avcılar / İstanbul deprem bölgesinde İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün deprem sonrası görülen psikiyatrik sorunların çözümüne yönelik oluşturduğu iki ayrı merkezde dört psikiyatrisi , bir hemşire ve bir personel ile ücretsiz hizmet vermeye başladık. Mart 2000 itibariyle tek merkezde ama bu kez toplam iki psikiyatrisi (Uz. Dr. Bahadır Bakim ve Uz. Dr. Mustafa Güveli) olarak çalışmaya devam ettik. Size yaklaşık bir yıldır suren ve büyük olasılıkla bir yıl daha sürecek olan çalışmalarımızdan edindiğim bir takım düşüncelerimi ve gördüklerimi aktarmaya çalışacağım.

Kişiler depremi takiben ilk olarak çocuklarının yanına koşmuşlardı. Ancak bu onların yanlarına gidiş sekli o denli kendini kaybetmişçesine olmuştu ki, çığlıklar atarak,yoğun korku ile dolu bir şekilde olmuş, çocuklar depremin kendisinden çok, ailelerinin bu aşırı tepkileri ile olaydan etkilenmişlerdi. Kimisi o an kıyametin koptuğunu zannetmişti. Bazı kişiler o an donup, kalmış, ne konuşabilmiş, ne de herhangi bir eylemde bulunabilmişlerdi. Çoğu kişi en yakın akrabalarının yanına koşup, onların sağlık haberlerini almak için zamanla yarışmışlardı. Bayılanlar ve sinir krizleri geçirenler oldu. İnsanlar enkaz çalışmalarına katılamamanın , yakınları olup de sağ kalanlar ise yasadıkları için suçluluk duyguları içine girdiler. Bazı kişiler bu afetin isledikleri günahlar ve kotu alışkanlıkları nedeniyle kendi baslarına geldiği düşüncesi içindeydiler. Bazı kişiler o anda ne yaptıklarını daha sonra hatırlamıyorlardı. Yattıkları odalara, evlerine hatta kimisi İstanbul il sınırlarına girerken bile yoğun gerilim yasadılar. Bu nedenle geçici bir sure şehri terlettiler. Ancak bu onların rahatsızlıklarını dindiremedi. Çünkü olayı de kafalarında götürmüşlerdi, doğal olarak. Gece rüyalarında yasadılar, en ufak sesten irkildiler. Olay gözleri önünden gitmedi. TV yi seyrederken sanki depremi en canlı hali ile tekrar yasıyor hissettiler. Bu nedenle kişiler haberlerden ve deprem konuşmalarından kaçındılar. Enkazlı yerlerden geçmemek için yollarını değiştirdiler, oralara bakmamaya çalıştılar. Dikkatleri dağıldı, dalgınlık, kendine ise verememe gözlendi. Deprem olmasa bile sallanıyor hissettiler. Bazıları evlerine sallanan şeyler astı, gözleri hep avizelerdeydi. Uykuları bozuldu, çoğu, depremin olduğu saat olan gece 03 e dek uyuyamadı. Anne ve babalar dönüşümlü olarak geceleri nöbet tuttu. Annelerdeki en büyük kaygı, kendilerinden çok çocuklarına bir şey olacağı yönündeydi. Her gece deprem kabusları ve uykuda sıçramalarla uyandı. Eskiden zevk aldıkları şeylere bile ilgisiz kaldılar,hayattan beklentileri kalmadı ve her şey birden anlamsız ve bos geldi. Geleceğe yönelik plan yapmaz oldular. İçlerine kapandılar. Ağlamak isteyip ağlayamadılar. Kısaca robot gibi hissiz ve hareketsiz kaldılar belli bir sure. Bu donem psikiyatride akut stres bozukluğu olarak adlandırılır ve suresi 1 aya dek uzayabilir. Bu donemi takiben bazı kişilerde yakınmalar daha da uzadı. Kişiler yoğun bir çaresizlik, korku içine girmişlerdi. Depremle ilgili her söylenene inanıyor, hatta bazıları deprem otoritesi konumundaki jeolog ve diğer bilim adamlarına karsı kızgın bir tavır aldılar. Bunlardan bir kısmı seviliyor , bir kısmi sevilmiyor konuma geldiler. Söyledikleri olumlu ya da olumsuz şeyler bunda etkili olmuştu. Çocuklar oyunlarında kurtarma timi rollerini üstlendi, çizdikleri resimler yıkıntıları, çadırları konu alıyor ve önceden çizdikleri renkli resimler , yerlerini daha soluk renklerle yapılmış daha özensiz çizimlere bırakıyordu. Çocuklar daha kavgacı, daha ürkek oldular. Tek baslarına yatamamaya, kekelemeye, idrar kaçırmaya, karanlıkta kalamamaya başladılar. Okul başarıları duştu. Evlerine girmek istemediler, tek baslarına tuvalete gidemez oldular. Tik davranışları ortaya çıktı, yemek yemeye ilgileri azaldı.

Büyüklerse ise deprem anıları, en ufak hatırlatıcı olayda göz önüne geldi. Gece 03 uykusuzluğu devam ediyor, kişiler denizin renginin değişmesi, havanın sıcaklığı, köpek sesleri, kuşların kanat çırpmalarını tehlike işareti olarak algıladılar ve söylentiler ağızdan ağıza yayıldı. Kişiler pek çok şeye karsı ilgisiz oldular. Cinsel isteksizlik de önemli boyutlara varmıştı. Özellikle kadınlarda o esnada deprem olur da günahkar olarak oluruz seklinde düşünceler nedeniyle eslerinden ayrı, çocukları ile yatmalar başladı. Bazı kişilerde deprem gerilimini asmak için alkol kullanımı çoğaldı. Akla gelebilecek herselden kaçınmalar görüldü. Tuvalette ve banyoda çok kısa sure kalma, deniz kenarına inmek istememe, yüksek binalara, kalabalık yerlere girmeme gazete, radyo, TV haberlerinden kaçınma gibi. Çok çabuk ve aşırı tepki verir hale gelindi. Mutfak tüplerinin sürünerek taşınması bile insanları çılgına çeviriyor, hızlı gecen arabalar nedeniyle çıkan tozlar kişilerde deprem anındaki toz bulutunu hatırlatıp, sinirliliğe yol acıyordu. Bazı kişilerde ise konuşma içeriği sadece depremle ilgili oluyor ve bu kişiler çevrelerindeki kişilerin tepkileri ile karsılaşıyorlardı. İşlerini kaybeden, işleri azalan, komşuları semtten uzaklaşıp yalnız kalan insanlar daha bir içlerine kapanıyor ve hayata kusuyorlardı. Olum hiç onlara bu kadar yakın olmamıştı.

İşte bu belirtiler travma sonrası stres bozukluğu olarak adlandırılıyordu. Bazılarında bu belirtiler depremden 6 ay kadar sonra başladı. Bu geç başlangıçlı tipi oluşturuyordu. Bazı kişilerde bu tabloya depresyon ve panik ataklar eklendi. Bazı kişiler ise dağıtılan bu durumla ilgili anketlere biz hekimlere, belediyeye, hükümete yönelik öfke içeren mesajlarla karşılık verdiler. Aslında bu da yüksek düzeyde olan kaygı ve gerilimlerinden ötürüdür. Bir kısım kişiler psikiyatriste gittiklerinde çevrelerince ‘deli’ olarak damgalanacaklarından korktular ve yardım almadılar. Kimisi psikiyatriste gitmenin bir zayıflık olacağını düşünerek gelmek istemedi, kimisi de ilaçların kendilerini uyuşturduğunu düşünerek ilaç almadı. Ancak tedaviye düzenli gelenler fayda gördü. Bu tedavi çalışması T.C.Sağlık Bakanlığı İstanbul il sağlık Müdürlüğünce halen devam etmektedir. Bu tetkik ve tedavi çalışması sonrası sağlanan bilgi birikimi bundan sonra olmasını hiç temenni etmediğimiz başka felaketlerde daha etkili ve uygun tedaviler yapabilmemize olanak sağlayacaktır.

21 Eylül 2008 Pazar

Büyüdüğünü ispat edememek


Ne zaman yazsam diye düşünürken babam sayesinde fırsat buldum.
Evet benim sorunum bu, ben büyüdüğümü ispat edemiyorum..
Arkadaş, okulum bitti ailem hâlâ peşimde. Oysa ne hayallerim vardı, mezun oldum artık, atanırım, kendi paramı kendim kazanırım, annemlere de bir güzel kafa tutarım, hesap sorma devri biter diyordum. Aha sen misin öyle diyen..
Son durumum şu:
KPSS denilen zımbırtı neticesinde hiçbir şey olmadı, olamadım. Okulu bitirmiş ve bir balta ile iletişime geçememiş ceset..

Ailecek yemek yeme merasimlerine hiçbir zaman önem vermedim çünkü ne zaman böyle bir durumla karşılaşsam başıma bir şey gelir.. Nitekim son yemekte de böyle bir durum oldu.. Büyüyemediğim suratıma çarpıldı şu şekilde:

- Kızım, sen şimdi ne iş yapmayı düşünüyorsun, planın ne?
- Hiç baba, ders çalışacağım işte, seneye tekrar gireceğim sınava.
- Dur ben dersanelerle görüşeyim..

Ne diyeceğimi şaşırdım sadece yaşımı söyledim usulca, "Kendim halledebilirim" dedim.. O an aklımdan bin tane şey geçti ama sustum. Susarım zaten mütemadiyen.
İlk hatayı nerede yaptığımı düşünüyorum. Acep fazla mı uyumlu davrandım, asi olsam bunlar olmaz mıydı?

Tik bozuklukları

Tik bozuklukları:

Bu durum istemsiz, belirli bir tarzda,hızlı ve tekrarlayıcı hareket ya da ses çıkarma durumudur. Süresi genellikle 1 saniyeyi geçmemektedir. Bu duruma direnç gösterilemez gibi hissedilir. Tik davranışının vücutta görülen yeri ( kaş, göz, omuzda oluşması gibi) , sıklığı ve zorlayıcılığı, çeşitli zamanlarda değişebildiği gibi, topluluk içinde olma ya da tek başına bulunmaya göre değişebilmektedir. Tikler tek bir bölgede veya birden fazla bölgede ya da organda hissedilebilir. Tik davranışının yapılması ile birlikte geçici bir rahatlama elde edilir.

Tik davranışlarını arttıran etmenler:

Yoğun stres durumları, kaygı düzeyinin arttığı haller, bitkin düşmek, can sıkıntısı hissetmek, kişi için önemli bir olaya katılmak , başkaları önünde aktif bir eylemde bulunmak( söz almak, bir toplantıya katılmak gibi) durumlarında artış gösterebilmektedir. Alkol alımı, kişiyi keyifle oyalayabilen bir aktivite ( kitap okumak, tv. seyretmek gibi) dinlenme esnasında azalabilmektedir.

Tik bozukluğuna yol açabilen diğer durumlar:

Tik bozukluğuna neden olan kalıtsal hastalıklar arasında Tourette sendromu, Huntington hastalığı, torsiyon distonisi, ve nöroakantozis sayılabilir. Ayrıca ensefalit, Sydenham koresi, ilerleyici bir hastalık olan Creutzfeldt-Jacob sendromu da tik sebepleri arasındadır. Epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, L-dopa, bazı stimulan ilaçlar da bu tür bir duruma yol açabilirler. Karbon monoksit zehirlenmeleri, kafa travmaları, bazı kromozom bozuklukları, zeka geriliği de tik davranışlarını oluşturabilir.

Basit hareketsel tikler: Bazı kas gruplarının hızlı, belli bir anlam içermeyen ve tekrarlayıcı bir şekilde kasılması durumudur. En çok sırasıyla gözde, kafagenelinde, omuz , ağız ve el bölgesinde görülmektedir.

Karmaşık hareketsel tikler: basit şekle göre daha yavaş, daha amaçlı gibi görünen ve daha çok kas grubunu içine alan tiklerdir. En çok kendi vücuduna veya başkasına dokunma ya da vurma, zıplama, kendi ellerini ya da nesneleri koklama şeklindedir.

Hareketsel tikler işlev açısından birbiri ile zıt etkili kasların aynı anda birlikte kasılması ile oluşmaktadır.

Basit sese dayalı tikler: Hece şeklinde olmayan sesler çıkartmaktır. Boğazını ısrarla temizleme, burun çekme, öksürme, bağırma, havlar gibi ses çıkarma bunlara örnektir.

Karmaşık sese dayalı tikler: Daha anlaşılabilir,hecelere dayanan sözcükler, cümleler i tekrarlamak şeklindedir.

Tik bozukluğunun başlangıç ve ilerleyen dönem özellikleri:

Yapılan araştırmalara göre, toplumda bin kişide 2-6 arasında görülmektedir. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla görülmektedir. Genellikle 7 yaş civarında başlamaktadır. İlk oluşan tik genellikle göz kırpmadır. Onu izleyerek kol ve bacakta yerleşik tikler ,daha nadiren de sese dayalı tikler başlangıç tikleri olmaktadır. Küfür etme şeklindeki tikler (koprolali) de daha nadir başlangıç yakınmasıdır. Başlangıçta % 2-3 oranında görülen koprolali ilerleyen dönemlerde % 2-30’lara dek çıkabilmektedir.

Tik bozukluğu kişilerin yaklaşık % 40 kadarında ergenliğin başlangıç evrelerinde tamamen düzelmektedir. % 30 kadar hastada bir miktar düzelme ile hafiflemiş olarak devam eder. Geri kalan % 30 kadar hasta erişkinlik hayatında da tik bozukluğu belirtilerini göstermektedir.

Tik bozukluğu obsesif kompulsif bozukluk ile sıklıkla bir arada görülebilmektedir. Sıklıkla kontrol etmeye,saymaya ve düzenleme ve benzerleştirmeye yönelik davranışlar şeklindedir.

Hastalığa sebep olan geni saptama çalışmaları sürmektedir. Bu rahatsızlığı olan kişilerin bazı beyin bölgelerinde metabolizma hızı artmış, bazı bölgelerde ise azalmış bulunmuştur.

Tedavi:

İlaç tedavileri yanında terapi ile başarı sağlanmaktadır..

20 Eylül 2008 Cumartesi

Doğum Sonrası Rastlanan Duygular...

Doğum Sonrası Rastlanan Duygular...

Ey erkekler öncelikle sözümüz size. Düşünün ki eşiniz size dünyanın en güzel armağanını veriyor. O armağanda sizin kanınız,hormonlarınız, genleriniz kısaca sizin pek çok özellikleriniz var. Çocuğunuzun en azından daha mutlu, daha rahat beslenmesini ve büyümesini istiyorsanız ve ileride başarılı ve sağlıklı olmasını istiyorsanız size de düşen görevler var. Bu görevler aslında annenin hamileliği ile birlikte başlıyor. Eşiniz o hayatınızın en güzel hediyesini size ulaştırmak ve onu sizin kollarınıza vermek için vücutça, hormonel olarak ve duygusal açıdan çok yıprandı. Annenin hiçbir zaman olmadığı kadar sizin ve yakınlarının desteğine ihtiyacı var. Sağlıklı, akıllı, iyi huylu bir çocuğunuzun olmasını istiyorsanız, eşinizi anlamaya çalışıp, ona yardım etmeniz gerekmektedir. Ataların dediği gibi ‘anasına bak, kızını al’. İleride çocuğunuzla dost olmak istiyorsanız bunun temelini daha hamilelikte anne karnında iken onu severek, annenin moralini yüksek tutarak yapabilirsiniz. Çünkü bebeğiniz annenin göbek bağından geçen hormonlarla içeriden dışarıyı hissederek, adeta anahtar deliğinden gözler gibi aile çevresini ve dış dünyayı izlemektedir.

Size de sözümüz var anneanne ,babaanne ve görümceler. İşte ailenize yeni bir kişi daha katılıyor. Bakın kızınız size tekrar gençlik anılarınızı yaşatacak, neslinizi devam ettirecek, kendiniz ve yakınlarınızdan göz, kaş, burun vb. özellikler bulabileceğiniz, bir yumurcak, cimcime, ufaklık, altıntop ne derseniz deyin bir yavru dünyaya getirdi. İleride onun ailesi, vatanı ve hatta tüm dünya için hayırlı ,iyi bir insan olup , onunla gurur duymak istiyorsanız annesini hamileliği ve sonrasını rahat, huzurlu geçirmesi şart. Siz büyükler olarak bu yazıyı okuyun ve gereken durumlarda gerekli tedavi için tedbirinizi alın. Atalar gene diyor ki ‘ Yaşlılar yapabilse, gençler bilebilse’. Siz tecrübelerinize burada yazılan bilgileri de katarak, gerekli durumlarda gençleri psikiyatrik tehlikelere karşı uyarıp, tedbirinizi vakit geç olmadan alın.

Gebelikte kusma:

Ailenin bir numaralı ufaklığı banyodaki annesinin yanından babasına seslenmektedir “Baba , annem gene çok dondurma yedi herhalde midesi bulanıyor, bugün benimde midem bulanıyor, okula gitmeyip, annemin yanında kalabilir miyim? Üstelik annemin karnındaki kardeşimle de konuşayım, bakalım onun da midesi bulanıyor mu”

Gebelik annelerin vücut yapısında, hormonal ve ruhsal yapıda yaptığı değişimler sonucu hayatı az ya da çok etkileyen bir dönemdir. Annedeki bu vücutsal değişimler sadece annenin kendisini değil ailenin tümünü etkilemektedir.Bu etkiler kişilerin aile yapıları, kültürel düzeyleri, kişilik yapıları, yaş grupları vb gibi çok çeşitli faktörlerle değişiklikler göstermektedir. Bu dönemde görülebilen bulantı ve kusmalar da anne ve bebekte kilo kayıpları hatta, tedavisiz kalındığında bebek ölümü riski taşıması nedeniyle hayati önemdedir.

Normal gebelik bulantı ve kusmaları:

Gebeliğin başlangıç dönemlerinde ve özellikle sabah saatlerinde görülürler. Hamileliğin ikinci yarısından sonra görülmezler. Bu bulantı ve kusmalar vücutta su ve tuz denge bozukluğuna ve çok büyük sorunlara yol açmazlar.

Hiperemezis gravidarum:

Bu tip kusmaların özelliği normal gebelik bulantı ve kusmalarından daha aşırı düzeyde olmalarıdır. Toplam vücut ağırlığının en az % 5 kadarının (60 kg ağırlığında bir anne adayının en az 3 kg kaybetmesi gibi) azalması ve idrara keton cisimleri dediğimiz maddelerin çıkması ile karakterizedir. Bu durum sonucunda vücutta sıvı eksikliği, su ve tuz dengesinde bozulma, idrara vücut için çok gerekli olan proteinlerin geçmesi, kalp atım ve nabız sayısında değişimler, karaciğer ve böbreklerde yapı ve işlev bozuklukları, gözün retina katmanında değişiklikler ve sarılık görülebilmektedir.

Genellikle hamileliğin 5.ayından itibaren azalmakla birlikte normal kusmalardan farklı olarak, daha ileri dönemlere de uzayabilmekte ve hastanede belli bir süre yataklı tedaviye gerek duyulabilmektedir. 1000 anne adayından 1-10 kadarında gözlenebilmektedir.

Anormal gebelik kusmaları (hiperemezis gravidarum) riskini arttıran durumlar:

*Tiroid bezlerinin, Karaciğer bozukluklarının varlığı, şişmanlık, daha önce hiç doğum yapmamış olması ya da ileri annelik yaşı, o andaki ikiz-üçüz gibi çoğul gebelikler, annenin sigara içmesi

Anormal kusmalara yol açan ruhsal etkenler:

*Depresyon, histrionik kişilik bozukluğu ve kaygı bozuklukları ( panik bozukluk, genelleşmiş kaygı boz. ve obsesif-kompülsif boz. gibi)

*Aileler arası ve eşler arasındaki sorunlar

*Hamileliğin ya da kadınlık özelliklerinin birey tarafından olumsuz olarak algılanması

*Hamilelikle ilgili bilgi düzeyinin yetersizliği, kadın-doğum uzmanı ile olan sorunlar

*Anne adayının uygun bir çevresel desteğinin (anne, kardeş,eş, kayınvalide ve komşuların ) olmaması

*Uygunsuz diyetler yapma, geçmişinde anoreksia ve bulimia gibi yeme bozukluklarının bulunması.

Psikiyatrik tedavi:

Tedavide hipnoz ve psikoterapiden faydalanılabilir. Hipnozda benzer duruma sahip bireylerin katıldığı grup hipnozlarının daha etkin olduğu gözlenmiştir. Psikoterapide destekleyici ve davranışçı terapi kullanılır.

Doğum sonrası rastlanan duygu-durum bozuklukları:

1-Doğum sonrası hüzün yaşantısı:


Doğumu izleyen 2-4. gün oluşabilmektedir. Hafif düzeyde de olsa gerginlik,yorgunluk, çocuğunun ya da kendisinin sağlığını konu edinen endişeler, ağlama, sıkıntı, dikkati odaklayamama ve uykuya dalmada sorun ya da sık uyanma görülebilmektedir. Bu durum en yoğun olarak iki gün kadar yaşandıktan sonra, iki hafta kadar sonra düzelir. Doğum yapan kadınların en az yarısında görülmektedir. Belirtiler herhangi bir tedavi uygulanmadan kendiliğinden geçmektedir.

Doğum sonrası hüzünde risk etmenleri:

*Kişinin kanında bulunan kortizol düzeyinin yüksek olması

*Kişinin ilk adetinin yaşıtlarına göre daha küçük bir yaşta gerçekleşmesi

* Bireyinin adetlerinin yaşıtlarına göre daha kısa sürmesi.

Çevredekilerce yapılabilecekler:

Bu dönemde çevredekiler anneyi rahat ettirmeye çalışmalı, bebek bakımına yardım etmeli, anneye çocuğa çok iyi bakabileceği şeklinde destekleyici yaklaşımları olmalıdır. Eğer annenin rahat ve huzurlu, umutlu, güvenli olması sağlanamazsa, kişide daha ileri bir durum olarak "doğum sonrası depresyonu" oluşabilmektedir.

2- Doğum sonrası depresyonu:

Doğum yapan kadınlarda % 10-15 arasında görülmektedir. Mutsuzluk, ağlamaya hazır bir görünüm, gelecek için umutsuzluk, karamsarlık, kendini anne olarak yeterli görememe, iştahta azalma, duygusal durumda neşesizlik, sinirlilik şeklinde aniden değişmelerin olması, dikkatini bir konuşma ya da konuya odaklayamama, kendini geçmiş ya da bugün için suçlama, unutkanlık, yorgunluk, cinsel isteksizlik, başka bir vücutsal hastalığı olduğu şeklinde "hipokondriyak" düşünceler,intihar düşünceleri bulunabilmektedir. Doğum öncesinden doğumdan bir yıl sonrasına dek olan dönemde kadınların % 15 inde görülebilen bir rahatsızlıktır. Daha önceki hamileliklerinden sonra, bu şekilde bir dönem yaşayanlarda yarı yarıya risk vardır.

Hamilelikte depresyon riskinin en fazla 32 gebelik haftasında olduğu ve riskin doğum sonrasında sekizinci ayda en düşük düzeye indiği saptanmıştır. Kişilerin % 60-70 i bir yıl içinde iyileşir. Bireyler kendilerini akşamları daha kötü hissederler.

Tedavide ilaç tedavisi ile sonuç alınamazsa elektroşok tedavisi kullanılabilmektedir.

Doğum sonrası depresyonunda riski arttıran etmenler:

Sorunlu evlilikler, sorunlu birliktelikler, kişinin çocukluğunda ya da gençliğinde ağır sorunlar yaşaması, doğumun uzun sürmesi, çocuğun doğumu, öncesi ve sonrasında mutluluk veren bir ortamın olmaması, annenin yakın çevresinin kişiye destek olmaması, adet sorunları, kişinin kadınlığa bakışı, algılayışı ile ilgili sorunlar önemli risk etmenleridir.

3- Doğum sonrası psikozu:


Yaklaşık olarak 500 kişide 1 oranında görülmektedir. Önceki hamileliklerinde psikoz tablosu görülenlerde risk 3 kişide 1 e yükselmektedir.

Uykusuzluk , gerginlik, baş ağrıları, duygusal açıdan aşırı tepkisellik, huzursuzluk ve gün içinde sıkça dalgalanan bir ruh hali ile başlayabilen bu durum kendini her tür kötü olayın sorumlusu olarak görme, doğan çocuğun aslında kendi çocuğu olmadığını , hatta doğumu bile kendisinin yapmadığı, bebekte bir sağlık sorunu olduğu, ona yeterince bakamayacağı ve acı çektirebileceği için onu ya da kendini öldürerek acılara son verme düşünceleri, bebeğini öldürmesi, kurban etmesi yolunda olmayan sesler duyma gözlenmektedir . Kendilerine zarar verileceği, çevrelerinde olan olayların kendilerine yönelik olup, özel anlamları olduğu, haklarında konuşulduğu şeklinde düşüncelerle birlikte olabileceği gibi aşırı neşe ya da öfke, yerinde duramama, uyumaya gereksinim duymama, kendini çok büyük, her türlü güce sahip ve önemli bir kişi olarak algılama ve bu yönde sesler duyup,ona göre davranma gibi varsanı ve sanrı dediğimiz belirtilerle de seyredebilir. Bazen de nerede olup, ne yaptığını bilememe, yaptıkları ve yaşadıklarını unutma, hatırlayamadığı kısımları kendine göre uydurarak doldurma gibi belirtiler konuşulan konu ya da içinde yaşanan durumlara uygun olmayan yüz ya da diğer vücut dili ile yanıt verme, davranışlarda yavaşlama veya saldırganlaşma şeklinde olan değişimler gözlenmektedir.

Doğumu izleyen ilk iki hafta içinde başlayabilen bu durum erken dönemde ve yeterince tedavi edilmezse yıllarca sürebilen, tedavisi zor bir hale dönüşebilmektedir.

Rahatsızlığın en üzücü tarafı bu rahatsızlıkta hastaların % 4’ünde rastlanabilen bebeği öldürme davranışıdır. Bu nedenle hastalık kişinin çevresince önemsenmeli ve dikkatli olunmalıdır.

Tedavide anne ve bebeğin güvenliği açısından hastaneye yatırılma, emzirmenin kesilmesi ve ilaç tedavisi, tedaviye yanıtsızlık ve ölüm düşünceleri halinde elektroşok tedavisi düşünülmelidir.

19 Eylül 2008 Cuma

Çocuklarda Depresyon

Depresyon sadece yetişkinlerde görülmez. Çocuklar ve ergenler de depresyona girebilir. Çocukların yaklaşık % 5'inin, ergenlerin ise % 5-10'unun depresyona maruz kaldığı biliniyor.

Depresyon, depresyon duygularının kalıcılık gösterdiği ve çocuğun ya da ergenin çeşitli işlevleri yerine getirme yeteneğini engelleyen bir hastalık olarak tanımlanır.

Çocukların yaklaşık % 5'inin, ergenlerin ise % 5-10'unun depresyona maruz kaldığı biliniyor. Stres altında bulunan çocuklar, kayıp yaşayan çocuklar veya dikkat, öğrenme, davranış veya anksiyete bozukluğu olan çocukların depresyona yakalanma riski daha fazla. Ailesel yatkınlıkta çocukta depresyon gelişmesinde çok etkili...

BELİRTİLER


Depresyondaki çocuk ve ergenlerin belirtileri depresyon geçiren yetişkinlerden daha farklı olabiliyor. Çocuğunuzda aşağıdaki depresyon belirtilerinden biri veya daha fazlası uzun bir süredir mevcutsa, uzman yardımı almanız tavsiye edilir.

  • Sık sık üzüntülü olma ve ağlama,
  • Umutsuzluk;
  • Olağan aktivitelere ilginin azalması veya daha önce severek yaptığı aktivitelerden zevk alamama;
  • Sürekli bir can sıkılması, enerji eksikliği;
  • Sosyal soyutlanma, iletişim eksikliği;
  • Öz saygı eksikliği ve suçluluk duygusu;
  • Reddedilme veya başarısızlık konusunda aşırı hassasiyet;
  • Alınganlık, öfke veya düşmanlık davranışlarında artma;
  • İlişkiler sorunlar yaşama;
  • Sık sık baş ağrısı, karın ağrısı gibi fiziksel şikayetler;
  • Okul devamı veya okul başarısında düşüklük;
  • Konsantrasyon eksikliği;
  • Yeme ve/veya uyuma alışkanlıklarında büyük değişiklik;
  • Evden kaçmakla ilgili sözler veya teşebbüsler;
  • İntihar veya kendine zarar verici davranış düşünceleri veya ifadeleri.

Arkadaşlarıyla oynamayı seven bir çocuk artık yalnız vakit geçirmeye ve hiçbir şeyle ilgilenmemeye başlayabilir. Eskiden kendisine eğlendiren şeyler depresyon geçiren çocuk için artık hiç veya pek az eğlendirici bir hal almış olabilir. Kendilerinin sevilmediği, kötü çocuk olduğu şeklindeki söylemlerde bulunabilirler, olaylardan sıklıkla kendilerini suçlarlar. Benlik saygısında düşme nedeni ile kendilerine güvensiz ve çekingen olabilirler. Depresyondaki çocuk veya ergenler ölmek isteyebilir veya intihardan bahsedebilir. Depresyondaki çocuk ve ergenlerin intihar riski artar. Depresyondaki ergenler kendilerini daha iyi hissetmek için sigara, alkol veya başka uyuşturuculardan medet umabilirler.


Okul veya evde sorunlara neden olan çocuk ve ergenler depresyon geçiriyor olabilir. Küçük çocuklar her zaman çok üzüntülü görünmeyeceği için anne-babalar ve öğretmenler sorunlu davranışların depresyon belirtisi olduğunu anlamayabilir. Aşırı hareketlilik hırçınlık, sık ağlama küçük çocuklarda depresyonun belirtisi olabilir. Direkt olarak sorulduğunda bazı çocuklar mutsuz veya üzgün olduklarını ifade edebilirler. Küçük çocuklarda ve ergenlik dönemindeki kız çocuklarında depresyonun belirtisi sıklıkla karın ağrısı, baş ağrısı vucüt ağrısı gibi bedensel yakınmalarla kendini gösterebilir. Okulla ilgili kendine güvensizlik, arkadaş ilişkileri kurmada yetersizlik ve anne-baba ile ilgili bağımsızlaşma sorunları olan çocuklarda yine bedensel belirtiler sık görülür. Sabah okula giderken karın ağrısı, baş ağrısı gibi belirtiler yoğunlaşabilir.

ERKEN TEŞHİS VE TEDAVİ ÖNEMLİ


Depresyon geçiren çocuklarda erken teşhis ve tedavi çok önemlidir. Depresyon profesyonel yardım gerektiren gerçek bir hastalıktır. Kapsamlı bir tedavi genellikle hem bireye, hem de aileye terapi uygulanmasını içerir. Örneğin kognitif (bilişsel) davranış terapisi ve kişisel psikoterapi özellikle çocuklarda depresyon tedavisinde etkili kişisel terapi yöntemleri olmaktadır.


Tedavi antidepresan ilaç kullanımını da gerektirebilir. Son yıllarda çıkan yeni antidepresan ilaçlar küçük çocuklarda da güvenle kullanılabilmekte, alışkanlık, bağımlılık özellikleri de bulunmamaktadır. Yardım için çocuk ve ergenlerde depresyonu teşhis ve tedavi edebilecek bir çocuk ve ergen ruh sağlığı uzmanına başvurulması şarttır.

18 Eylül 2008 Perşembe

Depresyona girdim...

Hayatta sadece aile, sevgili veya bu tip şeyler yüzünden depresyona girilmez.Kaç gündür uğraşıyorum siteyi yapmak için ama google sağolsun daha ana sayfayı bile indexlemedi.Kardeşim ben emek harcıyosam sende bunu görmek zorundasın, hala tek bir satırı bile kayıtlara girmedi, acaba ne yapmam gerekiyo googlenin beni görmesi için... Yaklaşık 4 yıldır site açıyorum ama en uzun beklediğim bu oldu.Alttarafı 4 sayfa yazı var neyini indexlemiyosun ki.Bu yazıyı site güncel görünsün diye yazdım aldırış etmeyin :D

15 Eylül 2008 Pazartesi

Sitenin mahayetine uygun güzel resimler...






Akşam gene oturdum herzamanki gibi düşünüyorum.Dedim daha google indexlemedi konu anlatsam da kimse göremiyor.Bari resim koyayım da site azıcık renklensin dedim.Bu arada google artık indexle siteyi böle kendim çalıyom kendim oynuyorum gibi oluyo :D
Bu arada, beyendiğiniz resimleri yayınlanması için bana gönderebilirsiniz...

13 Eylül 2008 Cumartesi

Depresyona neden olan etmenleri inceleyelim...

Maddeler halinde ele alacak olursak:
1-Aile kaynaklı.

2-Toplum(yaşanılan çevre) kaynaklı.

3-
Kişisel kaynaklı

Maddeleleri açalım...
1-Aile kaynaklı:
Aile; kişinin tüm hayatının gelişimini belirleyen en önemli faktördür. Kişi birey olmayı aile yapısının doğrultusunda öğrenir; kişiliği, topluma bakışı, evlendiğinde kendi ailesine nasıl davranacağını bile aile yapısına göre değişir.
Kendi ailesinde sevgi gören, kendi kararlarını almasına izin verilen çocuk ileriki yaşlarda topluma adapte olmada, diğer insanlarla anlaşmada ve hayatını oluşturmasında rahat olur, ona güvenen insanlar olduğunu bilir ve yaşam düzeyini belirleyecek kararları daha kolay alır.
Ancak ailesinde dayak yiyen, devamlı baskı altında tutulan çocuklar; kişiliklerini geliştirmede, kendi hayatlarını oluşturmada zorlanır.Unutmadan bunlardan en kötüsü aşırı sevgi ve bilinçsiz baskı uygulanmasıdır.Bu aşırı sevgi konusunu biraz açalım; aslında tüm aileler çocuklarını sever ncak bazen fazla bazen az gösterirler pek ordasını bulabilen aile de yoktur :) Gelelim sevgi konusuna aileniz sizin her istediğinizi yapar hiçbir işe elinizi sürmenizi istemez her an yanlarında görmek isterlerse size tavsiyem bunu kabul etmeyin çünkü bu hayatınızın kontrolünü tamamen kaybetmenize neden olur.İleriki zamanlarda bu sizin aileniz olmadan bir fatura bile yatıramamanıza neden olur kendi başınıza kaldığınızda hiçbirşey yapamaz hale gelirsiniz ve en ağır depresyon sebeplerinden biridir bu.

2-Toplum kaynaklı:
Toplum yaşadığımız hergün içinde bulunduğumuz ortam, ister iş ister okul hayatınızda gördüğünüz herkez toplumdur.Toplumda varolabilmek için sürüyle kural vardır bu kuralların bazılarını devlet koyar bazılarını da insanlar kendileri otomasyon olarak koyar, bu kurallara uymanız için her an baskı altında olursunuz, ancak bu her gün devam ettiği için baskıyı aşırı seviyelere ulaşmadıkça farketmezsiniz.Örneğin kalabalık bir ortamda istediğiniz gibi yüksek sesle gülemezsiniz, her türlü konuyu konuşamazsınız veya ramazan ayında dışarda(cafe, bar) rahat alkol alamazsınız. Alkol konusunu ele alırsak yasalarda ramazan ayında alkol alınmaz diye bir kural yoktur, ancak aldığınızı gören insanlar sizi hem fiili(sözle) hemde davranışlarıyla kınarlar, sizde insanlar rahatsız olur bana kötü közle bakarlar düşüncesiyle içemezsiniz.Bulunduğunuz çevre kültür seviyesine ve yaşam tarzına göre size farklı şekillerde baskı uygular, her toplumun yaşayışı farklıdır mesela Amerikada insanlar şehir içinde bikiniyle mini elbiselerle rahatlıkla dolaşabilirken, Türkiye de bu olay garip ve ahlak dışı karşılanır.
Toplumsal baskıyı yenebilmenin hiçbir yolu yoktur ancak hafifletmenin yolu kendi arkadaşlarınızı ve dostlarınızı sizin gibi düşünen insanlardan seçmenizdir...

3-Kişisel kaynaklı:

İnsanlar çoğu zaman da kendi kendine sıkıntı yaratır. Örneğin; işsizdir, aileme bakmakta zorlanacağım ya beni artık sevmezlerse diye düşünür veya bir öğrenci düşük not aldığında ailesinin artık onun istediklerini yapmayacağını artık eskisi gibi onu sevmeyeceğini düşünür. Ancak bu düşünce tamamen yanlıştır, aileniz sizi ne olursa olsun sevmeye devam eder.
Aileniz haricinde sevgiliniz sizi terk eder siz günlerce üzülürsünüz ben ne yaptım da benden ayrıldı diye ancak sevgliniz çoğu zaman ilişki monotonlaştığı artık eskiden hissettiği duyguları hissetmediği için ayrılır sizden ve genelde ayrılırken suç sende değil derler ancak buna pek inanmayız, madem suçum yok neden ozaman beni terkediyo diye düşünürüz gerçekte de suçumuz yokken acının büyüğünü çeken taraf oluruz. Hayatta en çok, zararı kendimizden görürüz çoğu zaman saçma düşüncelere kapılırız ve bu düşüncelere kendimizi inandırırız.Bunu yaşamamak için sosyal olmaya çalışmalıyız, en azından içimizi dökebileceğimiz bir arkadaşımızın olması bizlerin ruh sağlığını koruyan en önemli etmenlerdir.


Sonuç:
Etrafımızda her zaman değişik olaylar gelişir kimi zaman isteğimizle kimi zaman isteğimiz dışında ancak önemli olan etrafımızda gelişen her olaya kapılmamaktır. Herşeyi önemsememektir. Eğer herşeyi kafaya takarsanız zamanla depresyon kaynaklı ve sonu ölüme dahi gidebilecek hastalıklara yakalanırsınız. Hiçbir sorununuzu içinize atmayın, güvendiğiniz biriyle paylaşın bakın güreceksiniz bu size çok iyi gelecek.Hayat kısa ancak zorluklar çok her gün farklı zorluklarla karşılaşabilir, hayatınız çıkmaza girebilir bu gibi durumlarda sadece iyi geçen günlerinizi düşünün ve ileride de böyle güzel günlerin sizi beklediğini hayal edin, inanın bunu yaptığınızda dertlerinizden daha çabuk ve yara almadan kurtulacaksınız....

Not:
Siz değerli ziyaretçilerimiz eksik gördüğünüz veya işlememizi istediğiniz konular olursa veya kendi yaşadığınız bir olayı anlatmak isterseniz bizlere
depresif.depresyon@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz

12 Eylül 2008 Cuma

Depresyon(u) nedir? - Belirtileri - Anlamak

İlk konumuz depresyonun ne olduğunu bilmek, belirtilerini iyi analiz etmek ve anlamak.

DEPRESYON NEDİR?

İnsanda kalıtımsal, hormonal ve çevre faktörleriyle gelişen bitkinlik ve bunalım halidir.Depresyondaki bir kişi kendini bitkin, hayattan zevk almayan, hiçbirşeyle mutlu olamayan bir birey olarak tanımlar. Aşşağıda vericeğim belirtilerden en az 5 inin 2 hafta süre ile var olması durumuna ilerlemiş(major) depresyon denir. İlerde açılıcak konular ile depreyondan kurtulma yollarını genel olarak anlatacağız ve eğer kendi sorunlarını bizlere gönderen arkadaşlarımız olursa kişisel olarakta çözümler üreteceğiz...

-BELİRTİLERİ-
1-
Hemen hergün ve günün büyük kısmında gözlenen çökkünlük hali(mutsuz, hüzünlü, kederli hissetme).

2-
Normalde zevk alınarak yapılan etkinliklerden artık eskisi gibi zevk almama, mecburen yapma durumu(dünyayı verseler umrumda olmaz şeklinde bıkkınlık, bazı kişilerde cinsel isteksizlik.)

3-
Diyet uygulanmadığı halde aşırı kilo kaybı yada alımı ya da hergün iştahta artma yada azalma olması.

4-
Hergün uykusuzluk ve aşırı uyuma isteği.

5-
Günlük olağan beyinsel ve vücutsal işlevsellik, hareketlilik halinde azalma ya da huzursuzluk(devamlı oturmayı yada yatmayı yeğleme, veya sıkıntıdan yerinde duramama)

6-
Hergün halsizlik, yorgunluk ve hiçbirşey yapmayı istememe durumu.

7-
Kendini değersiz hissetme, beğenmeme, küçük görme, suçlu yada günahkar hissetme hali.

8-
Düşünme ve konsantrasonda azalma olması(okuduğunu, izlediğini ve duyduğunu sürekli anlayamama dikkati toplayamama.)

9-
Tekrarlayan ölme ve öldürme düşünceleri, kişinin kötü hissetmesine neden olarak gördüğü kişilere zarar verme düşüncesi ve bunları eyleme dökmeye çalışması.

-DEPRESYONU ANLAMAK-

Kalıtımsal eğilimin olduğu ilerlemiş(major) depresyon vakaları 30 lu yaşlarda en yüksek düzeye ulaştığı gözlenmektedir.
İlerlemiş(major) depresyon ayrılmış veya boşanmış kişilerde, bekar veya evlilere göre daha fazla görülmektedir.Eşini yeni kaybetmiş insanlarda yine en yüksek seviyede olduğu gözlemiştir.Yapılan çalışmalar ışığında bekar kadınlarda evli kadınlara göre daha az depresyona rastlanılmıştır, ancak bu durum erkeklerde farklılık göstermektedir. Evli erkeklerde bekarlara oranla daha az depresyona rastlanmıştır.Yapılan araştırmalarda son 5 yıl içerisinde en az 6 ay işsiz kalan bireylerde 3 kat daha çok depresyon vakası görülmüştür.Depresyon geçiren kişilerde diğer insanlara göre daha çok bağımlılık yapıcı madde kullanmaya başladıkları görülmüştür(alkol, uyuşturucu) ve intihar olaylarına eğilim gösterdikleri belirlenmiştir.
İlerlemiş(major) depresyonun hayat boyunca erkeklerde görülme olasılığı %2-12 arası, kadınlar için %5-26 arası görülmektedir.

Depresyonun oluşmasında etkili olan kişisel durumlar:

-Öfke ve nefretin, çevresindeki kişilerin kaybına yol açacağı düşüncesiyle onlara yönlendirilemeyip, kendisine yönlendirilmesi (bu yapıdaki bir kişilik hayatın ilk 1-2 yıllık döneminde düzenli ve yeterli bir anne-çocuk ilişkisi yaşamamıştır.Kişinin yaşadığı depresyon gerçek ya da farz edilen bir kayıp ile bağlantılıdır).

- Kişinin kendisi,çevresi ve gelecekten beklentileri,idealleri ile kendi gerçek durumu o kadar farklı, gerçekdışı ve orantısızdır ki , bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide güçsüzlük ve yalnızlık düşünceleri ile depresyona yol açabilir.

-Kişinin süper egosu ( üst benlik) o kadar kuvvetli ve baskındır ki sürekli kişiyi kısıtlayıp, suçlar, zevk verici ,rahatlatıcı etkinliklerden ala koyup, adeta işkence eder.

-Kişinin çevresindekiler ondan o kadar çok şey beklemektedir ki ,kişinin bu beklentileri karşılaması olanaksızdır. Bu da zayıflık ve çaresizlik düşüncelerinin gelişip, depresyona gidişe yol açabilir.

-Kişinin küçüklüğünden itibaren sevip, saygı ve gurur duyacağı, ondan da destek ve sıcaklık göreceği, benzemek istediği, imrendiği, idealize ettiği düzeyde bir kişi (baba, anne, öğretmen ,akraba vs) yoktur. Bu da kişiliğin gelişimini olumsuz yönde etkiler ve kendine güven kaybı ve depresyona yol açabilir.

-Çocuklukta anne-baba ayrılığı ya da kaybı, stresli koşullar karşısında yeterli desteği bulamayıp, yanlış ya da yetersiz başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine, bu da ileri dönemde depresyona zemin hazırlayabilir.

- Sahip olunan kişilik yapıları da depresyon gelişiminde etkilidir. Obsesif-kompulsif ,bağımlı, histrionik ve sınırda (borderline) kişilik bozukluğu gösterenlerde depresyona eğilim daha yüksektir.

Depresyonla Savaş-Sitemizin Amaç ve İşleyişi

Sitemiz açılmış bulunmaktadır. Uzun zamandır bu konu(depresyon) üzerinde çalışmalar yürütmekteyim. Sitemizin öncelikli amacı sizlerin sıkıntılarını, çevrenizde gelişen baskı sonucu ortaya çıkan ruhsal bunalım ve çöküntülerle başa çıkmanıza yardımcı olmaktır. Site yönetimimizi de bu konuda bilgi sahibi kişilerden oluşturmaktayız, şu an için psikoloji ve psikiyatri dallarında eğitim gören üniversite öğrencileri arkadaşlarım size her türlü konu hakkında bilgi vermeye çalışacaklar. Tabi bunun için sizlerinde katkılarını beklemekteyiz. Katkıdan kastım tabiki sizin izniniz doğrultusunda bize yolladığınız sorunlarınız ve hayat hikayelerinizi sitede diğer insanlarla paylaşmak ve ortak çözümler üretmek yolunda olucaktır. Burada kimse sizin gerçekte kim olduğunuzu bilemeyeceği için rahatlıkla içinizi dökmenizi ve hayatla ilgili aklınıza takılan her türlü soruyu sormanızı beklemekteyiz. Sitemizde sizlere verilen cevaplar herkezin anlayacağı şekilde olucaktır, sonuçta herkez psikoloji ile ilgili terimleri bilmek zorunda değildir ve cevaplarımızda da bir psikologtan çok yakın arkadaşınızmış gibi cevaplar vereceğiz. Sitemizde konu ayrımı yoktur isterseniz sevgilimden ayrıldım çok mutsuzum ne yapmalıyım şeklinde sorularınızı dahi rahatlıkla sorabilirsiniz, en saçma konuya bile (tabiki sevgiliden ayrılmak ağır depresyona neden olabilir kendimden biliyorum.) en kısa zamanda cevap verileceğinden emin olabilirsiniz.(en geç 1 gün içerisinde)

UYARI: Sitemiz tamamen kişisel yardım amaçlıdır ve ilaç önermek kesinlikle YASAKTIR.
Bizlerin en fazla yapabileceği eğer ilerlemiş rahatsızlıklarınızı örneğin depresyon sonucu oluşan panik atak gibi hastalık seviyesine ulaşmış ise sizleri işinde uzman psikolog ve psikaytrlara yönlendirmek olacaktır.